OCAK2017 Günter Soydanbay
Başkanım, bir fikrim var!
Daha doğru tercümesiyle, Başkan Hanım. Bir fikrim var. Bu, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo göreve geldiğinde başlattığı projenin adı (Madame la maire, j'ai une idée.) Paris, Parislilerindir diyerek yola çıkan Başkan Hidalgo, kentini nasıl daha adil, etkin ve sürdürülebilir şekilde yönetebileceğini düşünmüş. Sonuçta, 2020’ye kadar kullanılmak üzere 480 milyon avroyu, yani yatırım bütçesinin %5’ini, bir kenara ayırmış. Daha sonra halka sormuş: Bu parayla her beraber ne yapalım? Halktan 6 binden fazla öneri gelmiş. Bu öneriler, kamu görevlilerinin, uzmanların ve halkın katılımıyla oluşturulan komiteler tarafından filtre edilmiş, değerlendirilmiş ve geliştirilmiş. Seçilen projeler halk oylamasına sunulmuş. Katılımı teşvik etmek için Parislilerin hem internet üzerinden hem de fiziksel olarak oy verebileceği bir sistem yaratılmış. Halkın seçtiği projeler sayesinde Paris’e yatay bahçeler, bisiklet yolları ve spor tesisleri kazandırılmış. Her sene daha da çok fikrin paylaşıldığı ve oylandığı bir platforma dönüşmüş “Başkan Hanım. Bir fikrim var” projesi. Paris, katılımcı projelere ayırdığı bütçenin büyüklüğü açısından dünyada birinci sırada olabilir. Öte yandan, hemşerilerini, kamusal yönetime katılmaya teşvik eden tek şehir değil. Hatta “Başkan Hanım. Bir fikrim var”dan çok daha başarılı projeler mevcut. Bunlardan biri Betri Reykjavík, yani “Daha iyi bir Reykjavik.” İzlanda’nın sevimli başkenti 2008 ekonomik krizi yüzünden ciddi şekilde sarsılmış. Halkla belediyenin arasının açılmaması, yönetim sürecinin daha şeffaf ve katılımcı olması için yollar aranır olmuş. Sonuçta halka daha iyi hizmet verilebilmesi için Sizin Öncelikleriniz (Your Priorities) isimli bir dijital uygulama geliştirilmiş. Bu uygulama aracılığıyla Reykjavikliler, kentlerinde görmek istedikleri binlerce fikri yöneticilerle paylaşmış. Belediye tarafından seçilen projeler halk oylamasına sunulmuş. 120 bin kişinin yaşadığı kentte tam 70 bin kişi oy vermiş. Sonuç olarak iki yüzden fazla proje hayata geçirilmiş. Reykjavik’in başarısı uluslararası camiada gözden kaçmamış. Estonya devleti Sizin Öncelikleriniz platformunu kullanmaya başlamış. Bu yöntem aracılığıyla 50 bin Estonyalı, iki binden fazla fikir sunmuş. Bunlar arasından on beşi mecliste tartışılmış. Ve sonuçta halktan gelen yedi fikir Estonya anayasasına girmiş! “İyi de böyle işler ancak gelişmiş ülkelerde olur. Bizde olmaz.” diye içinizden mi geçiriyorsunuz? O zaman Kolombiya’ya, muhtemelen katılımcı yönetim alanında dünyanın en başarılı örneği olan Medellin kentine gidelim. Her ne kadar Medellin dendiğinde akılları ilk olarak uyuşturucu kralı Pablo Escobar’ın ismi gelse de, aslında düzenli olması, medeniliği ve bilime dayalı yönetim anlayışı açısından Kolombiya’nın İzmir’i olarak düşünebilirsiniz Medellin’i. Kentin belediye başkanı Aníbal Gavíria, 2013 yılında Mi Medellin (Benim Medellinim) isimli bir proje başlatmış. Aynı isimli internet sitesinde şehrin boğuştuğu başlıca problemler tanımlanmış. Daha sonra bu sorunlara çözüm bulunması amacıyla halka dönük bir fikir yarışma başlatılmış. Elektrik tasarrufundan verimli ulaşıma, ekonomik kalkınmadan düzenli kentleşmeye kadar birçok konuda tam 17 bin proje başvurusu yapılmış. Bunlar arasından en çok oy alanlar tek tek hayata geçirilmeye başlanmış. Kısa zamanda Güney Amerika’nın inovasyon merkezlerinden birine dönüşen Medellin, bu yıl da sürdürülebilirlik alanında dünyanın en iyi şehri seçilmiş! Katılımcı yönetim, sınır tanımayan bir anlayış şekli... Birleşmiş Milletler, Haiti’de su baskınına uğrayan ufak bir balıkçı kasabasına yardım eli uzatmış. Ama çözümü yerel halka dayatmak istememişler. Fikirlerini sormayı tercih etmişler. Öte yandan kasaba ahalisi son derece eğitimsizmiş. Büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyormuş. Neredeyse hiçbiri hayatında bilgisayar kullanmamış. Böylesine bir bariyeri aşabilmek için Block by Block isimli bir girişim başlatılmış. Popüler bilgisayar oyunu Minecraft ile ortaklaşa çalışan BM yetkilileri, balıkçı kasabasının ahalisine hayallerindeki dalgakıranı çizdirmiş. (Minecraft’ı bir nevi bilgisayar ortamında oynanan Lego olarak düşünebilirsiniz.) Daha sonra mimarlar devreye girmiş balıkçıların yarattığı dalgakıran hayata geçirilmiş. Evet, ülke olarak karanlık bir süreçten geçiyoruz. Belki dayatmacı kafa yapısı gitgide yaygınlaşıyor. Belki tepeden inme çözümler rutinleşiyor. Belki “Önce yap, sonra açıkla” yaklaşımı her alanda karşımıza çıkıyor. İşte tam da böyle bir ortamda İzmir’in yukarıda anlattığımıza benzer bir yaklaşımı benimseyip Türkiye’ye bir nebze ümit vermesi hoş olmaz mı?