NISAN2017 Günter Soydanbay
Neden Müzesi
Zamanın başbakanı Ahmet Davutoğlu güzel bir düşünce ortaya atmıştı: İzmir’e İlkler Müzesi kurmak. Devlet, seçimler öncesi üretilen bu fikir konusunda ciddi miydi bilinmez. Ama biz bu konuyu detaylı olarak ele almış ve böyle bir müzenin İzmir’e neler katabileceğini hayal etmiştik. Bu ay İzmir’e çok yakışacağını düşündüğümüz bir başka müze fikrini daha tartışalım: Neden Müzesi. Ne yazık ki merak bizim kültürümüzde olumsuz bir kavram. Fazla merak iyi değildir diye öğütler büyüklerimiz. Bir atasözümüz “İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir” der, diğeriyse “Bin merak bir borç ödemez.” İlginçtir, dilbilimcilere göre merak kelimesinin kökeni marakk’mış ve "karnın veya kulağın yumuşak kısmı" anlamına geliyormuş. Yani merak etmek karşıdakinin hassas yerlerini kurcalamak demek. Meraklı dendiğinde de aklımıza hep olumsuz şeyler gelir. Mesela meraklı komşu, işlerimize burnunu sokar, dedikodu yapar. Kısaca toplum bizi sürekli uyarır: Kendi işine bak, etrafında olanları sorgulama. Toplumsal bilinç dışımıza ters düşecek şekilde TDK merakı “bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek” diye tanımlar. Bu, aslında kökleri Batı kültüründe olan bir tanımlamadır. Oxford Sözlüğü, TDK’nın söylediğini bir adım ileri götürür ve merakı şöyle açıklar: “Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan şiddetli istek.” Yani Batılılar merak etmeyi sadece olumlu bir şey olarak görmez. Aynı zamanda onu teşvik eder. Biz de sakınılması gereken bir şey olan merak, nasıl oluyor da batıda teşvik ediliyor? Aslında merak, 17. Yüzyıla kadar, Avrupa’da da olumsuz olarak algılanırmış. Ama Sir Isaac Newton’un başını çektiği Bilim Devrimi’yle beraber merak etmek, sorgulamak ve araştırmak büyük buluşlara yol açmaya başlamış. Akabinde gerçekleşen Sanayi Devrimi sayesindeyse, meraklı olmak, batılılar için en aranan özelliklerden biri haline gelmiş. Osmanlı’da Bilim ve Sanayi Devrimi gerçekleşmediği için kültürümüzde merak, kadim anlamının ötesine geçememiş. Hala toplum olarak, sorgulayan, merak eden, araştıran kişilere kötü gözle bakarız. Japonların bir tabiri vardır: “Başını çıkaran tüm çiviler geri çakılır.” Aslında bu, toplumsal yapıyı ayakta tutmak için tüm bireylere önemli iş düştüğünü anlatmak için söylenir. Ne yazık ki, biz bu deyimi mecazi değil, harfi harfine yorumluyoruz. Kültürümüz her ne kadar sorgulamamayı öğütlese de insan, doğası gereği meraklıdır. Çocuklar devamlı soru sorarlar, bilinmeyenin peşinden koşarlar. Kırmızı ve sarı boyayı karıştırıp kazara turuncu rengini keşfederler. Bu sayede öğrenirler ve gelişirler. Ne zaman ki yetişkin olurlar, korkudan veya mahalle baskısından ötürü, meraklarını dizginlerler. Bazı toplumların geçmişlerine sıkı sıkı bağlı olmalarının ardında korku yatar. Geçmiş, bilindiktir. Risksizdir. Güvenlidir. Oysa bireylerin hayatı, tarihi, genel geçer öğretileri sorgulamadığı yerde, toplumlar ilerleyemez. Çağa ayak uydurmak yerine geçmişe saplanıp kalırlar. Aynı hataları tekrar tekrar yaparlar. Nazi Avrupa’sını görmüş olan Albert Einstein, zamanında “Merağın resmi eğitimde hala hayatta olması bir mucize.” demiş. Meraklı olmayı kötü bir şey olarak gören bir toplumun yarattığı eğitim sisteminin, düşünmeyi ve araştırmayı teşvik etmesini beklemek naiflik olur. Neyse ki çocuklarımız bir yere kadar güvende. Çünkü onlar doğaları gereği meraklılar. İsteseniz de istemeseniz sürekli neden diye soracaktırlar. Peki ya gençlerimiz? Ne yazık ki toplumsal baskı biçimlendirici yıllarda ağırlaşıyor. İşte tam da bu yüzden gençleri sorgulamaya teşvik edecek bir mekâna ihtiyacımız var. Ve İzmir Neden Müzesi bu rolü oynayabilir. Türkiye’de benzeri olmayan bu müze, gençleri fizik, kimya, psikoloji alanlarında bilgilendirmekten çok daha fazlasını yapabilir. “Biz kimiz? Neden farklıyız? Hangi ortak yönlerimiz var? Nasıl beraber yaşayabiliriz? Neden korkuyoruz?” gibi soruların tartışıldığı bir platforma dönüşebilir. Ne dersiniz, İzmir Büyükşehir Belediyesi veya Ege Bölgesi Sanayi Odası böyle bir girişimde bulunsa, yine Türkiye’ye öncü olmaz mıyız?
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.