SUBAT2019 Günter Soydanbay
Kanıta Dayalı Kentsel Tasarım
Kanıta Dayalı Kentsel Tasarım Kanada’nın göbeğinde bulunan Winnipeg şehri, karasal iklimi öylesine uçlarda yaşıyor ki Erzurum-Kars’ta ılıman iklim var diyebiliriz. Aklınızda daha iyi canlanabilmesi için bir anektod paylaşalım. 1926’da şehre yakın bir kasabada yangın çıkmış. Can havliyle ahırdan kaçan atlar nehre düşmüşler ve oracıkta kalıp gibi donmuşlar. Halk atları ancak aylar sonra -nehir çözüldüğünde- çıkarılabilmiş. Kıssadan hisse, Winnipeg denince akla ilk gelen şey soğuk hava. Ne yazık ki gariban Winnipeg’in dramı burada bitmiyor. Kent bu aralar zamane bir şehircilik trajedisinden ötürü haberlere malzeme olmakta. Şehrin iki atar damarı var: Portage ve Main caddeleri. Dolayısıyla bunların dik kesiştiği köşe de kentin merkezi. 30 sene önce -şehirlerin sadece arabalara göre planlandığı bir devirde- yaya geçitleri yeraltına alınmış. İnsanlar kendini yola atmasın diye de yol kenarına bariyerler konmuş. Gel zaman git zaman, kentin göbeğindeki bu ilkel görüntü halkı rahatsız etmiş. Bunun üstüne belediye kesişim noktasının baştan tasarlanması için yüz bin dolarlık bir ihaleye çıkmış. Ertesi sene belediyeye bir tasarım önerisi sunulmuş. Başka öncelikler devreye girince rapor unutulmuş. Beş sene sonra seçimler yaklaşırken rapor tozlu raflardan indirilmiş. Ama aradan geçen zamanda imar kanunu değiştiği için raporun yenilenmesi gerekmiş. Bir sene ve yetmiş bin dolar sonra yenilenmiş rapor belediyeye teslim edilmiş. Bu sefer de rapor, seçim telaşından ötürü rafa kaldırılmış. Bürokrasi, seçimler, öncelikler derken, Winnipeg’in en işlek noktası olan Portage ve Main kesişimi hemen hemen hiç değişmeden bütün çirkinliğiyle günümüze gelmiş. Bu hikaye büyük popülerlik kazandı çünkü özünde yatan sorun evrensel. Winnipeg’de olanların benzerlerine Kalküta’dan Melbourne’e dünyanın dört bir yanında rastlayabiliyoruz. İzmir olarak da buna benzer süreç(ler) yaşamışlığımız var. Peki bu evrensel sorunun özünde ne yatıyor? Bu soruyu -parmak göstermeden- cevaplamaya çalışalım. Daha önce de belirttiğimiz üzere, dünyadaki belediyelerin büyük çoğunluğu tepeden inme -çoğunlukçu- zihniyete sahip. Projeler genelde halkın katılımıyla değil, şehir planlamacılarının zihninde hayat buluyor. Eğer ortaya iyi bir şey çıkarsa halka, Allah’a şükür demek kalıyor. Peki ya çıkmazsa? Sorun da işte tam bu noktada evrensel bir kimliğe bürünüyor. Derinlik psikoloğu James Hillman’a göre modern dünyanın içler acısı halinin temelinde tek tanrıya tapınmak yatmakta. “Her şeye kadir ve her yerde nazır olan, din, dil, coğrafya gözetmeden tapınılan ve uğruna hala insan kanı döktüğümüz tek tanrı var: ekonomi,” diyor Hillman ve ekliyor: “Modern insan ekonomik doktrinleri sorgulamadan içselleştiriyor. Bu yüzden günümüzde bilinçdışı düşünceler ekonomik fikirlerin içinde gizleniyor.” Bir projeye itiraz edenler hakkında söylenenleri aklınıza getirin: “Bunların derdi çevre değil!” “Bunlar gelişime karşı!” “Bunlar kentimizin kalkınmasını istemiyorlar!” “Bunlar istemezükçü!” (Sanıldığının aksine istemezük kavramı ülkemize mahsus bir şey değil. Bu insanlara İngilizce’de naysayer [hayır diyen,] Almanca’da schwarzseher [felaket tellalı] deniyor.) Peki halk beğenmediği projelere nasıl itiraz etmeli? Çözüm ne yazık ki ekonomi oyununu kurallarına göre oynamak. Yani itirazları rakamlara dökmek. Daha açıkça bir dille, alternatif önerilerin ekonomik faydasını ispatlamak. Şimdiye kadar halkın kanıta dayalı kentsel tasarım önerisi yapması pek mümkün değildi. Ama günümüzde State of Place gibi yapay zeka firmaları artık bir projenin görsellerini analiz ederek önerilen fikrin bir semti ne kadar yürünebilir ve yaşanabilir kılacağını tespit edebiliyor. Buradan yola çıkarak, hayat kalitesini, kira fiyatlarını, perakende gelirlerini ve ev fiyatlarını arttıracak değişiklikler önerebiliyor. 14 ülkede ve 120 şehirde belediyeler ve müteahhitler olası sorunları önceden tespit edebilmek için projelerine başlamadan State of Place’i kullanıyor. Yeni başkanımızın kanıt odaklı kentsel tasarımlarla ilerlemesi ümidiyle.