OCAK2020 Günter Soydanbay
İzmir Turizm Stratejisi
On sene önce, “İlklerin Şehri Olmak” başlıklı yazımızda o zamanlar dünyada yeni yeşermekte olan bir trendden bahsetmiştik: bisiklet paylaşım sistemi. Daha sonra Montreal’deki Bixi markasını incelemiş ve yazıyı şöyle bir vizyonla noktalamıştık: “İzmir’de Bixi’yi hayal edelim. Mavişehir’den bindiğiniz klimalı İzban treni sizi Alsancak Garı’na bırakıyor. Oradaki Bixi istasyonundan Kentkartı’nız veya kredi kartınızla aldığınız Bixi’yi, bisiklete tahsis edilmiş yoldan sürerek 10 dakika sonra Çankaya’da işyerinizin köşesindeki Bixi istasyonuna bırakıyorsunuz. Tek yapmanız gereken Bixi’nizi istasyona bırakıp, kartınızı okutmak.” Bisiklet paylaşım sistemi fikri o zamanlar ütopik bulunmuştu. Hatta İzmir’in gerçeklerini hatırlatan bazı okuyucular yazıyı çocuksu ve hayalperest olarak değerlendirmişti. Ne mutlu bize ki hayalimize kavuşmamız uzun sürmedi. İzmirliler beş sene içinde BİSİM’le tanıştılar, fikri beğendiler ve sahiplendiler. Bisiklet ağı o günden beri genişliyor, evriliyor. Yukarıdaki anektodu paylaşmamızın sebebi bu köşede yazılanları pohpohlamak değil - insanlık tarihinin bizlere bıkmadan usanmadan verdiği önemli bir dersi hatırlatmak! Bugünün aykırı fikirleri zaman içinde yarının normali haline gelir. İzmir bugünlerde turizm stratejisini tartışıyor. Mevcut performans kimseyi tatmin etmiyor. Öte yandan, doğru stratejinin ne olması gerektiği yönünde ortada net bir resim yok. Herkes değişim istiyor. Ama tam olarak neye değişmeliyiz sorusuna kimse cevap vermiyor. Bu durumda bize, ortaya yeni bir aykırı fikir atmak düşüyor. Hayatın her alanında karşımıza çıkan bir gerçek var: 20. yüzyılın şartlarına göre tasarlanmış iş modelleri 21. yüzyılda yetersiz kalıyor. Geçmişte sorunsuz çalışan sektörler bugün sorun üstüne sorun yaratıyor. Turizm de bunlardan biri. Dünya genelinde turizme bacasız sanayi olarak bakma eğilimi hakim. Hal böyleyken odağa konan şey verimlilik, fiyat ve büyüme oluyor. Ancak verimlik sevdası turizmi insanlıktan çıkarıyor, makineleştiriyor. Fiyat odaklılık deneyim kalitesini düşürüyor, dolayısıyla farklıkları ortadan kaldırıyor. Büyüme saplantısı ise çok daha kapsamlı sorunlar yaratıyor. Mevcut turizm iş modeli 70 yaşında. Kitle turizmi, zamanın sosyo-kültürel, ekonomik ve politik dinamikleri sayesinde başarıya ulaşmış, milyonlarca kişiye gelir kapısı olmuş. Ancak bu iş modelinin bir önşartı var: Sistemin ayakta kalabilmesi için her sene daha çok ziyaretçiye ihtiyaç duyulmakta. Oysa hiçbir şey sonsuza kadar büyümüyor. Bu yüzden turizm sektörünün hızla büyüyen yapısı -eş zamanlı olarak- geleceğinin de altını oyuyor. Antalya’nın yılda 20 milyon ziyaretçi almasını sağlayan iş modeli gitgide daha az fayda sağlıyor. Doğal kaynaklar tükeniyor. Mekanlar ruhlarından arındırılıp ticari bir emtia oluyor. Bu yüzden Venedik, Amsterdam, Barselona gibi destinasyonlar nasıl daha az turist çekeriz diye düşünüyor! Turizmi, kendi kuyruğunu yiyen yılan uroborus’a benzetebiliriz. Ama uroborus aynı zamanda kendini yeniden yaratmak anlamına da geliyor. Bu yüzden turizmin kurtuluş yolu yine turizmde gizli. Kitle turizmi de ölmeyecek. Bununla beraber kendi içinden ve kendisine taban tabana zıt bir yavru doğuracak: Bilinçli turizm! Bu fikri içselleştiren mekanlar turizmi, bacasız endüstri olarak değil, tüm canlıların -ve cansızların- serpilmesini sağlayan rejeneratif bir güç olarak görecek. Çalışanlara kullanılıp atılacak birer kaynak, ziyaretçilere bir av gibi değil, kendini geliştirmek isteyen birer birey olarak yaklaşacak. Kendisine, nasıl daha çok ziyaretçi çekerim diye değil, nasıl daha kaliteli zaman geçirmek isteyen ziyaretçi çekerim diye soracak. Egoyu değil eco’yu temel alacak. Reklam yoluyla mesajlarını kitlelere itmek yerine, arkasında durduğu öz değerlerini taktir edenleri kendisine çekecek. Bir kaç firmayı zengin etmek yerine, yerel paydaşların tamamını kalkındırmayı hedef belleyecek. Tüm bunlar kulağa ütopik, çocuksu ve hayalperest geliyor değil mi? Güzel. O zaman İzmir olarak bunun ne anlama geldiğini biliyoruz.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.