SUBAT2021 Günter Soydanbay
İzmir ve sorumlu turizm
“Çalış; biriktir; seyahat et; tekrarla.”“Senede bir defa daha önce hiç görmediğin bir yere git.” Bir sene öncesine kadar bu ve benzeri mesajlar her yerde karşımıza çıkardı. Salgınla boğuştuğumuz bir dünyada böylesine laflar kulağa artık sorumsuz, hatta ürkütücü geliyor. Seyahat ve turizm, koronavirüsün en çok vurduğu sektörlerden biri. Ne de olsa, salgın başladığından beri sorumluluk bilinci yüksek yetkililer hep aynı şeyi tekrarlıyorlar: “Bulunduğunuz yerde kalın. Mecbur olmadıkça seyahat etmeyin.” Öte yandan, bazı uzmanlar pandeminin öncesinden beri bu sözleri söylemekteler. Daha önce de yazdığımız üzere, alışık olduğumuz endüstriyel turizm aslında sorunlu, sürdürülemez, hatta kanserli bir alışkanlık. Bunun aksini savunanların tek argümanı var. O da ekonomi. Koronavirüs çıkana kadar, turizm olağanüstü büyük ve kazançlı bir iş koluydu. Seyahat ve turizm endüstrisinin küresel büyüklüğü 9 trilyon dolardı. Dünya genelinde her yirmi kişiden biri bu sektörden ekmek yiyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan 21. yüzyılın başlarına kadar olan süreçte, ticari hava yolculuğu yaygınlaştı. Orta sınıf tüketiciler senede birden çok kere gezer oldular. Yani seyahat demokratikleşti. Demokratikleşme her ne kadar arzulanan bir gelişme olsa da, insanlık, seyahat ve turizm sektörünün bir ortak kaynak olduğu gerçeğini görmezden geldi. Turistler, bir nevi otlakçılar gibi, başkalarına verdikleri zararın maliyetini karşılamadılar. Haliyle, batılı uzmanlar, endüstriyel turizmi -tüm bu ekonomik faydalarına rağmen- farklı günahlarla tasvir ve karakterize etmeye başladılar. Bunların en başında oburluk geliyordu. Turistler, yurtdışındaki bir deneyimden nasıl beslenebileceklerinden ziyade, buzdolaplarının üzerine kaç farklı şehrin mıknatısını yapıştıracaklarına odaklandılar. Bunu kıskançlık izledi. İnsanlar gezdikleri mekanlardan nispet yaparcasına resimler paylaştılar sosyal medya üzerinden. Açgözlülük elbette geri kalmadı. Yolcular, ucuz uçuşlar ve son dakika kaçamakları peşinde koşarken, seyahat endüstrisi ne pahasına olursa olsun daha fazla kâr elde etmek için her türlü yolu denedi. Sonuçta olan ortak kaynağımız olan dünyaya oldu. Çevresel anlamda seyahat endüstrisi küresel karbon emisyonunun yüzde 8’ini üretiyor. Sosyal anlamda gelişmekte olan ülkelerde yerel halk turizm uğruna yerinde yurdundan ediliyor. Ekonomik anlamda turistik mekanlarda temel hizmet ve malların fiyatı hızla artıyor. Bu yüzden mekanın sakinlerinin hayat kalitesi düşüyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Peki buradan nereye gidebiliriz? Kendimizi kandırmayalım: endüstriyel turizm hiç bir yere gitmiyor! Bunca insana ekmek kapısı olan bir iş kolunu hiçbir devlet kolay kolay karşısına alamaz. (Muhtemelen, 2020 yazında turizm sektörünü ayakta tutabilmek için kamuoyunu vaka sayıları hakkında yanıltan tek ülke Türkiye değildi.) Diğer yandan, küresel değişimlere baktığımızda, genelde her şeyin bir delinin kuyuya taş atmasıyla başladığını görüyoruz. Daha sonra aynı sudaki hareketlenmeler gibi değişim dalga dalga genişliyor. Ve turizm ekosistemi içinde de kıpırdanmalar var! Özellikle gençler arasında, seyahatin bir hobi değil, bir ayrıcalık olması gerektiği düşüncesi yayılıyor. Örneğin, 2010’dan beri, İsveç’ten dünyaya flygskam (uçmaktan utanmak) isimli bir trend yayılmakta. Hava taşımacılığının yarattığı tahribat konusunda farkındalığa sahip bireyler, mümkün olmadıkça uçmamaya çalışıyorlar. Bunu tagskryt (trenle övünmek) trendi takip ediyor. Bu iki trend öylesine güçlü ki 2018’de İskandinav havacılık sektörü %4 küçülürken tren taşımacılığı %12 büyümüş. Bu eğilimlerin güçlenip yaygınlaşacağını tahmin ediyoruz. İzmir’e dönecek olursak, Türkiye endüstriyel turizme bağımlı bir ülke. Ama biz bu pastadan çok ufak bir dilim alıyoruz. O yüzden farklı bir rota çizme lüksüne sahibiz. İzmir olarak; çok fazla değil, bir amaç doğrultusunda seyahat edenleri hedeflemeliyiz. Izmir Vakfı bu amaçları iyi analiz etmeli ve o doğrultuda tanıtım yapmalı. Bu sayede İzmir sorumlu turizmin başkenti olabilir.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.