EKIM2021 Günter Soydanbay
Bir ata sporu olarak sokak isimlerini değiştirmek
Bir ata sporu olarak sokak isimlerini değiştirmek Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir çok tarihi sokağın, eskiden hayvanların kullandığı patikaların üzerine inşa edildiğini biliyor muydunuz? Buradan yola çıkarak, “sokak, bir şehrin en eski parçasıdır” diyebiliriz. Dolayısıyla da bir kentin toplumsal belleği ve kimliği her şeyden önce sokaklarında yaşar. Sokakları genelde hep iki boyutlu düşünürüz: genişlik ve uzunluk. Oysa sokağın bir de derinliği var. Ancak burada bahsettiğimiz fiziksel değil, psikolojik derinlik. Sokak sadece başı ve sonu olan, üzerinden insanların geçtiği transit bir mekan değildir. Aynı zamanda tarih boyunca o mekanda yaşayanların kolektif deneyimlerinin, geleneklerinin ve anılarının kaydedildiği bir beyin hücresidir. Sokaklar, gerek işlevleriyle gerekse de isimleriyle, ait oldukları semtin hafızasını ve psikolojisini yansıtır. Bu yüzden eğer bir mekanın karakterini, tarihini ve kültürünü anlamak istiyorsanız, işe sokak isimlerini analiz etmekten başlamanız gerekir. Sokak isimlerini belirleyen bir çok kriter var: Arazi yapısı (Tepecik Yolu), inançlar ve etnisiteler (Barba Yani Sokağı), önemli kişiler (Talat Paşa Bulvarı) ve siyaset (İnönü Caddesi). Bir sokağın ismi, bulunduğu coğrafyaya kimlik kazandırır (mesela Afiyet Sokak). Bu kimlik sayesinde, o sokak farklılaşır ve özgünleşir. Kuşaklar boyu bozulmadan devam eden özgünlük ortak belleğin oluşmasını sağlar. Ortak bellek de aidiyet duygusu yaratır. Şimdi bunu tersten okuyalım. Bir sokağın ismini değiştirirseniz, onun özgünlüğünü ve halkın ortak belleğini çalmış olursunuz. O da döner dolaşır, mekanın kimliğinin ve toplumun aidiyet hissinin yozlaşması şeklinde karşınıza çıkar. İşin özüne inecek olursak, her sokak ismi bir sosyal mesaj içerir. Hal böyle olunca mekan isimlerini değiştirmek de bizde bir bir ata sporuna dönüşmüş. İktidarlar ideolojik bakış açılarını destekleyen ortak bellek oluşturmak adına sürekli mekan isimleriyle oynamış. (mesela Havra Sokağı’nın Türkpazarı olması veya Boğaziçi Köprüsü’nün 15 Temmuz Şehitleri Köprüsü olması.) İzmir çok eski bir kent. Bu yüzden sokak adlandırmalarının da çetrefilli bir geçmişi var. Tarihi isimlerin çoğu gitmiş. Bunların yerine Cumhuriyet’le (Atatürk Caddesi), İslam’la (Hacı Çıkmazı), savaşla (Kıbrıs Şehitleri) ve önemli şahıslarla (Şair Eşref) alakalı isimler gelmiş. Bunlara ek bir adlandırma şekli daha var: numaralandırma. 1938’de, Cumhuriyet Dönemi’ne uymayan bazı mahalle isimlerinin değiştirilmesi hakkında komisyon kurulmuş. Sonuçta 20 metreden aşağı cadde ve sokakların adları kaldırılıp buralara numara verilmiş. Numaralandırma aslında Amerika’dan öykünerek yaratılmış bir sistem. Özünde verimlilik (efficiency) sevdası yatıyor. Ancak ana hedefiniz verimlilik olduğunda karşınıza son derece tehlikeli iki sonuç çıkıyor. İlk olarak, verimlilik rakamsal diyarında yaşar. Sayılar duygudan mahrumdur; ruhları yoktur; yaşam sevinci taşımaz. Dolayısıyla rakam karşı tarafta duyarsız bir his yaratır. Gerçekten de numaralandırma, İzmir’in tarihi sokaklarının kimliğini, özgünlüğünü, İzmirliler’in ortak belleğini ve aidiyet hissini çok başarılı şekilde yozlaştırmış. İkinci olarak, odağınızda verimlilik olduğunda aracınız amacınız haline gelir; yani, bir şey yapmak, yaptığınızın gerekçesi olur. Bu da beraberinde saçma sapan uygulamaları ve kuralları getirir. Örneğin, numaralandırma belirli bir sistematiğe dayanmadığı için rastgele sokak numaraları verilmiş. Mevcut sokakların isimleri iptal edilip ardından bir mantık gözetilmeksizin numaralandırma sürdürülmüş. Ortaya da Frankenstein bir sonuç çıkmış. İronik bir şekilde verimliliğin dayatıldığı ortamlarda verimsizlik, otomatikman karşı tepki olarak doğuyor. İnsanlar çevrelerinde olan biteni umursamıyor, işleri yavaştan alıyor, sorumluluk üstlenmiyor. Acaba İzmir’in kalbi olan Kemeraltı’nın eski şaşaalı günlerine geri dönememesinde, tarihi sokak isimlerinin gasp edilmiş olmasının bir rolü olabilir mi?
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.