Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Hasibe Özdemir
Dünya size güzel!
Görür görmez nefret etti ama açmadı ağzını. “Ne yana dönsem batıyor” dediği kanepeden özenle taşınırken, hoşnutsuzlukla büzdüğü dudakları ince bir çizgiye dönüştü. Anlayan olmadı. Suratını iyice karartıp “Sırt kısmının 70, diz kısmının da 35 dereceye kadar” ayarlanabiliyor oluşunu şevkle anlatan damadına dikti gözlerini. Adam eğilip kalkıyor, çocuklar gibi orasının burasını kurcaladığı yatağı övmeye devam ediyordu. Cemile Hanım bu heyecana yarım bir gülüşle eşlik eden kızının kaçırıp durduğu gözlerini yakalamaya çalıştı ama muvaffak olamadı. “Şuraya bas bak Serap, nasıl kalkıyor gördün mü?” cümlesiyle sabrı taştı nihayetinde. “Allah razı olsun evladım tamam” dedi tıslayarak. Damadı hala konuşuyordu. “Harun! Sağ ol çocuğum!” Düşündüğünden de sert çıkmıştı sesi. Bozuldu adam. “Sen de gayret edeceksin tabi anne, yatağın da yapabilecekleri bir yere kadar.” diyerek doğruldu. Yağlı yüzünde boncuklanan ter tanelerini silerken karısına “Gör bak yine yaranamadık” bakışı atıp çıktı odadan. Kızı “Bir teşekkür etsen diline mi yapışır, yıldım artık senin huysuzluğundan” diye söylenerek koşturdu arkasından. Yapayalnız kaldı bir anda. Döneceklerini umup asık suratını gevşetmeden bekledi bir süre. Gelen olmadı. Yatağın minik düğmelerle dolu paneline anlamadan, umutsuzlukla baktı. “Hazır maymun etmişken fırlatın uzaya, hepimiz kurtulalım!” Hem söyleniyor hem kendini yukarı çekmeye çalışıyordu. İnce bir ağrı belinden ayak bileğine doğru yürüdü. İnat edip seslenmedi. Mademki çocuk muamelesi yapılıyor o da hakkını verecekti elbette. Kalçası kırılalı yirmi sekiz ay; herkesi, her şeyi suçlamayı huy haline getirişi on iki yılı bulmuştu. Birisinin nedeni banyoda ayağına dolanan paspas, diğeri sevgilisinin evinde kalp krizi geçirip ölen kocasıydı. Geçen zaman o gün yüreğine oturan taşı ufalamak yerine koca bir dağa dönüştürdü hızla. Zaten az olan tahammülü, hoşgörüsüyle beraber bu ağırlığın altında ezilip gitti. Başına gelen en ufak aksiliğe bile dayanamayan, herkese, her şeye kızgın biri olup çıktı böyle. Bütün felaketlerin onu bulduğundan yüzde yüz emindi artık. İnsanın talihi bir kere ters gitmesin, yüzü bir kere yere eğilmesindi. Kazadan aylar sonra doktorların “Yürüyebilirsin, bir sorun yok” sözlerine burnunu kıvırmış, gömüldükçe gömülmüştü yattığı yere. Kırılan kemik bahaneydi, içten içe seziyordu o da. Asıl sorun kırılan gururuydu. Düştüğü yerden bir türlü kalkmak istemeyen oydu. Salondan gelen seslere kulak kabarttı. Biri mıy mıy anlatıyor, öbürü de hım hım onaylayıp duruyordu işte. Kendisine ihtiyaçları yoktu demek ki. İçi sızlayıp yüzü gevşedi ama toparlayıp astı hemen. Onun da kimseye ihtiyacı yoktu. Yatağının sağ tarafındaki panele başını biraz indirinceye kadar rastgele basıp durdu. Başardığında gözünü pencerenin karanlığına dikip nefeslendi. Sokaktan aynı köpek sürüsü bir daha geçti gürültüyle. Havlama sesleri duvarlarda sekti, camlara çarpıp açık olanlardan odalara doldu. Yan apartmanın üst katlarından bir köpek inleyerek cevap verdi arkadaşlarına. Sürü uzaklaşırken iki kedinin ağlamaklı sesi doldurdu bu kez sokağı. Dinledikçe sızlanan kadınlara benzetti yakınmaları. Yüzünü buruşturdu. Gözünü televizyona dikti bu kez. Açılıp kapanan ağızlara, şekilden şekle giren suratlara baktı öylece. Her biri ayrı meşreptendi ama nur yoktu hiç birinde. Kendi yüzüne gitti eli. Huysuzluğunun arttığı böyle günlerde asmaktan ağrıdığı oluyordu suratının. İki yanağını ovuşturup gevşemeye çalıştı. Televizyonu oflayarak kapattığı anda, karşı apartmanın dördüncü katında yanan ışığı fark etti. Balkonun karanlık kısmında oturan gölge ayağa kalkıp demirlere yapıştığında beyaz gecelikli, genç bir kadına dönüştü. Kadının böyle dünyayı unutmuş halde nereye baktığını merak ederek yatağın başını kaldırmaya çalıştı. Butona bastığında düz durumda buldu kendini. “Senin gibi yatağa köpekler işesin” diye söylenerek şilteyi yumrukladı. Doğrulmayı başardığında çarşafın kıvrımları arasında soluklanan zayıf ellerini ilk kez görüyormuş gibi ürperdi içi. “Bu gidişle kemiklerimi toplarsınız buradan! ”Sesini bilerek yüksek tutmuştu. Gelip sitem etseler ona bile razıydı ama cevap veren olmadı. Kendi ışığının ne kadar görüldüğünü merak ederek bakışını karşı balkona çevirdi yeniden. Kadın kalktığı masaya geri dönmüş sigara içiyordu. Öfkesi ona yöneldi bu kez. Genç değil mi hepsi böyleydi işte. Sen köşende can ver dönüp bakmazlardı. “Dünya size güzel a canım, ne mutlu sana. Yak sigaranı üfle gönlünce!” Kadın söylenenleri duymuş da cevap verecekmiş gibi sigarasını söndürüp masadan kalktı, sürüklediği sandalyesini “Dünya size güzel” serzenişi ikinci turu tamamlamadan balkon demirlerine dayadı. Cemile hanım daha ne olduğunu anlamadan beyaz geceliği önce sandalyenin üzerinde, sonra boşlukta gördü. Sadece bir an. Kaldırıma çarpan bedenin sesini duydu sonra. Kediler köpekler sustu. Yirmi sekiz ay sonra tek başına ayakları üzerine basıp pencereye koşan kadının “düştü, ah düştü!” çığlıklarıyla bir ağızdan bağırmaya başladılar onlar da.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.