Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Hikmet Savatlı
Giden birinin ardından ne söylenebilir?
Arkasını dönüp kapıyı, evi yıkarcasına çarparak çıkandan değil, bu dünyadan sessizce başka bir yerlere giden biri için ne söylenir? Belki yazarsam okursun satır aralarında, bir fotoğrafı yırtarcasına, gözle görülen iki, kalpte trilyonlara bölünen insanları… Onlardan bahsederken “di/dı” takısını bir müddet kullanamıyor insan. Beyninin kabullenemediğini ruh sindiremiyor ki! İsyan etsen ne fayda, ağlasan ne fayda… Hayat bu kendi seyrinde akmaya, yanında sen dahil birini götürmeye, yada birini getirmeye hep devam etti; ölüm gece gibi karanlıkken, doğum gündüz gibi aydınlıktır. Ölenle ölünmez… Evet, ölen ile ölünmüyor lakin giden kişinin ruhuna bağladığı dostluk senden götürüyor. Bir abim bana “Hikmet’ciğim biz esasen onunla yaşayamayacaklarımıza ağlar ve isyan ederiz” demişti. Ne kadar da haklıymış… Geç bulunup tez yitirilen dostluklar kolay bulunur şeyler değildir. Bu sebeple arkadaşlık ve dostlukların kıymeti iyi bilinmelidir. Ölüm tabii ki çok acı, cenaze evi, cami, mezarlık ve okunan dualar toplumumuzca bir ritüele bindirilmiş seremonidir. Amaç yaşanan acıyı birlikte tedavi etmektir. Okunan dualar, bir ağızdan hareket edilerek ortaya çıkarılan enerji açılmış yaralara bir tutam merhemdir. İnsanlar birlikte olarak bu zorlu engeli aşmayı yüzyıllarca başarmışlardır. Her olayda olduğu gibi toplum tarafından kırılması güç bir takım önyargı bariyerleri vardır. Bu güne kadar gittiğim cenazelerde bunun sayısız örneklerini gördüm. İzdiham olan cenazeye de gittim, kimsesizler mezarlığına gömülen görevliler ile beraber 3 kişinin olduğu törene de gittim. Cenaze sahibine yaranmak için başka mezarların üzerine basaraktan avaz avaz bağıranları da, gözlüklerin arkasından ağlayanları da olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Ölüm, doğum kadar normal ve basittir aslında. Doğum sonrası ailen bir kişi artar, ölüm sonrası ailen bir kişi azalır. Doğumda umut vardır, yaşayacaklarını hayal eder hayallerinin peşinde koşar gidersin. Yanında olursun, arkasında olursun yeri gelir siper olursun… Ölüm öyle mi ya? O acıdır işte, yaralayıcıdır, parçalayıcıdır tam olarak doğumun tam tersidir. 16 Ocak 2010 cumartesi… Sabah’ın sekiziydi, telefonla dayımla konuştum, “haydi gel seni bekliyorum” dediğinde hayatında ilk defa bana “acele etme ama” dedi. O yaşımda hiçbir zaman bana acele etme demediğinden “gidicisin herhalde ya da erdin artık, “acele etme”ler duyuyorum senden değişik şeyler bunlar” diyerek kahkahalar ile telefonu kapattık ve bir daha asla buluşamadık… 52 yaşında kalbine yenik düştü dayım, senelerce ağladım. Hala boğazım düğümlenir, sesim çatallaşır ve sonra aklıma komik bir enstantane gelir gülerim ama kalbim çarpar. Hala özlüyorum, facebook’ta koyduğum resminin altına onu her özlediğimde yazılar yazarım, doğum gününü, bayramını, babalar günü hep kutlarım. İçimde fırtınalar kopar ama yapacak hiçbir şey yok… O günden sonra kendi kendime bir karar aldım, hayat devam ediyorsa ben de edebilirdim. Üzüntü, ağıt tabi bunun hep içinde ama güzel şeyler de var bu hayatta. O yüzden doğum ve ölümü yin and yang gibi algıladım. Bu minvalde hareket ediyorum. Bu sebepten ötürü cenazelerde insanların acısı yaşama şekli benim hiç umurumda olmaz! Hiç kimseye “neden gülüyorsun!” yada “neden ağlıyorsun” gibisinden çıkışmam, serzenişte bulunmam. Acı ve mutluluk paylaştıkça azalır/artar, işte ben bunu buralarda senle paylaşıyorum. Sakın beni yanlış anlama, “rahmetli halay başımızdı, o olmadan halay çekemeyeceğiz, son bir halay çekelim!” diyerek tabutun ucunu tutup halay çek demiyorum kimseye. Her insan doğar, yaşar ve ölür… Peki, kurguyu değiştirsek mesela nasıl olur? Bir tabut içerisinde etrafımızda insanlar ile bir yaşımızda dualar ile bir cami avlusunda dünyaya gelsek? Ailem, dostlarım, akrabalarım, tanıdıklarım ve sevenlerim beni gülerek karşılasalar. Ben önde cemaat arkamda yıkamaya girsem, güle güle beni sevenlerimle evime gelseler ve orada oturup konuşsak, sohbet etsek, dertleşsek. Zaman ilerlese ben ve eşim gençleşse, büyümüş çocuklar, gençleşse, kendi evlerinden bizim eve gelseler? Biz daha gençleşsek çocukları hastaneye götürüp bıraksak, gençlik yıllarına dönsek, çocuk olsak ve sonra “var olmaktan” yok olmaya” geçsek? Hiçbir üzüntü olmasa hayatımızda, mevcut hastalıklarımız zamanla iyiye gitse, ve hep daha dinç olsak… Tabii bunlar hep hayal… Belki böyle olsa bazı değerlere zamanı geçmeden daha sıkı sarılabilir, daha fazla mutlu olabilir, ve daha az onları üzebilirdik… Temmuzun 18’inde hastalığı sebebi ile üçüncü ameliyatına giren ve 26’sında kaybettiğimiz dostumuz Taylan Koçak… “Ameliyata gireyim çıkayım, sonra hallederiz birader” diyerek kapattık telefonu. Oysa ölümünün 7’sine biz rakı içmeye sözleşmiş kızlar da bir şeyler yapar artık demiştik… Gül bahçelerinde ışık olasın dostum… Giden birinin ardından ne söylenebilir? Sorusunun cevabı bilinmez, o yüzden söylenecek ne varsa gitmeden söylemeli insan; Zira mezar taşları sarılmak için soğuktur, sevdiklerini kaybetmeden sıkı sıkıya sarılacağın günler yaşamanı dilerim…