SUBAT2017 Hikmet Savatlı
Yazmak üzerine...
Her yazarın başına gelen “istediğim gibi yazamıyorum” sendromu sanırım benim de başıma geldi. Geriye dönük yazdığım yazıları şöyle bir taradım, beş senedir düzenli yazan biri olarak yazdığım yazılarda kendimi tekrar ediyor muydum? Bir noktada evet! Bu noktada ne yapabilirim ayının on hikayesi varsa dokuzu armut üzerinedir diye düşündüm, fakat öyle olmaması gerekiyordu. Gökkuşağındaki tüm renkleri üzerimde taşımalıydım bu vesile ile bir müddet ara verdim. Peki, ne yazıyordum ben? Ülke gündemini yazıyordum zaman zaman, lakin gerek gündem gerekse kalemin keskinliği kendini ifade özgürlüğü ile çelişiyordu. Korku imparatorluklarında yaşayan insanların düşüncelerine bile sansür koyan zihniyet benim yazdığım iki satır yazıyı, üzerine beni koyar ve haydi haydi silerdi. Ortadoğu ülkelerinde insanların majorite karşıtı fikir, görüş ve eylemlere çok katı tepki koyduğunu bildiğimden yazdıklarımı törpüledim. Misal her patlayan bombanın ardından yer gözetmeksizin yazı yazıp bunları sosyal medyada ve kendi bloğumda yayınladım. Trajikomik bir şekilde sin kaf’lı küfürler yedim. Törpülediğim yazılar anlatmak istediğimi ifade etmiyordu bu sebeple gündemden vazgeçtim. Bazen dayanamayıp yazıp arkadaşlar arasında yayınlıyorum. Sonradan fark ettim ki benim gibi düşünen, aynı yapıda olduğum okurlardan aynı tepkileri alıyordum; “kalemine sağlık”, “bravo” ve emojilerle körler sağırlar durumu oluyordu. Bu noktada yine gökkuşağının tek rengi olduğunu fark ettim. Birikimlerdi beni ortaya koyan ve kendi birikim zenginliğimi artırmaya karar verdim… Kısa hikayeler yazıyor ve bunları yazmayı inanın gerçekten çok seviyordum, hala seviyorum. Yarattığım karakterlerin hepsini ayrı ayrı seviyorum. Bunları yaratmak için yaşadığım toplumun içine bakmak yeterliydi. Oradan baskın bir karakterin bir tarafını cımbızlayıp, başka bir karakterin başka bir huyu ile bir potada eritip yeni bir karakter çıkarıyordum. Belki size değişik gelebilir ama yolda karşılaşıp nefret edebileceğiniz birine sempati yükleyip onunla aynı tarafta omuz omuza yürüdüğünüz birine dönüştürüp bu gerçeği size kabul ettirebilirdim. İnsanları izlemeyi, onların farklı taraflarının izdüşümü ile başka bir dünya yaratmak inanın çok güzel. Bu noktada üzerimden kaç gökkuşağı çıktığını birkaç hikayemi okuyabilirseniz anlayacaksınız. Madem seviyordun neden yazmayı bıraktın? Diye sorabilirsiniz; gündemi çok kalabalık bir ülkede kendimi bu dünyadan soyutlayıp o dünyaya geçebilmek çok zor olmaya başlamıştı. Şöyle özetleyeyim, hikayelerimin birinde zaman makinasını bulmak isteyen bir adama, “eyy tanrıdan korkmaz! Zamanın seyrini değiştirmesini, onu kullanmasını senden öğrenecek değiliz ya!” diye çıkışan bir satır yazdığım anda kendimden korktum. Bilmem anlatabiliyor muyum? Gezi yazıları yazıyor, gittiğim dört kıtada gezdiğim şehirleri anlatıyordum. Birçok yere birkaç gez gittiğim için sanki hep orada yaşıyormuş hissi geliyordu ve bundan çok keyif alıyordum ama tembellik işte; yarın yazarım, hafta sonu yazarım derken söz uçuyor yazı kalıyordu. Notlarım, gittiğim yerler evdeki dosyalarda duruyor. Onları çıkarıp resimlerle birlikte tekrardan yaşamam gerekiyor ama onu yapmaya fırsat bulamıyorum. Gastronomi yazıları yazıyorum, yaşadığım ve gittiğim şehirlerde gittiğim lokantaları, ayak üstü mekanları tattığım lezzetlerin fotoğrafı ile instagram hesabımda yazıp paylaşıyordum. Çoğu insan benim bu hobimi bir meslek olarak görüp yaptıkları işlerin yanında instagramı iş yeri gibi görerek paylaşımlar yapmaya başladı. Güzel arkadaşlar edindim, zaman zaman buluşup yemek üzerine sohbetler yapıp, yeni lezzetlere damaklarımızın kapılarını ardına kadar açıyoruz. Takipçi sayım onbinlere gelmişken hesabımı kapattım. Gecenin saat ikisinde mesaj geliyor, korkuyorum açıp bakıyorum bir künefe fotoğrafı! Künefeci bilmem kim, bu künefeyi yedim gibi paylaşır mısın diyor, gelirsen bedava künefe de yersin diye de ekliyordu. Bunun sebebi para ile takipçi satın alarak, gittikleri mekanlarda ben instagram gurmesiyim sizin reklamınızı yapar, paylaşım başına 50 Euro alırım diyen insanlar ile karşılaşmam hesabımı kapatmamda etkin oldu. Açık açık söyleyeyim, “hayatınız bedava, parası neyse verelim gel iki fotoğraf paylaş” diyen insanlardan mesaj alınca hesabı kapatmanın mutluluğu tadından yenmez bir hale döniştü. Tanıdıklarım ve kendime arşiv olması için yeni bir hesap açtım. Çünkü hobi olan bir uğraşın ticari gibi algılanması beni üzdü. Ondört yıldır yemek fotoğrafı çeken biri olarak şunu da yazmalıyım, hırsızlık sadece mal çalmak ile olmuyor. Fotoğraf (ki bunu mal kabul edelim) fikir, hatta ve hatta damak zevki hırsızlığını dahi gördüm. Bir arkadaşım benim çekip altına yazdığım yazıları başka bir hesapta görünce bana mesaj attı. Altına yorum yaptım, en pişkin şekilde resmi yoruma kapattı. Mesaj attım cevap vermedi, en sonunda karşılıklı mailleşerek işi 'sen benim kim olduğumu biliyor musun’a kadar götürdü. Sonuç resmi sildi. Tabii ki sadece ben değilim böyle şeyler yaşayan. Başka bir arkadaşım kendi resmini başkasında görüp, bu resim benim değil mi dediğinde sin kaf’lı küfürlere maruz kaldığını gülerek anlattı… Hal böyleyken ben de bundan sonra hayatın içinden yazmaya ve bunun yanında gezdiğim yerlerden deneyimlediğim lezzetleri anlatacağım yazılar yazmaya karar verdim. Diğer konu başlıkları için bloğuma beklerim. Gelecek ay görüşmek üzere…