EYLUL2018 Metin Rodop
Osmanlı'da sansür
Osmanlı’da sansürlenen “Büyük Burun” hangi padişaha aitti ? Yasak kelimesi Türkiye’de hemen her şey için çok uluorta kullanılan bir sözcük olduğu için bazen yasaklara uyulmaması halinde size bir şeyi yapılmaması rica olunan bir şeyden daha fazla başınıza iş açılacağı vurgulanır ki bu genellikle çoğu zaman pek kimsenin bilmediği ya da farkında olmadığı yaptırımlardan oluşur. Ama yine de yasak kavramı bir şeyin yapılması veya yapılmaması yönünde bir şeyi rica etmekten daha ürkütücü ve tehditkar olduğu kabul ediliyor olmalı ki, genellikle en basit yaptırımlar için bile bu kelime seçiliyor. Üstelik yasak dendiğinde sizin gibi itaatkar olmayan bir vatandaş için kimin ya da kimlerin nasıl bir ceza takdir edeceği konusunda hayal gücünüzü zorlamanız gerekir. İşte bu yüzden yasaklar önemlidir. Örneğin çimenlere basmanın ya da kapalı bir alanda sigara içmenin, yüksek sesle konuşmanın veya belirli yerlere park etmenin yasak olduğu bir ülkede vapurlarda iskele verilmeden atlamak da yasaktır, ancak atlarsak ne olur derseniz büyük olasılıkla ciddi bir kaza geçireceğiniz varsayılarak bu yasağın devamındaki tehditler özel olarak belirtilmemiştir. Öte yandan sigara içmenin bile TL cinsinden hesaplanmış bir bedeli varken; o bedeli ödediğinizde hala sigara içebilir misiniz ondan çok emin olamıyorum. Ama yasaklar daima söz konusuyken bugünlerde artık şu sözler daha fazla kulağıma küpe olmaya başladı. Nazi işgali sırasında Yahudi olduğu için bir evdeki tavan arasında iki yıl boyunca saklanmak zorunda kalan Anne Frank’ın dediği gibi; “Artık bir şey yapmaya cesaret edemiyorum, çünkü yasak olmasından korkuyorum.” Geçmiş yüzyıla yani Türkiye Cumhuriyetinde önce bu topraklarda hüküm süren Osmanlı Devleti’nin uygulamalarına göz attığımızda yasaklar ve sansür açısından Osmanlı’nın karnesi pek de iç açıcı değildir. Hayatın her alanda, gerek kamu düzeninde gerekse halkın yaşamını ilgilendiren konularda bunların yanı sıra medya başta olmak üzere, bazı sanatçı yazar ve çizerlere yönelik olarak her türlü sansür, yasak ve baskıyı uyguladığını görüyoruz. Osmanlı’da ilk sansür 16.yüzyılda 1576 yılında Çorum’daki Alevilere yönelik olarak uygulanmıştır. Bölgede yaşayan Alevilere 34 adet kitap geldiği iddiası Padişaha ulaşınca, padişah derhal Çorum Bey’ine bir buyruk göndererek “kitapların derhal toplatılmalarını, getirenlerin, alıp okuyanların bulunarak cezalandırılmalarını” buyuruyor. Bilindiği gibi matbaa Avrupa’da 1444 de icat edilmiş ve Osmanlı’ya ancak Macar asıllı İbrahim Müteferrika sayesinde 285 yıl sonra 1729 yılında girebilmişti. Ancak bu tarihten 28 yıl sonra ise Osmanlı yönetimi Abdülmecit döneminde basına yönelik sansür uygulamalarını 15 şubat 1857 yılında kurumlaştırmıştı. Aynı yıl esir ticaretinin yasaklanması da Meclis’te tartışılıyor ve kabul ediliyordu. Ancak 1858 yılında ülkeye hala zenci esir girişi devam edince bu da yakalanıyor ve girenler kayıt altına alınarak özgürlükleri iade ediliyordu. Gerçekten de Abdülmecit döneminde 1857 yılında çıkarılan bir kanunla kitap veya gazete çıkarmak için, önce valiliğe başvurulması gerekiyordu ve orada Milli Eğitim Komisyonu durumu inceledikten sonra Emniyeti bu konuda bilgilendiriyor; eğer sakıncalı görülmezse Saray’a gönderiliyor ve Saray izin verirse eser basılabiliyordu. O dönemdeki yasaklarla ilgili diğer maddeleri özetlersek durumu daha yakından anlaşılacaktır. Yine onun döneminde, 1853 yılında içkinin ve her türlü sarhoşluk verici maddelerin içilmesi ve satılması yasaktı. Ancak bu yasaklar çok işe yaramayınca bunun nedeni olarak bazı mağazalarda içki satışının yapıldığı anlaşılınca, böyle bir yasak da gündeme gelmiş; hatta bu gibi yerlerin kiraya verilirken içki satılamayacağına ilişkin düzenleme yapılması şart koşulmuştu. Osmanlı’da sansüre yönelik diğer maddeler: 1-Hükümdar ve hükümet ailesini tahkir ve hükümranlık haklarına taaruz sayılabilecek yazılar yayınlanırsa 6 aydan 3 yıla kadar hapis veya 25-100 altın para cezası. 2-Bakanlara dokunacak sözler yazılırsa,bir aydan bir yıla kadar hapis veya 5-50 altın para cezası. 3-Devlet memurları aleyhinde yazı yazmak 10 günden 10 aya kadar hapis veya 1-160 altın para cezasıyla cezalandırılması. Tüm bu yasakların yanı sıra 1867 Yılında ise Abdülaziz döneminde de yasaklar katlanarak artmış ve muhalif birçok dergi ve gazete kapatılmıştı. Ancak Osmanlı döneminde II.Abdülhamit döneminde (1876-1909) uygulanan bazı yasaklar dizisi vardı ki evlere şenlik maddeler içeriyordu. Örneğin Sultan II. Abdülhamit’in son dönemlerinde basını sansürlemekle görevli olan “Encümen-i Teftiş ve Muayene” kurulu bir ara işi öyle abartmıştı ki, sıradan bir aşk romanında geçen “ bana bunu yapmaktan muradın nedir sevdiğim?” cümlesindeki “murat” kelimesi bile o sırada Çırağan Sarayı’nda hapsedilmiş olan V.Murat’ı çağrıştırdığı gerekçesi ile sansürlenebiliyordu. Hatta Yıldız Sarayı’nı çağrıştırıyorlar diye bir ara aritmetik kitaplarındaki “+” ve “ x” işaretlerinin kaldırılması bile gündeme gelmişti. 1876-1908 yılları arasında uygulanan sansür kapsamında 33 yıllık dönemde söylentilere göre 150 çuval kitap yakılarak imha edilmiş; ve bu yıllarda gazete ve dergilerde bazı kelimelerin bile kullanılması yasaklanmıştı. Örneğin, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilak, tahttan indirme, hürriyet, vatan, eşitlik, yıldız, “büyük burun”, murat, istibdat, beynelmilel, veliaht, cumhuriyet, bomba,inkılap, hak ..gibi kelimeler bunlardan bazıları. Osmanlı’da “Büyük burun” diye yazmak yasaklanmıştı Büyük burun meselesine gelince; oldukça büyük bir burna sahip olan II. Abdülhamit, döneminde basına birçok yasak koymuş, "sansürün kralını ben yaparım" edasıyla birçok sözcüğü "yasaklar" listesine dahil etmişti; evet; bunların başında da "burun" geliyordu. Nitekim yazar ve gazeteci Hüseyin Cahit konuyla ilgili olarak şunu anlatıyor: " Bana merak olan nokta şudur: Acaba burun sözünün basında yasaklandığı Abdülhamit’e söylense çevredekiler bu dalkavukluğu, bu yasağı hangi yolla açıklayacaklardı? Yeryüzü halifesine, “Şevketli efendimiz, sizin pek biçimsiz bir burnunuz var da onun için bu sözü yasak ettik” mi diyeceklerdi. Herhalde onların ne diyeceklerini bilmem. Piyer Loti'nin İzlanda Balıkçısı adlı kitabını çevirirken coğrafyayla ilgili burun sözcüğü geldikçe 'karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri' diye yazardım” diyor ve yine bir başka yazar Cevdet Kudret ise diğer bir ilginç olayı şöyle aktarıyor: "1901'de Türkiye'ye gelen bir Fransız kumpanyasının oynamak istediği Cyrano De Bergerac oyunu, Cyrano'nun büyük bir burnu olduğu, oyunda burun üzerine ünlü bir tirad bulunduğu için yasaklanmıştı." Söz Abdülhamit’den açılmışken bu dönemde uygulanan bir başka ilginç yasaktan söz etmeden olmaz. O da 1898 yılında Budapeşte’de namaz kılanları para karşılığı izlettirenlere getirilen yasaktır. Yasakların dışında Osmanlı arşivlerinde sansüre yönelik de yüzlerce yazılı belge vardır ve bu uygulamalardan birisi Ali Suavi’nin çıkardığı Muhbir Gazetesi’nin kapatılması, yazarları hakkında soruşturma ve yargılanmalarıdır. 1870 yılında ise İbret Gazetesi Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre yazısını yayımlayınca süresiz kapatılmıştı. Yine aynı yıl, 1870 yılında çıkarılan Diyojen isimli mizah dergisi de hükümete muhalefet ettiği için sürekli kapatma kararları ile yayınları engelleniyor ancak 1873’de bir daha açılmamak üzere temelli kapatılıyordu. Ama bugünde vergi dairelerinde –vergilendirilmiş kazanç kutsaldır –şeklinde yazılmış bir cümle ile belirtilen bir yasak vardır ki, Kanuni döneminde müslüman olmayanlara karşı onlardan vergide adaletten ayrılmama yasağıdır. Buna göre onlardan alınan cizye vergisi* dışında başka bir talepte bulunulmamasını ve eğer bulunulursa gereken yerlere şikayet edilmesi isteniyordu ancak; ne yazık ki bu yasak 1950’lerde azınlıklardan alınan ve o dönem iktidarda olan Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı olarak kayıtlara geçen ve beklentileri karşılamayan Milli Koruma Kanunu'nun yerini alacak olan Varlık Vergisi Kanunu'nun çıkarılarak başka bir boyuta taşınması ile dejenere edilmiştir. Osmanlı’da devlet sohbeti yasağı Kahvehanelerde veya umumi yerlerde yapılan sohbetlerde IV.Murat’ın uğursuz olduğundan söz edilmeye başlanınca ,bunu duyan padişah bu şekilde konuşulan kahvehaneleri yıktırıp diğerlerinde de devlet sohbeti yapılmasını yasaklamıştı.Doğrusu devlet sohbeti yapmak demek ki her zaman tehlikeliymiş; bu sohbeti genellikle hayatının her alanında işlerinin yolunda olan ve insanların yapmasında yarar gördüğümüzü belirtmekte yarar var. Osmanlı’da diğer ilginç yasaklar Ramazan ayında cami kapılarında halkı rahatsız eden dilencilerin polis, jandarma ve zabıta aracılığı ile önlemlerin alınarak uzaklaştırılmaları, o zamanki adı ile “Ramazan Tembih nameleri”nde yer alıyordu. Bununla birlikte, bir zamanlar halkın rahatsız olduğu gerekçesi ile geceleri bekçilere davul çalma yasağı uygulanıyormuş ki bu yasak neden bugün de uygulanmıyor diye merak ediyorum,ayrıca kadınların Eyüp semtindeki kaymakçı dükkanına girme bahanesi ile erkeklerle buluşmasından dolayı onların kaymakçı dükkanına girme yasağından tutun, israfın günah olduğu gerekçesi ile evlerde yedi çeşitten fazla yemek pişirme yasağına, hatta güvenlik gerekçesi ile geceleri ezanla yatsı arası sokağa çıkma yasağı vardı. Osmanlı’da IV.Murat devri de yasaklar devri olarak bilinirdi ve Padişahın içki tütün yasaklarından sonra bazı kahvelerde bugünde olduğu gibi gizliden gizliye tütün içilmeye devam edilince, bugünle o zamanlar arasındaki fark sadece uygulanan cezalardaydı ; küçük bir fark belki ama o zamanlar yasağa karşı gelenler idam ediliyordu. Ama bir yasağı uygulamanın da bir bedeli oluyor elbette. Bu kez tütün içenler gizli olarak ve gelişigüzel bir şekilde yasakları ihlal etmeye başlayınca evlerde veya ahşaptan yapılan ve kolaylıkla tutuşan binaların çoğunda büyük yangınlar çıktığı biliniyor. Kadınlara getirilen tuhaf yasaklarından biri de at ve eşeğe binme yasağıydı. Lale Devri’nde III. Ahmet (1703-1730) zamanında çıkarılan bir yasakla “Kadınların açık saçık gezmeleri” yasaklanmıştı. Doğrusunu isterseniz şu “açık saçık” ifadesi bana komik gelse de; bu yasağın kapsamında kadınların bir parmaktan fazla süs kullanmamaları aksi halde buna uymayanların taşraya sürgün edileceği vurgulanıyordu. Yeniçeri ağalarının da bu yasağı denetlemekle görevlendirilmesine bakılırsa; anlaşılan bu yasakla o zamanlar da şimdiki gibi itaatkar olmayan asi memurlar Anadolu’ya sürgüne gönderiliyorlarmış. 1752 yılında yani I.Mahmut döneminde yayınlanan bir fermanla kadınların gezip tozmaları, at ve eşeğe binmeleri ve arabacılarla samimi olmalarına karşı gelinmiş ve kadınlara mesire yasağı getirilmişti. Akşam ezanından sonra kadınların sokağa çıkmasının yasak olduğu Osmanlı ülkesinde, kadınları İslam kurallarına uygun giyinmeleri gerektiğine yönelik yaptırımlar da vardı. Osmanlı’da genç ve güzel kadınların çarşı pazar dolaşmaları yasaktı Burada bir başka dikkat çekici ve bizi bugün gülümsetebilecek olan yasak ise; kadınların ama özellikle genç ve güzel olan kadınların, gezmek amacıyla camileri, çarşı ve pazarları dolaşmalarına izin verilmemesi, zorunlu hallerde ise İslami kurallara uygun bir şekilde çıkmaları hakkında 1799 yılında yayınlanan bir kanun vardır. Burada önemli olan kimlerin güzel olduğu olabilir ki bu belli yerlerde gezebilme özgürlüğü olan kadınların hiçbirinin güzel olmamayı kabul etmektense, hiç gezmemeyi tercih edecekleri açıktır. Bugün bile aranızda çirkin olanlar sokağa çıkabilir dediğinizde acaba hangi kadın sokağa çıkardı; bu her zaman tartışılabilir. 1908 yılında kadınların tek ya da üç çifte denilen kayıklara erkeklerle binmesi de yasaklanmıştı. Aslında bugün de bazı şehirlerarası otobüslerde bayan yanı diye erkeklerin oturtulmadığı düşünülürse bu yasaklar hala devam ediyor olmalı. Ancak burada zavallı erkeklerin her şekilde zan altında kalmaları ise o günlerde olduğu gibi bugün de hala haksızlık gibi gözüküyor. Kadınların erkeklerle gezme yasağı 1912 yılında Şakir Paşa’nın iki kızının şapka giymesi üzerine bu durumun İslam modasına uymaması nedeniyle kadınlara şapka giyme yasağı getirilmiş. Nitekim aynı yıl bazı kadınların çarşaf giyerek erkeklerle Beyoğlu’nda gözükmesi üzerine kadınların erkeklerle beraber olmamalarına yönelik olarak “Kadınların erkeklerle gezme yasağı” getirilmişti. Yine 1912 yılında Müslüman kadınların bazı gazinolarda erkeklerle beraber oturdukları haber alınınca kadınların gazinolarda erkeklerle beraber oturması da yasaklanmış. Osmanlı’da bazı yasaklar ise bugünden daha iyi yorumlanmıştı Örneğin Osmanlı’da-bugün ülkede vergi dairelerinde “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” şeklinde yazılmış bir cümle ile belirtilen- bir yasak vardır ki Kanuni döneminde müslüman olmayanlara karşı onlardan vergide adaletten ayrılmama yasağıdır. Buna göre onlardan alınan cizye vergisi dışında başka bir talepte bulunulmamasını ve eğer bulunulursa gereken yerlere şikayet edilmesi isteniyordu ancak ne yazık ki bu yasak 1950’lerde azınlıklardan alınan ve o dönem iktidarda olan Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı olarak kayıtlara geçen ve beklentileri karşılamayan Milli Korunma Kanunu'nun yerini alacak Varlık Vergisi Kanunu'nun çıkarılarak başka bir boyuta taşınması ile dejenere edilmiştir. Özellikle 1850 yıllarında kız kaçırma olaylarının çoğalması üzerine hazırlanan bir bildiri ile kız kaçırmanın yasaklandığı bir dönem yaşanmıştır. Ancak o zamanlar kız kaçıran ve ona yardım eden olursa gerekli cezalar veriliyorken, bugünkü hukuk sisteminde bu konular adaletin sağlanması bakımından hala tartışmalı bir haldedir ve bazen kadınları aşağılayan ve zor durumda bırakan bazı kararların verilmesi hala söz konusu olabilmektedir Osmanlı’da kız ailelerinin evlenme akdi için karşı taraftan herhangi bir şekilde para veya mülk talep etmesi yasaklanmıştı. Örneğin 1895 yılında bu yasaklar söz konusuyken Cide Kazası’nda velilerin buna uymamaları nedeniyle gereğinin yapılmasına ilişkin mektubun Kastamonu Vilayeti’ne gönderildiği notu düşülmüş. Ancak Kanuni döneminde iki tarafında rızası olmadan nikahlar geçersiz sayılır ve bu nikahları kıyan imamlar suçlu sayılır ve cezalandırılmış. Kısaca zorla nikahlandırılan kadın aynı şekilde zorla boşattırılır ve buna neden olan kişi dövülme cezasına çarptırılırdı. Osmanlı döneminde eğlence yerlerinde ,düğünlerde bilinçsizce havaya ateş açılması sonucu masum insanların ölmesi ve yaralanması üzerine Hıristiyanların Paskalya bayramlar dahil olmak üzere silah kullanılması yasaklanmıştı. Bu yasağa uymayanlara “katil” muamelesi yapılmış hatta bazıları bu nedenle prangaya vurulmuştu. Ancak daha sonraları ülkeye ateşli silahların girişi artınca bu yasakların en önemlisi 1800’lü yılların başında Sultan II.Mahmut zamanında getirilmişti.Bu kez halk kurusıkı silahlar kullanmaya başlayınca yine yaralanmalar olmuş ve sonunda her türlü ateşli silahların bu tip ortamlarda kullanılması yasaklanmıştı. Sonuç olarak bazıları bugün bizi gülümseten hatta komik gelen yasaklarla yönetilen bir ülke görünümünde olan Osmanlı’da bazı yasaklar da son bölümde gördüğümüz gibi verilen cezalar haricinde anlamı ve içeriği bakımından bugünden çok daha iyi yorumlanmış gözüküyor ancak o dönemlerde uygulanan bazı yasaklar var ki; bugünün Türkiyesi’nde kapsamı ve içerik bakımından hala geçerliliğini koruduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yüzyıllar önce konulan bazı yasakların hala aynı şekilde varlığını sürdürmesi bazen özellikle kadınların hatta erkeklerin kendilerini korumak amacıyla hala tanımlanmamış bazı ahlaki değerlendirmeler ışığında bir oto sansür uyguladıkları da söylenebilir. Voltaire olarak da bilinen Fransız yazar ve filozof Francois Marie-Arouet 1700 lü yıllarda bu açıklamalarımıza oldukça uygun bir söz söylemişti. “Hükümet yanlışlık içindeyken sizin haklı olmanız tehlikelidir” şeklindeki bu sözleri geçmişte olduğu kadar bugünde bu coğrafyada yaşamanın; ne demek olduğunu algılayabilmek açısından anlamlı bir ifadedir. Peki; bugün yani 2018 yılında aynı soruyu sorarsak nasıl bir cevap alırdık? Haklı olmayı iktidar olmaya tercih edenlerden mi olurdunuz, yoksa iktidar olmayı haklı olmaya tercih etmek daha pragmatik bir yaklaşım mı olurdu? İkincisinin en azından sizi bir süre daha sözde özgür biri olarak kalmanızı sağlayacak olsa da, adaletin olmadığı bir yerde bu özgürlüğün ne anlamı olabilir ki? * Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan gayri müslim tebaadan, askerlik görevi ile can ve mallarının güvenliği karşılığında alınan bir vergidir. Akıl ve bedence sağlam, ödeme kudreti olan 14-75 yaş arası gayri müslim erkeklerden alınmaktadır. Kaynaklar: 1-Kanuni Dönemi Osmanlı İmparatorluğunda Gündelik Hayat-Luigi Bassano (Yazar 1532-1540 yılları arasında Osmanlı imparatorluğunda yaşadı.) 2-Osmanlı’da Yasaklar –Nermin Taylan 3-Tarihimizdeki Garip Olaylar-Sabri Kaliç 4-Osmanlı’nın Kanlı Tarihi –İsmail Metin