SUBAT2018 Pınar Tekeş
“Ruh eşi”nin dublörü olur mu?
Yüzyıllardır aşk ve sevgi, yazarların, şairlerin, çiçekçilerin ve hatta günümüzde de hediyelik eşya satıcılarının en çok yüzünü güldüren temalar. Yıllardır Şubat’ta gündem, ticari fikir önderlerinin de trendleri etkileme eğilimleriyle “Sevgililer Günü” oluyor. Tüm bu çaba, birisi tarafından özel hissedilme ihtiyacının giderilmesi ve karşılıklı olarak özel olma durumunun ispatlanması etrafında dönüyor. Bir yerlerde bizim için özel olabilecek birinin olduğunu hissediyoruz. Hissediyoruz ama onun yanımızda olmasını çok azımız deneyimleyebiliyoruz. Biri tarafından gerçekten sevilmenin ne demek olduğu belki de pek çoğumuzun aşina olmadığı bir duygu. Halbuki aşk nasıl da enflasyona uğramış bir kelime. Gerçek aşkla karşılaşsak bile kendimize engeller koyabiliyoruz. - Güven eksikliği - Gerçek aşk yoktur inancı - “Selvi Boylum Al Yazmalım” la büyüyen bir nesil olarak “Aşk acı verir” e sığınmak - Zarar görürüm korkusu... Ve kim bilir bilinçaltına gizlediğimiz daha neler neler, bizi gerçek aşka ulaşmaktan alıkoyuyor. Kendimizi gözlemleyelim. İçimize döndüğümüzde bu konuyla ilgili pek çok dikkat çekici nokta bulabiliriz. Aslında hayatlarımız gerçek sevgiyi tüm formlarıyla arayarak geçmiyor mu? Koşulsuz sevgiye ulaşmak için çabalamıyor muyuz? Çocuk sahibi olmayı isteyerek, arkadaşlarımızın desteğini almaya çabalayarak, kimi zaman eve bir kedi veya köpek alıp o koşulsuz sevgiyi tatmaya çalışarak veya ruh eşimize umarsızca ulaşmaya çalışarak. Önceki yazılarımı okuyanlar bilir. Fizikteki “Enerji kaynağına döner” kuralı her şeyde olduğu gibi burada da işliyor. Ve de “Aynı frekanstaki enerjiler birbirleriyle eşleşirler” kuralı. Öncelikle biz kendimizi seviyor muyuz? Ama gerçekten seviyor muyuz? Enerji kaynağına dönüyorsa ve kaynak bizsek, hislerimiz, düşüncelerimiz de birer enerji formu olduklarına göre kaynağa yani bize geri dönecekler. Eğer biz kendimizi olduğumuz gibi kabul edip sevmiyorsak, öyle bir enerji oluşmayacak. Bu da sevgi enerjisiyle birleşip bize geri dönemeyecek. Eğer kendimizi sevmediğimizi fark etmezsek hiçbir zaman gerçek aşkın, sevginin neden bize uğramadığını fark etmeyeceğiz. Gerçek koşulsuz sevgiyi ancak onun ne demek olduğunu bilen biriyle paylaşabiliriz. Yoksa filmlerdeki karşılıksız aşk tuzağından kurtulmamız mümkün olamaz. Koşulsuz aşk kuralların olmadığı bir ilişki demek değildir. Aynı zamanda eğer gerçek bir aşk yaşadığımızı hissettik ve onu kaybettiysek bir başkasında tekrar aynısını yaşamamız mümkün olamayacaktır. Yaşadığımız şeyi benzersiz ve tek kabul etmez ve bir başka ilişkiye projekte etmeye kalkarsak hüsrana uğrayabiliriz. Ruh eşimiz olduğunu düşündüğümüz ve geçmişte kalan birini ikame etmeye çalıştığımız kişi olsa olsa onun dublörü olacaktır. Ya fiziksel görünümü veya bir hareketi benzeyecektir ama hiçbir zaman onun yerini tutamayacaktır. Unutmamak gereken başka bir şey de biz insanların değişen varlıklar olduğudur. Her an değişiyor belki gelişiyor belki dönüşüyoruz. 20 yıl öncesinin hisleriyle, beğenisiyle, düşünce kalıplarıyla tam uyumu yakaladığımız biri bugün bizi mutlu edemeyebilir. Onun için değil midir ki büyük aşklar, sevgiler, sadakat yeminleriyle yola çıkan pek çok çift titreşimleri, beğenileri, yaklaşımları, hayata bakışları değiştikçe yollarını ayırmaktadır. Peki, şimdiki eşimiz ruh eşimiz olabilir mi? O da başka bir yazının konusu olsun...