MAYIS2022 Pınar Tekeş
Kalp kırıkları
Kalp kırıkları 17-18 yaşlarındaydım sanırım. Üniversitenin ilk yıllarının acemiliğini atmıştık üzerimizden. Sanat filmleri oynatan, katlanan tahta koltukları olan sinemaya gitmek, entelektüelliğin göstergesi sayılırdı. 2 dolmuş değiştirip uzaktaki, dolaşmamız ailelerimizce çok hoş karşılanmayan semtteki küf kokulu, oldukça soğuk olan salona kendimizi atmak mutlu ederdi bizi. Sadece çok güzel filmlerin oynadığına inanmıştık. Henüz hepsini çok anlayabilecek sinema dolgunluğuna ulaşamamış olsak da, afilli bir kaç cümle edebilecek kadar anladığımızı düşünüyorduk sinemanın o büyülü dünyasından. Ne de olsa eski adıyla basın yayın, yeni adıyla iletişim fakültesinde derslerini bile görüyorduk. Anlayacağınız alaylı değil, mektepli yorumu bile yapabilirdik. İşte tam o zamanlar seyrettiğim Genco Erkal’ın başrolü oynadığı Camdan Kalp filmindeki bir replik zihnime nasıl kazındıysa, bu sabah yazı yazayım dediğimde tuşlara dökülüverdi. Bire bir böyle miydi bilmem, ama bu şekilde kaydolmuş bana. “Kalp camdandır. Cam kırılır, yapışır mı? Yapışmaz. Kalp de yapışmaz.” Kalbiniz kırıldığında nasıl hissedersiniz? O kağıt kesiği gibi sızı giderek derinleşir. Genelde ergenlikten başlayarak tanışırız o ince sızıyla. Belki her seferinde biraz daha derinleşecek yaralar açarız içimizde. Bazen kesik o kadar incedir ki, ne olduğunun bile farkına varamayız. Ben olma serüvenimizin en kıymetli parçaları haline gelir hissettiklerimiz. Yaraya tutunmak diye bir kavram olduğunu biliyor muydunuz? Yenisini oluşturmamak adına, eski sızıları yaşatarak korunmaya çalışma durumu bu. Bakın bakalım siz en diplerde hangi acılarınıza tutunuyorsunuz? Bunları artık tekrar tekrar hatırlayıp yaşayıp korunmaya çalışmak yerine özgürleşmeye ne dersiniz? Filmden sonra çok uzun zaman kırılan bir şeyi yapıştırmadım. Hele feng shui ile biraz haşır neşir olduktan sonra, kırılanların iyi enerji taşımayacaklarını öğrenince direk atmanın daha iyi olduğunu düşündüm. Çok sevdiğim bir eşyayı atmak zor gelse de. Yıllar sonra önüme Kintsugi çıktı. Bayıldım felsefesine. Hepimiz kırılıyoruz, dökülüyoruz, inciniyoruz. Ya bunu yok sayıp derinlerde sızlatıyoruz ya da kendimizi çöpe atılan cam parçaları gibi savuruyoruz. Ama bu harika felsefe “kusurlu güzellik” yaklaşımını esas alıyor. Metafor şahane! Hep mükemmel olmak için yetiştiriliyoruz. Bu en ufak bir hatamızda kendimizi kusurlu gibi görüp cezalandırmaya çalışmak sonucunu doğurabiliyor. Diğer bir Japon felsefesi olan Kintsugi tam da bu noktada devreye giriyor. Kusurlu olanı yok saymadan kucaklamak, kabul etmek, eskisinden daha iyi hale getirmek. Var olanı onarmak, yapıştırmak değil Bazı ustalar hasara uğrayan seramikler kumaş ile kaplanarak bağlantı noktalarından altın yaldızlı iplikler geçirerek, seramiklerin kayıp parçalarını da bu altın yaldızlı iplerle ve desenlerle dolduruyor. En çok bu yöntem hoşuma gitti. Neden mi? ? Eski hale getirmek yok ? Yok saymak yok ? Acımak, atmak yok ? Her halimizle kusursuz olabileceğimizi hatırlatıp kendimize sahip çıkmak var ? Güçlenmek var ? Destek almak var ? Bu desteğin güçsüzleştirmeyeceği var ? Her koşulda tamamlanabilmek var ? Daha da değerli olabilmeyi fark etmek var ? Geçmişe takılı kalmamak, ilerlemek var ? En önemlisi daha da değerli olabilmek var. Kalplerimizi yapıştıramayacağımız inancıyla acılarımıza tutunmak yerine, kendimizi yeniden inşa edebileceğimizi hatırlayalım. Kırıldığımız yerlerden kucaklamaya başlayalım kendimizi, tam da bugün...