Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Burcu Atatür
Yaza Edilmiş Dualar
Kötülüğün ne olduğunu bilmiyor değiliz. Kafamız türlü türlü fesatlığa da çalışır icap ederse. İyiliği tercih edişimiz saflığımızdan değil veya kılıç gibi bir vicdana ya da kendine tutsak bir ahlakçılığa sahip oluşumuzdan da... Kötülük cezbetmiyor sadece, yapmaya kalksak bile keyif vermiyor. Besin grubumuz farklı. Başkasının çaresizliği ve üzüntüsünden beslenenlerden olmadık. Belki doğuştan veya tecrübeden. Denemiş olanlarımız çoktur, kötülükten geçmiş olanlarımız. Sevmedik, düşene bir darbe de bizden gelsin diyemedik. Gücümüz de bundan güçsüzlüğümüz de. Çünkü insan kötülükle anlaşamazsa, bunu kimseye uygulayamıyor, kendisini inciten, yaralayan, kendisinin canını yakana bile. İyi ve kötü diye bir şey yok der kadim bilgiler. Ama biz hala bu ikisi arasında salınanlarız ve kendimizi ışığa yakın, karanlığa uzak tutmaya çalışanlar. İçimizdeki kötü hep kalacak. O bize kim olduğumuzu hatırlatacak. Sadece emrine girmeyeceğiz. Neyse derdi dinleyip, biz yine çiçekli yoldan gideceğiz. Madem ki ikilik dünyası, her şeyin tek olduğunu anlayana dek, iyilik kazansın! Ben eskiden, insan sevdiğim için bu mesleği seçtiğimi düşünürdüm, takip edenler bilirler, psikoloğum. Meslek tercihimin insan sevgimle hiç alakası yokmuş. İnsan tanımıyormuşum ki seveyim. İnsanla temasım yokmuş. Çevremde tanıdığım beş, on aile ve arkadaşıma bakarak fikir sahibi olmak mümkün değilmiş. Zaten kalabalığa karıştıktan sonra, hayatımın uzunca bir dönemini insandan soğuyarak ve uzak durmaya çalışarak da geçirdim. İşin doğrusu, ben bu mesleğe sırf meraktan başladım. Aslında bilmediğim bir nesnenin eylemlerine anlam verebilme merakımdan. İnsanı sevebilmem çok sonraya dayanır. Kitlesel olarak karşılaşsaydım belki yine sevmezdim fakat ben onunla başbaşa kaldım, göz göze. O anlattı, ben dinledim. O ağladı, ben temizlendim. O düştü, ben kanadım. O paylaştı, ben çoğaldım. O korktu, ben cesaret ettim. O cüret etti, ben hayran kaldım. O denedi, ben başardım. O güldü, ben mutlu oldum. O kendine dönüştü, ben özgür kaldım. Ben insanı bundan sonra sevdim. Onu sevdikçe kendime tahammülüm arttı, toleransım arttı, sevgim filizlendi. Kendini beğenmekle kendini sevmek ters orantılıymış. Beğenme ihtiyacım, sevdikçe azaldı. Şekilin arkasına bu şekilde geçebildim. Elbette daha yol uzun ve çetrefilli. Malzeme aynı dersin, nasıl bu kadar çeşit çıkabildiğine her gün yeniden hayret edersin. İnsan zor malzeme. Ama çekici. O en saf tebessümüne ve en derin hüzününe duyarsız kalmak hala mümkün değil. Umut var diyorlar, inanıyorum. İnsan, yüzümüzü kara çıkarma! Sevgi dolu günler. Sev ki anla, anlayınca zaten seversin. :) Hata sandıklarımın çoğu hata değilmiş. Marifet addettiklerimin çoğu da marifet değilmiş. İcraatlarımızdan kısa sürede pişman olmamak veya onları hemen kutsamamak daha mantıklı demek ki. Çünkü zaman mutlaka, fikir ise ekseriya değişiyor. Başarı diye biriktirip topladıklarım pula dönerken, yenilgi diye köşeye attıklarım değer kazandı. Daha neler göreceğiz ve gördüklerimizin kaçını anlayıp, ne kadarını öğrenebileceğiz kim bilir? Bazen bilmek, bazen de hiç bilmemek işime yaradı benim. Umarım ben de bir işe yarayayım. Fani dünyadan gelip geçiyoruz madem, yanımda götüremediğim ne varsa, onlara kendimden bırakayım. Sonuçta ölümsüzlüğe kafayı takan tek canlı insan. Bu bile, evrende bir yıldıza isim yazdırmamıza bahanedir bence. Her insanın kendisini mutlu, güvende, iyi ve huzurlu hissettiği sesleri vardır; çocukluğundan gelen, her duyduğunda çocukluğunu yanıbaşına getiren. Benimkiler iki tane: birisi sabah erkenden duyduğum horoz sesi ve diğeri de taze günün ferahlığını hissettiren guguk kuşunun sesi. Ben köyde büyümedim ama bu iki ses kadar kendimi evimde hissettiğim ve çocukluğumun neşesini taşıyan başka ses de bilmiyorum. Sözler vefasızdır, aniden bitiverir ama sesler içinizde büyür, çoğalır, yankılanır. Çay bardağına çarpan kaşık sesi gibi olsun günleriniz, neşeli, ritmik, dinamik! Bir yanda gerçek ihtiyaç sahipleri, öbür yanda gösterişte ve israfta sınır tanımayanlar. Bir tarafta hiç uğruna ölüp gidenler, diğer tarafta bu ölümleri kâr sayanlar.. Akıl alacak gibi değil. Yüreklere zaten sığmıyor. Dünyanın "insan" zehiri için panzehiri yine insan. Çünkü biliyor ki insanın en çok kendi türüne tahammülü yok ve onu er geç tüketecek. Çocuklara üzülmesem belki içim bu kadar yanmazdı. Ama onların masumiyeti.. İnsan, insana acısın, tek dileğim bu.. İnsan kendine kafa yorar mı? Neyim, kimim diye düşünerek bulabilir mi? Artılarını, eksilerini tespit edebilir mi? Etmeli midir veya? Kendisini tanımlamalı mıdır? Çerçevelerini çizmeli ve sınırlarını öğrenmeli midir? İnsan kendine kafa yoramaz bence; son nefesine dek de kendini tanımaz. İnsan zaten ömrü boyunca baktığı her yerde kendini görür, kendini toplar, biriktirir. O biriktirdiği parçalarla kendini yapar, yapar, bozar. Emek emek kendini üst üste koyar ve büyütür. Fakat ansızın biri gelir en alttaki parçayı çeker, tüm o ihtişam yıkılıverir. Kendimize bakmamız gerekseydi gözlerimiz içeri doğru olurdu demişti bir hocamız. Biz birbirimize bakarız, birbirimizi görürüz. Kim bizi bize nasıl yansıtıyorsa, kendimizi o sanırız. Tüm bunlardan bağımsızlaşmak ve varlığını tek başına tanımlamak mümkün müdür bilmem? Gerekli midir veya? Bu aralar tek dileğim, baktığınız yerin size en güzel hallerinizi yansıtması. Gördüklerinizden mutlu olun umarım. Mutluluk olun, huzur olun.. "Her şeyden biraz kalır" diyor birileri... kavanozda biraz kahve kutuda biraz ekmek insanda biraz acı insanda biraz mutluluk.... Turgut Uyar Çoğumuz gider azımız kalır bazen, ama o azlar değil midir aniden çoğalır, bizi yeniden yaratır?! Az biraz tatil, az biraz huzur, eser miktarda keşke, bolca iyi ki... En popüler kavramların, bir numarası, kurucusu, en başarılısı, sahibi, yöneticisi, satıcısı, üstü, büyüğü, bilirkişisi, şahı, patronu, ustası, duayeni falan olmakla hiç ilgilenmeyenler vardır bir de. Onlar dünyaya gelmiş gibi değil de dünya onlara gelmiş gibi dururlar, bilgiyi öğrenmiş değil de yaratmış gibi, sevgiyi hissetmiş değil de ona dönüşmüş gibi. En beklenmedik yerlerde olurlar. En duyulmadık şeyleri söylerler. En akla gelmeyenleri bilir, kalbe sığmayanları hisseder, göze değmeyenleri farkederler. Hani size bir bakarlar ama bin görürler ve siz susarsınız, onlar dinlerler.. Umarım onlardan birine rastladığınız bir gün olsun. Ruha şifa, kalbe huzur, akla sükûnet versin.. Hayatta herkesin başlangıç sansı olmalıdır, en azından bir kere. Çünkü yaşamımızda bir yere kadar, kaynağından fışkıran su gibi geliriz, neredeyse kontrolsüz bir hızla ve rastgele bir yönde. Oradan oraya savrulur ve daha kendimizi toparlayamadan farklı bir darbeyle yeni bir yöne doğru ilerleriz. Bize hız kazandıran kişiler ve olaylar arasında sersemleşir, zaman kontrolünü yitirir, içsel olarak yaş almazken, takvim hesabıyla ömrümüzün yarısını tüketiriz. Şansımız varsa hayatta bir veya iki kez dururuz. Bir anda o koşuşturmaca biter ve zaman havada asılı kalır. Bazen bir hastalık, bazen bir kayıp, bazense ani bir değişiklik olur bunun sebebi. Nicedir bizi sürüklemekte olan akıştan kurtulur, belki de ilk defa şaşkın ama sakin gözlerle etrafımıza bakınırız. İşte başlangıç şansları bu gibi zamanlarda ortaya çıkar fakat uzun süre kalmaz. Bir görünüp bir kaybolacak yapıdadır. Her şey o zamandan çalınmış anda, bizim neden-sonuç ilişkilerini kurmamıza bağlıdır. Birden çoğalan ihtimallerden birini tutabilir ve bu sefer daha bilinçli bir şekilde onun peşinden gidebiliriz veya içinden şans eseri çıktığımız düzenin oyuncularından biri yokluğumuzu fark eder ve kolunu uzatıp bizi eski yerimize çeker, hayatımız ise kaldığımız yerden devam eder. Her insan yeni başlangıçları hak eder. Büyük veya küçük, herhangi bir fikirden yaşamını tazeleyebilir veya tamamen değiştirebilir. Değişim sanıldığı kadar kaçınılmaz ve korkulduğu kadar zorlayıcı değildir. O zaten olmaktadır. Ona ayak uydurmak, eğer sizin kararınızsa, başınıza gelebilecek en keyifli süreçlerden biridir. Deneyin .. Yazınız uğurlu olsun ve bolca şifalı…