HAZIRAN2020 Reşat Kutucular
Lafım "yumuşatıcılara"
LAFIM “YUMUŞATICILARA” Geçenlerde whatsapp gruplarından birinde bir mesaj gördüm. O an bardağın taştığını hissettim, bu yazıyı yazmaya karar verdim. Mesajda Türkiye’nin mevcut ekonomik sorunlarının listesi yapılmıştı. Bunlar çeşitli online grup ve toplantılardan çıkmış notlardı. 30’dan fazla madde sıralanmıştı. Dövizden bütçeye, bu dönemdeki devlet desteklerinden işsizliğe kadar hemen her konuya değinilmişti. Ama çok önemli bir madde yoktu! O da benim “yönetişim sorunu” dediğim, bazı arkadaşlarımın ise bu “yönetişim” değil “yönetim sorunudur”, yönetişim olsa zaten bu kadar sorun olmaz dediği şeydi. Üç kez gözden geçirdim. Listede yönetim sözcüğü de geçmiyordu, yönetişim de… Böyle bir madde olmayınca diğer tüm maddeler boşa düşüyordu haliyle! Şunu baştan bir alalım… Türkiye kendi başına girdiği 2018 krizinden çıkmaya çalışırken daha karmaşık ve daha büyük bir ekonomik dalgayla kendini “tarihinin en derin krizinde” buldu. Şu an pek öyle görünmese de iklim oraya doğru evirilecek. Covid 19’a zayıf döviz rezervi, delik deşik bir bütçe ve yüksek oranlı işsizlikle yakalandık. Ülkenin buraya savrulmasının temel nedeni: “Etkin yönetişim” olmaması… Güçlü bir yönetim var ancak garip bir şekilde “yönetim sorunu” var. Ekonomik arızalar esasen bu sorununun dışa vuran belirtileri. Süreci bir hatırlayalım. Son yedi yılda küresel finansal şartlar zorlaştı. 7 Haziran 2015’ten sonra gelen seçim ve referandumlar iktidarı oy odaklı bir yaklaşıma itti. Yapılması gerekenler ya yapılmadı, ya da geç yapıldı. Süreçte yaşanan kurumsal erozyon, hukuki zemindeki çatırtılar, deneysel karar ve uygulamalar, sürdürülemez ekonomi politikaları iç ve dış kırılganlığımızı artırdı. 2018 Ağustosunda yaşanan ekonomik yıkım sonrası sorunlara getirilen geçici çözümlerle sadece vakit kazanıldı. O kazanılan vakit de bu salgında uçup gitti. Son yedi yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve onun gölgesindeki ekonomi yönetiminin attığı adımları bütün bu dalgalanmalara rağmen açık açık ya da örtülü olarak destekleyen çeşitli gruplar gördük. Hala da görüyoruz. Bunlardan benim en haz edemediklerim ne yandaşlar, ne de üç maymunu oynayanlar... En haz edemediklerim, en çok öfkelendiklerim çok net olarak ifade edeyim, “yumuşatıcı” olanlar. Yani aslında ekonomide neyin yanlış, neyin doğru olduğunu görenler… Ancak şu ya da bu nedenle yanlışlara, anormalliklere doğrudan itiraz etmeyenler… Hatta zaman zaman yaşanan saçmalıkları “normalleştirmeye” çalışanlar. Olumlu gelişmelerde şakıyan, olumsuzluklarda mecbur kalırlarsa “ölçülü ve örtülü” eleştiri ile topa girenler… Hukuk olmadan ekonomi olmayacağını dillendirmeyenler… Çok önemli zayıflıklara, mesela Merkez Bankasının yalpalamalarına değinmeyenler… Hazine’nin sürekli artan net borçlanmasını geçmişte “Hazine ön alıyor” diye sulandırıp şimdilerde ise çıtı çıkmayanlar! İşsizlik rakamlarını yorumlarken sorunun özüne değinme gereği bile görmeyenler… Tek dertleri kendi küçük iktidar alanlarını sürdürmek olanlar! “Algıyı” zedeleyecek alanları mayınlı sayanlar! Zamanın ruhuna uygun cambazlık peşinde olanlar! Sayıları hiç de az değil. Dilleri çok tanıdık. Ayrıca etkili noktalardalar. Ticaret ve sanayi odalarındalar… Derneklerdeler… Birliklerdeler… Meslek örgütlerindeler… Televizyon ekranlarındalar… Sosyal medyadalar… Bankaların tepesindeler ya da tepeye yakınlar… Şirketlerde ortaklar… Üç maymunu oynasalar, korkuyorlar diyeceğim, anlayacağım. Korku insani bir duygu… Ya da yandaş gibi “tam itaat” ediyor olsalar yine hoş görmeye çalışacağım. “O”na kayıtsız şartsız “inanıyorlar”, onda vücut buluyorlar diyeceğim. Ama bunlar hep sahnedeler, nesnel konuşur gibi yapıp sadede bir türlü gelmiyorlar. Gözümüzün içine bakarak gerçeği eğip bükmeye çalışıyorlar. Şu son dönemde bile seslerini yükseltemediler. “Bakın, sağlık bilim kurulu ne güzel çalışıyor, bu süreçte sağlıkla ekonomi iç içe, bir de ekonomi bilim kurulu kuralım” bile diyemediler, demediler. Demezler. Diyemezler. Bence ülkenin bugünkü hale düşmesinde net ve güçlü bir tavır koymadıkları için bu tayfanın ciddi sorumluluğu var! Ha seslerini yükseltselerdi bir şey değişir miydi? Onu bilemeyiz ama durumu idare etmek işlerine geldi, sonuç böyle oldu. Yirmi otuz yıl sonra bugünlerin tarihi yazıldığında eminim orada kendilerine müstesna bir yer bulacaklar!