Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Şükran Yücel
İz Bırakan Filmler
İstanbul Film Festivali'nin bu yılki teması İz Bırakan Filmler'di. Öyle filmler vardır ki, hayatımıza dokunmuş, belleğimizde derin izler bırakmıştır. Geçmişe dönüp baktığımızda, o filmler bir film şeridi gibi akıp gider. Pek çoğunu her izleyişimizde, anılarımızla birlikte hayatımızın bir parçası olduğunu hissederiz. Beyazperdenin o eski büyüsü, günümüzde eksilse de, film festivallerinde tazelenir. 35. İstanbul Film Festivali'nde izlediğim filmlerle hayatımda iz bırakan filmlere döndüm. Bazı arkadaşlarım dvd'de, televizyon ekranında veya bilgisayarda film izlemeyi tercih ediyorlar. Beyazperdenin, sinema salonunun, diğer seyircilerle birlikte film seyretmenin bambaşka bir aurası olduğunu unutuyorlar. Film seyretmek sadece o filmi görmek demek değil. Hep birlikte bambaşka bir dünyaya yolculuk etmektir. Yusuf Atılgan'ın “Aylak Adam” romanındaki sinemadan çıkan insanını hatırlarım: “İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi. Düşünüyordu: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir insan yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. ... Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar.” Bu festivalde de iz bırakan nice film gördük. Çoğunu kaçırdık. Kaçırdıklarımızı “Başka Sinema”'da izleme umudumuz var en azından. Sinemayı seven insanlar, sinefiller “Başka Sinema”yı mutlaka izlemeli. Festivalde izlediğim Kapalı Gişe belgeseli tam da bu konuyu mercek altına alıyordu. Sinema salonlarının tekelleşmiş birkaç şirket tarafından işletilmesi, salonlarda nitelikli filmler görmemizi engelliyor. AVM sinemaları milyonlarca gişe yapan piyasa filmleri tarafından işgal edilmiş durumda. Sanatsal değeri olan, festivallerde ödül almış filmleri görme olanağımız “başka sinema”yla ve festivallerle kısıtlı. Türkiye Sineması, son yıllarda büyük ivme kazanmış durumda. Yapımcılar ve yönetmenler, bir meselesi olan kaliteli filmler yaptıklarında salon bulamıyorlar. Popcorn gibi tüketilip anında unutulan, iz bırakmayan suda tirit filmler bütün salonları işgal ediyor. İyi filmleri görmek için “başka sinema”yı desteklemeliyiz. Kapısı sokağa açılan eski salonlar birer birer kayboluyor. Onları yaşatmalıyız. Festival çok renkli, çok kültürlü bir balo gibiydi. Ettore Scola'nın Balo adlı filmi bu festivalde gördüğüm en etkileyici filmdi. Ettore Scola'yı 20 Ocak'ta kaybettik. Bir dönem İtalyan Sineması'nın bizde ne derin izler bıraktığını bu filmle tekrar hatırladım. Balo, sadece bir film değil, bir başyapıt. Oscar'a aday olmuş, pek çok ödül kazanmış bir tarihi epik. Yıllar içinde daha da değer kazanmış. Fransa'nın 50 yıllık tarihini Paris'teki bir balo salonunda izliyoruz. Her sınıftan değişik kişiler dans ediyor. Oyuncular ve müzisyenler yıllar içinde değişmiyor. 1983 yapımı olan filmde hiç konuşma yok. İçinde bulundukları çağa göre kostümleri değişerek dans eden aynı oyuncuların eşliğinde film zaman içinde yolculuk yapıyor. 1936'da halk cephesi işçi sınıfına güç veriyor. 1940'ta Alman işgalinin hemen öncesinde zengin bir çift giriyor salona. 1944'te Paris kurtulurken bir Nazi subayı, bir işbirlikçiyle birlikte geliyor. Sakatlanmış bir direnişçi sevgiyle, saygıyla karşılanıyor. 1946'da Amerikalı askerler caz müziğini ve ipek çorapları getiriyor. 1956'da rock'n roll müziğiyle coşuyor dans edenler. 1968'de devrimci öğrenciler terk edilmiş salona yerleşiyor. 1983'te balo salonu artık bir disco'dur. Aynı barmen ortalığı topluyor, balo sona eriyor. Atom Egoyan'ın son filmi Hatırla (Remember) gene yönetmenin gözde konusu olan hatırlamak üzerine. Hafıza kaybı yaşayan yaşlı bir adam (Christopher Plummer) bakımevindeki bir dostunun hazırladığı planla 70 yıl önce ailesini katleden bir Nazi toplama kampı yöneticisini bulmak için uzun bir yolculuğa çıkar. Bazı Naziler, yenildikten sonra toplama kampında öldürdükleri Yahudilerin kimliğiyle ABD'ye iltica etmişlerdir. Bu eski Nazilerin peşine düşen pek çok film çekildi. Atom Egoyan, hafıza kaybını da psikolojik açıdan irdeleyerek, gerilimi hiç düşmeyen son derece etkileyici bir film çekmiş. Hatırla,iz bırakan bir film. Festivalde pek çok iz bırakan yerli, yabancı film vardı. Son yılların belgeselleri kurgularıyla, hikayeleriyle yepyeni yollar açıyor sinema için. Hitchcock/Truffaut, Büyükbabam Allende, Ben Belfast'ım, Evimin Avlusu, Kapalı Gişe, Ben, Ingrid ve belgesel kuşağındaki tüm filmler büyük ilgiyle karşılandı. Ingrid Bergman'ın sıradışı hayatını anlatan Ben, Ingrid onun iz bırakan filmlerini hatırlattı: Casablanca, Anastasia, Aşktan da Üstün, Stromboli, Güz Sonatı gibi. Genç yaşta İsveç'ten Hollywood'a çağrılan ve orada çok önemli filmlerde oynayan Ingrid Bergman, bir süre sonra hayran olduğu İtalyan Sineması'nda rol almak arzusuyla yönetmen Rosselini'ye mektup yazar. Sonrasında Rosselini ile olan ilişkisi bir skandala sebep olur. Hollywood'un ve Amerikan seyircisinin boykotuyla karşılanmasına yol açar. Ingrid Bergman hayatı boyunca cesur kararlar alarak sıradışı bir star portresi çizer. İz bırakan filmler, hayatınızdan eksik olmasın.