NISAN2017 Avram Ventura
Dördüncü Mum
Nazım Hikmet, 30 Eylül 1945 tarihinde, Piraye için yazdığı şiirde şöyle diyor: Seni düşünmek güzel şey / ümitli şey / dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. / Fakat artık ümit yetmiyor bana, / ben artık şarkı dinlemek değil / şarkı söylemek istiyorum... Direnen insanların yaşam öyküleri her zaman ilgimi çekmiştir; kötülüğe, acılara, yenilmişliğe, başarısızlığa, ezilmişliğe, hatta ölüme… Karşılaştığımız her türlü olumsuz koşullara karşı, bizlere güç veren, yaşama dört elle tutunmamızı sağlayan beklentinin gizilgücünü tanımlamak gerçekten olanaksız. Okudukça, yaşadıkça bunun farklı örneklerini görüyoruz. İnsanın bu katlanma gücüne, direnç içindeki beklentisine kısaca umut deyip geçiyoruz. Bunları düşündükçe kimi sorular aklıma takılıyor: Ya Pandora’nın Kutusu açılıp tüm kötülükler yeryüzüne saçıldığında, onlarla birlikte umudu da elimizden kaçırsaydık? Ya hayatımızda umuda hiç yer vermeseydik?.. Ya bulunduğumuz durumun değişmeyeceğine inanarak, daha iyiye, daha güzele olan beklentilerimizi tümüyle yitirseydik? Kuşkusuz, içimizi karartmanın hiç gereği yok. İyi ki en umarsız anlarımızda bile umuda dört elle sarılabiliyor, yaşamın tüm olumsuzluklarına karşı direnebiliyoruz. Ünlü düşünür Nietzsche, umudu Pandora’nın kutusunda kalan son kötülük olarak nitelendiriyor. Bu beklentiyi de yaşantımızdan çıkararak olursak, artık yürüdüğümüz karanlık tünelin sonunda bir ışık aramayacak, tutunacak son dalımızı da yitireceğiz. Nerdeyse üstünden kırk yıl geçmiş, Umutla başlıklı şiiri yazdığımdan bu yana. Şiirin son dizeleri şöyle: “Bakışınla değişir dünyanın rengi / Aklınla başka renk yüreğinle başka / Bakarsın en umarsız anında / Bahçende çiçekler açılır / Umutla beslenir sevgi / Yüzünün gülen aydınlığında” Bir ömür boyu, hangi duygu ve düşüncelerimizi beslememişiz ki umutlarla… Her geçen an yitirdiklerimizi bir düşünsek; değerlerimizi, inancımızı, sevgimizi… Yine de her gecenin ardından, umut bir güneş gibi doğuyor karanlık ufkumuza; anlatacağımız dört mumun öyküsünde olduğu gibi… Dört mum, sessiz bir ortamda yavaşça yanıyormuş. İçlerinden ilki şöyle demiş: “Ben barışım! Artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, sanıyorum söneceğim." Bu sözler üstüne alevi hızla azalmış ve bütünüyle sönmüş. İkincisi şöyle söylemiş: “Ben inancım! Neredeyse herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor; o nedenle daha çok yanık kalmama hiç gerek yok.” Konuşmayı bitirdiği zaman, bir rüzgâr hafifçe esmiş ve onu söndürmüş. Üçüncü mum, sırası gelince konuşmuş: “Ben sevgiyim! Yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. İnsanlar beni bir kenara bıraktı ve önemimi anlamadı. Kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular." Üçüncü mum, sözlerini bitirdiği anda sönmüş. Bir süre sonra odaya bir çocuk girmiş ve üç mumun yanmadığını görmüş. “Neden yanmıyorsunuz, sizin sonuna kadar yanmanız gerekirdi." dedikten sonra ağlamaya başlamış. Bunun üzerine dördüncü mum şöyle söylemiş: “Korkma, ben yandığım sürece diğer mumları yeniden yakabiliriz, ben umudum!” Öyküde olduğu gibi, önem verdiğimiz içimizdeki değerlerle ilgili yanan mumlar zamanla sönebilir, her şeyimiz bir anda yok olabilir. Yeter ki umudumuzu yitirmeyelim!
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.