Bulunduğu sayı belirtilmemiş.
Hikmet Savatlı
Cehaletten Kurtulma Sanatı (CKS 100)
Havaalanında 10 dakika geçirerek ülkenin, daha doğrusu evdeki %50 diye bahsi geçen kitleyi anlamak için yeterli! Şimdi burada yanlış anlaşılma olmasın siyasi bir propaganda ya da sosyal mesaj verme niyeti ve düşüncesi içinde değilim!
Biliyorum ki, bu ülkenin siyaseti ideoloji için değil cep doldurmak için yapılıyor. Arada bir iki tane dürüst iş yapmak isteyen adam çıkarsa ya öldürülüyor ya da pasivize edilerek kenara alınıyor.
36 yaşındayım 30 senedir uçağa biner, havaalanlarında bulunurum. Üniversiteyi şehir dışında ve ülke dışında okuyunca bir de seyahat etmeyi sevince ne sıklık ile havaalanında bulunduğum anlaşılır sanırım.
Yıllar içerisinde "insan" olmanın zorluklarını anlamaya, kendimi bana öğretilen, gördüğüm ve okuduğum öğretiler ile törpülemeye çalıştım. Ne diyordu Rumi? Kişiyi kendin gibi bil... Ne diyordu annem/babam? Kibar ol, insanlar ile konuş ve uzlaş. Bunların ışığında hayatın içinde kimseyi kendinden aşağı ya da yukarı görmemeyi öğrendim.
Bu sebeple kimseyi gücendirmek ve ya aşağılamak üzere, hakarete varacak söylemlerde bulunmam.
Zamanla edindiğim öğretiler evrildi. İnsan karşısındakini kendi gibi bilmekten önce, kendini iyice bilmeli. Sabrın bir erdem olduğunu bilirsin ama sabır taşını çatlamamayı erdemden saymazsın. Zaman ile taşını törpüler tolerans seviyeni artırır ve nezaketi elden bırakmazsın.
Burada tekrardan yazayım hor görmek için değil. Adana, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerin havaalanlarında başörtüsü kullanan insanların hızla arttığına siz de benim kadar şahit olmuşsunuzdur.
Siyasileştirilerek sembol olmuş bu durum hemen beni başörtüsü düşmanı ilan etmen için yazılmadı. Ben başörtüsü düşmanı değilim, seni anlamaya çalışıyorum, sana sorular sormama izin vermiyor, seni tanımamı engellediğin gibi kendimi sana anlatmama da izin vermiyorsun.
Başörtüsünü din için takıyorsan kutsal kitabın diğer gerekliliklerini de yerine getirip getirmediğini merak ederim? Aslında bana ne değil mi Allah ile kul arasındaki? Lakin sen de beni kâfir olmakla suçluyorsun. Hem de sadece bana bakarak! Belki de kendini bir zümreye mensup gibi göstererek günümüz konjonktüründe kendince saf tutuyorsun.
Başörtüsünü aksesuar olarak kullanıyorsan, bakımlı olmanı isterim. Ama bildiğim kadarı ile başörtüsü makyaj ve son moda dini öğreti ile ters düşer sanıyorum!
İster tak ister takma, her koyun kendi bacağından asılıyor. Yani senin inancın sana benim inancım bana gizli, önemli olan biraz okuyabilmek, biraz anlayabilmek. Arapça bilmek şart değil alırsın bir çeviri okuyup anlamaya çalışırsın. 36 yaşıma gelene kadar üç kere okumuşumdur Kur’an’ı. Anlamadığım için değil yeni düşünceler ve öğrendiklerim ile bir daha anlayabilmek için!
Mesele başörtüsünden rahatsızlık duymak değil, mesele işe aldığın personelin içini dolduramıyorsan ve boş teneke halinde kurumsal kimliğini bu görüntüye bağlıyorsan ben senin kurumsallığındaki kalitesizliği ve düşüşü fark ederim! Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Yahudi, LGBT, kadın, erkek, Alevi Sünni, Hanefi, Şafi, engelli, sakallı, bıyıklı, vs… bu ülkede kırıntısına kadar bölünmüş insanların en küçüğü bile orada olsa, insan olduğunu unutmadan yaptığı işi en iyi şekilde yapması gerektiğine inanıyorum.
Ne yazık ki bu ülkede birlikte yaşamak zorunda olduğumuz kültür düzeyi belirli ve kısıtlı insanlar var. Hemen söyleyeyim bunların Range Rover kullananı da, yalıda oturanı da, otobüste yanında oturanı da var.
Havaalanı girişinde bu insanlar ile karşılaştım elimde bir büyük bir küçük valiz içeri yürüyorum. Bir taksi önümü kesti, içinden inen sanırım Paitaht'ı ziyarete gelen Manisa Sancak Beyi’ydi; kapısını açtı, valizlerini önüme yağdı. Ben bekliyorum bana “Pardon” diyecek diye, “Geç gardaş geç bekleme…” deyince gülerek uzaklaştım.
Binaya girince kendini Emniyet Müdürü ya da Genelkurmay Başkanı edasıyla güvenlik alanında destan yazan çalışanlar ile karşılaşıp sakin kalmayı başardım. Arkamdan enseme nefes vererek sürekli ve bir o kadar saçma sapan değme cabası içerisinde önüme geçmeye çalışan ve bu sırada yanındaki adam ve kadını da beraberinde çeken insan suretindeki öküze anlamsızca bakarak geri durmasını anlatmaya çalıştım. Bu sırada Nazi Almanya’sı “özel” güvenliği “Biyefendi halt! Sen var durmak ben deyince geçmek!” dedi...
Ben askerlik boyunca Ankara Sahil Güvenlik Merkez Komutanlık lumbarağzında (nizamiye kapısı) x ray cihazı ve detektörleri kullandım. Neye öteceğini ve nasıl ayarlanması gerektiğini bilirim. Her yolculuğumdan önce cüzdan, telefon, kemer, (eskiden sigara çakmak) yani ötecek her şeyi bir çantaya koyarım. Ötmemek için elimden gelen her şeyi yaparım zira el ile mıncık mıncık aramaktan nefret ederim!
Daha sonra THY bankosuna geldik iki 6 kilo küçük kabin bir 26 kilo büyük valiz var. Bu arada iki kişi 30 kilo bagaj ve 16 kilo kabin bagajı hakkımız var. Kabine alacağımıza bagaja verelim dedik. Aldığımız cevap: “Üzgünüz biyefendi bizim yapacağımız bişi yok!” oldu. Ama benim 200 bin milim var ve sizin havayolunuzun düzenli yolcusuyum. Kartınız klasik “biyefendi bizim yapabileceğimiz bişi yok!” sanki kabin uçaktan ayrı bir yer ama önemli değil, iki valizi al ya da alma elinden ne geliyorsa bir insanlık göster... Ne mümkün!
Sabır diyerek ikinci kontrol noktasına ilerledikçe içimi bir sevinç kaplıyor! Zira artık doğu Berlin'den Batıya geçip kendimi müttefiklerin kollarına atacağım, bekle beni özgürlük!
Bu ara havaalanında çok sık duyduğum "random" kelimesi güvenlik noktasında çok duyuluyor. Rastgele yani loto gibi! Polis öndeki arabaya geç deyip sana dur der ya öyle rastgele bir seçim...
İlk noktada ötmeyip ikinci noktada öterek güvenliklerin dikkatini çekmeyi başardım. Arkamdan “Rondom! Rondom!” diye bağıran güvenliği müteakip yanıma gelen iki görevli “Biyefendi çantanızı açar mısınız?” deyip çanta içerisinde lap to (top değil ama) olup olmadığını sordu; bu sırada diğeri ellerimi iki yana açarak oramı buramı arıyor! Görsen sanki Batı Almanya'ya sanat eseri kaçırıyorum! Görevlinin boyu da kısa bende kollarımı kaldırabileceğim kadar yukarı kaldırıyorum. Ama kontroller sıkı! İlla t-shirt giydiğim kollarımı arayacak! İki nokta arasında üzerime bir şey koymadan nasıl ötebiliyorsam…
Uçağa binmemize daha vaktimiz olduğundan bir yerlerde çay kahve içerek uçağı beklemek istedik fakat binişimiz 111 numaradan İstanbul Atatürk havaalanını bilenler için uzak bir kapı ve yanında 15 - 20 masalı küçük bir kafe var. İki kişilik masalarda çoğu insan tek kişi kitaba telefona gömülen ve ‘aman benim yanıma oturmasın kimse’ diye paranoya olan yolcularla dolu. Tam boş bir masa var oturup oturma konusunda kararsızız. Valizleri koyuyoruz masanın yanına ve bir şeyler seçmeye gideceğiz. Ben o sırada kapıya bakıyorum yolcu alacaksa uçak oturmayacağız. Bu sırada kafe görevlisi çocuk masaya oturamayacağımızı zira yaşlı bir amcanın bizden önce gelip yemek seçtiğini (ki biz içerideyken amca geldi ve direk seçmeye gitti) ve masaya onun oturması gerektiğini söyledi. Bu sırada amca 3. sınıf rollerde oynayan bir aktör, adını bile bilmiyorum. “Nasıl olur?” diye bakışırken eşime dönerek dedim ki “Bırak o otursun eğer kibar bir beyefendiyse zaten bizi de buyur eder biz de ya oturur ya da oturmayız” dedim ve valizleri aldım. Bu sırada amca davet ve nezaket kavramları üzerine derin düşünceler içerisinde “ne davet edecem!” diye söyleniyordu. Robert De Niro olsa anlarım amcanın havasını!
İşte bu ülkenin bencil, cahil ve bir o kadar da medeniyetsiz insanları! Uçak rötar yapar anons etmez bir de yolculardan anlayış beklerler.
Gördüğün gibi başörtüsü sadece bir araç, beynini faydalı bilgiler ile dolduramadıkça kendi bilip karşındaki ile mesafeli saygın bir köprü kurmadıkça bu insanlardan biri olmaya mahkum kalacaksın.
Burası Türkiye burada her şey olur! Yolda yürürken ölebilir, simit satarken şahit yazılabilir ve kalemin kırılabilir. Bakkala ekmek almaya gider ve asla eve dönemezsin, okula diye çıkıp tecavüze uğrar, yakılır ve canından olabilirsin. Yetiştirme yurdunda tacize uğrar, hatta tecavüzcün ile evlendirilebilirsin.
Bunları artık yadırgamıyoruz burası Türkiye işte diyoruz! Burada her şey olur. Her şey olabilen bu ülkede olası muhtemel ve normal olan hiç bir şey olmazken yapılması en zor olan ilk şey insan olabilmek; sonrasında kalabalık yerde bomba, tenha yerde tecavüz korkusu olan bu ülkede yaşayabilmek…
Hadi seninle bir şey deneyelim?
Bugün okuduğun bir kitabı gittiğin bir kafede, ya da halka açık bir alanda bir bankın üzerine bırak? İçine de şu notu yaz, resimle ve sosyal medya hesaplarından bu hastag ile paylaş.
“#sanakitapbıraktım
okuduğum bir kitabı seninle paylaştığım için mutluyum, lütfen sende okuduğun başka bir kitabı bu not ile paylaş…”