NISAN2020 Avram Ventura
Görev sorumluluğu
Yürürken, toplu ulaşım araçlarında, toplantılarda ya da bir söyleşi sırasında çoğu kişiyi elinde telefonla oynarken gördüğümde ne denli yadırgıyor, kızıyor olsam da bir şekilde alıştım, belki de alıştırdılar. Kendi seçimleridir diyerek konuyu geçiştiriyorum; ancak bir iş akdi içinde çalışanların veya hizmet etmekle yükümlü olanların bu davranışını yalnızca saygısızlık olarak değil, bir suç kapsamında nitelendirmek gerekir. Nitekim kimi işyerlerinde telefon bağımlılıkları nedeniyle işten çıkarılanları biliyorum. Bu anlattığım hepimizin her an gözlemlediği sıradan bir örnek. Asıl söylemek istediğim, üstlendiğimiz bir görevin hakkını vererek çalışmamızı sürdürmenin gerekliliğidir. Bu iş saatleriyle ilgili olabilir, işe olan yaklaşımımız ya da söz verdiğimiz zamanda çalışmamızı tamamlamakla… Bir görevin başında olmanın, ona gerekli ilgi ve özeni göstermeye yetmeyeceğini bildiğimiz gibi… Bir zamanlar, kentin merkezine yakın trafiğin yoğun olduğu bir yerde, tehlikeli bir tren hemzemin geçidi varmış. Henüz elektronik – otomatik sinyaller, yanıp sönen kırmızı ışıklar, çalan çanlar yokmuş. Tek güvenlik önlemi olarak gündüzleri elinde kırmızı bayrak, geceleri de kırmızı ışıklı fener sallayan bir geçit bekçisi varmış. Bu güvenlik önlemine karşın, bir gece büyük bir kaza olmuş ve birçok kişi yaşamını yitirmiş. Sonra soruşturma açılmış, tüm kuşkular bekçinin üzerinde toplanmış. Mahkeme sırasında ne sorarlarsa sorsunlar, bekçi yalnızca şöyle yanıt veriyormuş: “Görevimin başındaydım ve fenerimi sallıyordum.” Sorgulama bir hayli uzun sürmüş, ancak suçlayacak başka bir kanıt bulunamadığından, bekçi de aklanarak serbest bırakılmış. Mahkeme binasından çıkarken bekçi, “Tanrı’ya şükür, fenerin yanıp yanmadığını hiç sormadılar.” diye mırıldanıyormuş. Öyküden de anlaşılacağı gibi, görevinin başında olmak, görevini yapmak anlamına gelmiyor. Her alanda, üstlendiğimiz her görevin mutlaka bir tanımı olmalıdır. Yapılması ya da yapılmaması gereken işler, çalışma süreleri, sorumluluğumuz, yetki sınırlarımız ve benzeri konular… İşim düştüğü bir kurumda, alışveriş yaptığım bir işyerinde ya da çeşitli nedenlerle bulunduğum yerlerde çalışan kimi insanı, öyküdeki bekçiye benzetiyorum: Onlardan her biri görevinin başında ya da öyle görünüyor, ancak işini özenli ve doğru yapmıyor! Bu konuyu biraz açacak olursak: Diyelim ki bir öğrenciden söz ediyoruz. Okuluna zamanında gidiyor, tüm dersleri aksatmadan izliyor. Soruyoruz: Ondan beklenen yalnızca belirli saatlerde sınıfta bulunmak, dersleri izlemek midir? Değil, kuşkusuz. Bir dönem sonunda, öğrendikleriyle nasıl bir başarı gösterdiğidir önemli olan! Diyelim ki bir öğretmen… Yalnızca belirlenen derslere girip çıkıyor, kendisine verilen programı uyguluyor; oysa öğrencilere bilgi alanında olduğu kadar, insan olma yolunda yeni ufuklar açamıyorsa, görevini yeterince yapmış oluyor mu? Diyelim ki bir kamu hizmeti yapıyor, memur… Sabahtan akşama kadar görevinin başında görünüyor, önüne konan işleri aksatmadan yapıyor. Oysa bu çalışma süresi içindeki verimliliği nedir, varlığı yaptığı işe bir değer katıyor mu, diye hiç sorguluyor muyuz? Her gün bunun sayısız örnekleriyle karşılaşıyoruz. Gittiğimiz bir lokantadaki garsonun, alışveriş yaptığımız bir işyerindeki tezgâhtarın, bir yolculukta görev alan rehberin, bir hastanendeki sağlık personelinin, bir banka çalışanının ya da kamu işlerinde görevli bir memurun işini yaparken gösterdiği farklı yaklaşımları izliyoruz. Yukarıdaki bekçi örneğinde, aksatılan görevle ilgili konuyu biraz abartmış olabiliriz; ancak bir sorumluluk üstlendiğimizde, ilerde hatalarımızdan kaynaklanabilecek olumsuzlukların boyutunu hiç kestiremeyiz. Verdiğimiz örnekler bağlamında, her birimizin kaygılandığı, üzüldüğü, kızdığı kimi olaylar gözünüzün önüne geliyordur. Benzerlerini her zaman ve bulunduğumuz her ortamda yaşamak zorunda kalabiliriz. Sözü bağlamak gerekirse, kısaca şunu söylemek istiyorum: Yalnızca görevimizin başında bulunmak, üstlendiğimiz bir işin eksiksiz ve özenli yapılması için yeterli olmuyor. Onun sorumluluğunun da bilincinde olmak gerekiyor.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.