MARTNISAN2023 Avram Ventura
İnandığımız değerler
İNANDIĞIMIZ DEĞERLER Bir yanda yasal, öte yandan virüs korkusunun getirdiği baskı nedeniyle, benim gibi birçoğumuzun yaşam alanı oldukça sınırlanmış bir süreç geçirdik. Bu zaman içerisinde birçok şeyi özledik, ama beklentilerimizi ertelemek zorunda kaldık. Ekonomik koşulların düzelmesi, en alt düzeye inen sosyal ilişkilerin başlaması, sevdiğimiz etkinliklerin sürmesi için umutla bekledik. Bu süreç içerisinde yaşamanın, birçoğumuz için hayatta kalmaya çalışmakla eş anlamlı sayıldığını da unutmuyoruz. Elbette ki yeni bir şey söylemiyorum; ama o sancılı günlerde yaşadığımız koşullar bir yana, bildiğimiz şu gerçek, bir şekilde karşımıza çıkıyor: Bir şeyin değeri, ancak ondan yoksun kalındığında anlaşılıyor! Bunu hayatımızın her döneminde, her konuda ve her alanda yaşıyoruz: Soframızdan eksilen bir öğün yemeğin, kesilen su ya da elektriğin, yitirdiğimiz bir insanın, bir yangın ya da bir deprem sonucunda kaybettiklerimizin… Ayrıca sevgi, sağlık, para, huzur, özgürlük, barış, mutluluk… Kısacası hayatımıza anlam katan, güzelleştiren ya da iyileştiren, aklımıza gelebilecek her şey! Bizim için her birinin değeri, eksildiği oranda artıyor. Bunlar çoğu zaman, yaşam boyu mutlu olmak ya da mutsuzluğumuzu arttırmak için de birer etmen olmaktadır. Bu gerçeği hepimiz biliyor olmamıza karşın, güncel sorunlara odaklanırken, taşıdığımız değerlerin ne denli önemli olduklarını unutuyoruz. Oysaki soluk aldığımız sürece, güneşi bir süre örten bulutlar gibi, zaman zaman olumsuzluklar yaşamamız kaçınılmaz oluyor. O güne değin üstünde durmadığımız, hiç önem vermediğimiz bir konu ya da bizi etkileyen bir durum, sorunlarımızın ilk sırasına yerleşerek günümüzü karartabiliyor. Yaşadığımız bu Pandemi döneminde, hayatımızın her alanında, hepimizin bunu sıkça duyumsamış olduğunu söyleyebilirim. En önemlisi de, gerek maddesel gerekse tinsel olarak, değer kavramını farklı anlamlarıyla yorumlayabiliyoruz. Bir zamanlar çok zengin ve güçlü bir hükümdar varmış. Her gittiği yere servetini götürür, bununla da övünmeyi severmiş. Günün birinde bu hükümdar çok güvendiği, ona her zaman yol göstermiş bir bilgeden kendi servetinin değerini öğrenmek istemiş. Bunun üzerine bilge kişi sormuş: “Diyelim ki bir çölde susuzluktan ölmek üzeresiniz. Bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?” diye sorduğunda hükümdar verebileceğini söyleyince, bilge kişi yine sormuş: “Susuzluğunuz daha çok artmış olsa, ölmemek için bir bardak suya servetinizin kalan yarısını da verir miydiniz?” Hükümdar “Elbette ki verirdim!” dediğinde bilge kişi gülerek şöyle demiş: “Hükümdarım, demek ki bütün servetinizin değeri yalnızca iki bardak suymuş!” Öyküden esinlenerek, değer dediğimiz kavramın, yer, zaman ve koşullara göre değiştiğini söyleyebiliriz. Bilimde, sanatta, felsefede olduğu kadar somut ve soyut alanlarda bu kavramı kullanıyoruz. En önemlisi de insan nitelikleri için! Kısacası değer, benim için önemli olan gereksinimlerdir. Maddesel olanlar kadar, sevgi, sevecenlik, dürüstlük, saygı, özgürlük, güvenirlilik gibi kavramlar da aynı tanımın içine girmektedir. Bunlar aynı zamanda hayata bir anlam katmamızda etkin olmaktadırlar. Bu arada Ataol Behramoğlu’nun dizeleri takıldı dilimin ucuna: “Çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana” Bu dizeler, şairin Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var adlı şiirinden. Demek ki, öğrenmek için bazı şeyleri yaşamak, onlardan da kimi dersler çıkarmak gerekiyormuş. Buda’nın söylencelerle zenginleşen yaşam öyküsü, belki birçoğumuz için güzel bir örnek olabilir: Genç Siddharta, ne denli özenle yaşamın gerçeklerinden uzak tutulmaya çalışılmışsa da, içine kapatıldığı yüksek duvarlı saraydan ilk çıkışında, hiç bilmediği yoksullukla karşılaşmış. Yetiştiği varsıl ve hiçbir olanaktan yoksun kalmamış bir yaşam içinde, büyük bir şaşkınlığa uğramış. Daha sonraki çıkışlarında hastalık ve ölümü görmüş. Bu kez iç dünyası tümüyle altüst olmuş. Son kez çıplak, ancak buna karşın mutlu bir insanla karşılaştığında, Buda olma yolunda ilk adımı atmış. İnsan, hayatın kendisine sunulmuş en büyük armağan olduğunu, ona değer vermesi gerekirken, bunu yeterince başaramadığını, ancak ömrünün sonbaharında öğreniyor. Yitirilmiş bir zaman sonunda, bu öğrendiklerimizin de ne yazık ki hiç bir yararı olmuyor. Bizim de başkalarını zaman zaman dinlemiş olduğumuz, ama onların yaşam deneyimlerinden yeterince ders alamadığımız gibi. Olumlu tarafından bakacak olursak: Umalım ki istemeden de olsa yaşadığımız tüm olumsuzluklar, sahip olduğumuz her şeyin değerini anlamamıza yardımcı olacaktır.