MARTNISAN2023
Ayse Perin (Tatari)
Deprem öldürmez bina öldürür
Deprem öldürmez bina öldürür
Telafisi mümkün olamayacak büyük acıların ardından, önce ahlak sorgulanmaya başladı.
İnsan eliyle yapılmış olan hatalar kadere yüklenebilir miydi?
Çok acı tecrübeler ile bir dönüm noktasındaydı ülkemiz. Bir yandan enkaz altındaki canlar kurtarılmaya çalışılıyor diğer yandan nedendi niçindi diye sorgulanıyordu.
1999 Marmara depremi sonrası çıkarılan ve 2019 da yenilenen imar yönetmeliği, kağıt üzerinde gayet başarılıydı... Fakat uygulamada, ihmaller ve suistimaller eklenince sonuç karşımızdaydı.
Biliyoruz ki ”Deprem öldürmez, bina öldürür” ...6 Şubat 2023 depreminde, bölgede yapılan yeni binaların yüzde 30 u ya yıkıldı ya da ağır hasar gördü. Mimarlar odası başkanın gözlemlerine göre tablo daha da ağır, yıkılan binaların yüzde 60 ı yeni binalar. Modern dünyanın en iyi yönetmeliğine sahip olduğumuz halde bu binalar neden yıkıldı?
Ülkemizde pek çok yerde fay hatları üzerindeki alanlar yapılaşmaya açılmış. Depremden zarar gören kentlerimize bakıldığında, dere yatakları, tarım alanları, heyelan bölgeleri dikkate alınmamış.
Günümüz Türkiye’sinde, her diploması olan mimar ve mühendis imza yetkisine haiz. Yeterlilik ve takip aranmıyor, para karşılığında proje imzalıyorlar. Zemin etüdü için jeoloji mühendisine ihtiyaç var, duyuyoruz ki Gaziantep ve pek çok belediyelerde bir tek jeoloji mühendisi yok... Yapı denetim firmasına bağlı jeoloji mühendisleri ve belediyeler bir bina inşasında sorumluluk taşımalıdır. Ve imar affı denilen affedilmez yasa kaldırılmalıdır.
2015 yılında bir gazetede yazmış olduğum bir köşe yazısını hatırlıyorum; yazımın başlığı “Yapılaşma Furyası”...Yazımda değerli mimar Doğan Kuban’ın, ülkemiz için gelecek olan felaketlerin doğasını açıklayan sözlerine yer vermişim.
Cumhuriyet gazetesinde, Bilim ve Teknoloji Eki’ndeki köşesini ve kitaplarını zevkle ve onaylayarak okurdum. Tarafsız ve bilimsel yaklaşımları ile doğru bir yol haritası çizerdi Doğan Hoca. Kentleşme ile ilgili, benzer yazılar her gazetede her tür okuyucu için yayınlanmalıdır diye düşünürüm... Bugün hayatta olmayan bu değerli mimar ve kent bilimcinin sözleri güncelliğini koruyor.
“Ülkemizde, kent planlaması ve mimarlık tasarımının son yarım yüzyılı bir çöküş sürecidir. Her şeyi paraya indirgeyen bir ortamda bu yargı, bu işlerden anlamayanlara garip gelebilir. Kaldı ki inşaatlar arasında iyi niyetli insanların yaptırdıkları ve yetenekli mimarların tasarladıkları yapılarda var.
Kent ve mimarlık, toplumun içinde bulunduğu bilinçsiz, sözde gelişimin hemen her alanda çaldığı tehlike çanlarıdır. Onlara kulak tıkamayın.
Daha kentleşmemiş Anadolu halkı, gökdelenler büyük yüksek yapılardan oluşan konut siteleri, alışveriş merkezleri, lüks malzemeler karşısında çok etkileniyor.
Ülkenin bütün kurumlarıyla tepetaklak gitmesi Anadolu halkının suçu değildir. Toplumsal bir deformasyondur, nedenleri de sayısızdır. Temelleri Osmanlı toplum yapısından kaynaklanır.
Genç mimar başarısız bir uygulama yapmışsa, bunun kişisel bir yeteneksizlikten çok, toplumsal bir yoksulluğun bir hamlığın sonucu olarak görmek daha doğru olur.
İnsan davranışları, kentin uygarlık düzeyini yükselten ya da düşüren niteliklerdir...
İstanbul tarihi boyunca, Türkiye'nin Avrupa’dan uygarlık havası aldığı en açık pencereydi. Bu gün bu olanak neredeyse sonsuz, fakat pencere ne kadar açık?
Kentlerimizin çağdaşlaşma hızını kesen pek çok faktör var. Bunların başında ulusal kültür, öğretim düzeyi ve politik ve ekonomik yozlaşmanın olumsuz etkileri sayılabilir.
İstanbul’a göç ile kent nüfusu neredeyse 20 milyona çıkacak. Ama halkın kentlileşmesi daha gerçekleşmedi. Bunun eğitimle ilgisi var elbette… Benzer Avrupa kentleri ile karşılaştırıldığında kent henüz kentli değil. Bunun en temel eksikliği insan saygısının eksikliğinden kaynaklanıyor. Kalabalık bir kentte yaşamak için uyulmak zorunda olunan kurallar artar, başka türlü yaşanamaz. Anadolu insanı bunu evinde sokağında okulda görmemiş.
Birbirinin hakkını yeme nüfusun yarısı için bir kabadayılık ya da bir açıkgözlük. Fakat bu davranışların sonucu bazen yaşamsal bir önem taşıyabilir.
Türkiye’de halk iktidardadır.
Halk ne kadar cahilse iktidar da o kadar cahildir. Türkiye’de sınıflandırma, aristokrasi olmamıştır.
Kentlere göçten sonra toprak ağası da yoktur.
Entelektüel, güç sahibi değildir.
Büyük şirketler güç sahibi olmak için politik iktidarla iyi geçinmek zorundadır. Politik iktidar da halkın yol açtığı iktidardır. Fakat bu iktidarların uluslararası güçlerden ne derce bağımsız olduğu belli değildir.
Uluslararası konjonktürün nasıl etkili olduğunu, doğru olarak anlayacak özgürlüğe sahip değiliz.
Cehaletin okumuşlukla değil, toplumun entelektüel ataleti ile ilişkisi vardır.
Çağdaş dünyada, gelişmiş ülkelerle eşit koşullarda yaşamak; gerekli bilgisel, entelektüel, ve insana saygıda temellenmiş davranışsal birikimlere sahip olmaktır.
...Her şey kötü değil, ama büyük kent İstanbul bir iflastır ”
Doğan Hocanın yazılarından alıntılar ile köşemin el verdiği kadar önemli noktalara değindim.
Ülkemizin bu karanlık günlerinde bizi aydınlığa taşıyacak değerli bilim adamlarımız mevcut. Milletçe bir güç birliği oluşturarak olağanüstü gayretle bölgeye destek olmaya çalışılıyor. Görüyoruz ki kaybettiğimiz değerlerin yanı sıra müthiş bir dayanışma içindeyiz.
Dünyada benzer deprem felaketlerine uğrayan ülkeler örnek alınıp (Japonya, İtalya...) gelecekteki afetlere karşı önlem planının yürütücülüğünü yapması için konu hakkında bilgi ve deneyimi olan mimarlar ile işbirliği şart olmalıdır.
Milletimiz bu büyük depremle ağır bir bedel ödedi ve ödemeye devam edecek. Umarız ‘tarih tekerrürdür’ söylemi, bu defa geçerliliğini yitirmiş olur da tarihimizi ‘yanlışlarımızı düzelterek’ yeniden yazmak amacımız olur.