KASIM2016
Avram Ventura
Yaşantımızdaki Öyküler
Masallar, hikâyeler, fıkralar, kıssalar…
Bunlar yaşantımda her zaman yer alıyorlar. Okuyorum, dinliyorum, yeri geldiğinde anlatıyorum.
Eski çağlardan bu yana öyküler, bir konunun algılanmasında, insanları yönlendirmede, inançların pekiştirilmesinde, iletişimin güçlendirilmesinde her zaman etkili olmuşlardır. Tüm gelenekler, inanç sistemleri bu öykü ve alegorilerden yararlanmışlar, onların iletileriyle insanların kendilerini özdeşleşmelerini sağlamışlardır. Kutsal kitaplar içinde yer alanlar kadar, inanç önderlerinin ilişki ve yaşamlarını konu alan kıssalar kuşaktan kuşağa aktarılmış, bu örnekler doğrultusunda insanlar eğitilmeye çalışılmıştır. Bir konuyu anlatırken, kendimizi ifade etmeye çalışırken, yeni bir ürünü pazarlarken, sığındığımız bir hikâye sözlerimizi daha çok güçlendirmiş, etkisini arttırmıştır.
Çağımız insanı her şeyin hikâyesini merak ediyor!
Burada öykü sözcüğünü kullanmıyorum, çünkü hikâye sanki başka unsurları da içinde barındırıyor, dinleyene daha inandırıcı geliyor! Neyin hikâyesi dersek?..
Aslında bir sınır yok! Piyasaya yeni sunulmuş bir markanın olduğu kadar, ünlü olmuş ya da şöhret basamaklarında yükselen bir insanın, ticari, sanatsal ya da bilimsel bir başarının hikâyesi... Olağan ya da olağan dışı! Adını koyamadığımız bir dürtüyle, kışkırtılıyoruz, merak ediyoruz, bu hikâyeleri okumak, dinlemek istiyoruz. Bunları bildiğimiz anda, sanki o insanı, o nesneyi ya da o olayı daha farklı sevecek, ona daha çok bağlanacağız; ama aranan, istenen bu! Anlatılanların gerçek olup olmaması bir yana, herkesin dinlemekten hoşlanacağı, konuyla ilgili bir hikâye, bu nedenle her zaman sunuma hazır bulunduruluyor.
Kitle iletişim araçlarının bu konudaki çabalarını göz ardı etmeyelim! Bazıları bire bin katarak kimi olay ve insanları abartılı bir şekilde öyküleştirirken, kimini de bir anda yerin dibine gömüyorlar. Yeter ki ellerindeki ürün ya da insandan ilginç bir hikâye yaratsınlar! Acındırsınlar, güldürsünler, düşündürtsünler... Okuyucu ya da izleyiciyi o kişilerin yerine koymalarını sağlayarak, meraklandırarak ya da kışkırtarak ilgiye ortak etsinler! Daha gerçekçi bir deyişle, pazarlamaya çalıştıkları her neyse, en kısa zamanda ve en iyi şekilde satsın!
İşin doğrusu, bilinçlendiğimiz andan başlayarak öykülerle besleniyoruz. Hangi yaşta olursak olalım, iyiyi, doğruyu, yürekliliği, sevgiyi, aşkı, hasreti, başarıyı, inancı bu öykülerin iletileriyle anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Çaresiz, umutsuz, yılgın, başarısız olduğumuz anlarda, bir öykü mutlaka yolumuzu aydınlatıyor. Her birinin okuyucusu ya da dinleyicisi olurken, aslında kahramanlarından birinin yerine kendimizi koyarak, gerekli “kıssadan hisseyi” çıkarıyoruz. Bir bakıma yüzümüze tutulan aynada, kendimize olsun dile getiremediğimiz duyguları tüm çıplaklığı ile görebiliyoruz. Kuşkusuz her zaman olumluluğu ve erdemliliği anlatan bu öykülerle, bize farklı amaçlarda sunulan hikâyeleri karıştırmamak gerekli; ancak işlevleri ne olursa olsun, insanı hedefledikleri sürece, her zaman önemlerini koruyacaklardır.
Öyküler bizi düşünmeye yönlendirdiği kadar, yüreğimize dokunarak duygusal yanımızı da etkiler. Kendimizi kahramanlarının yerine koyarak sanal bir bağ kurar, onlar gibi mutlu olur, üzülür, acısını anlamaya çalışır, iletilerimizi güçlendirmekte onlardan yakın destek ve yardım alırız.
Sözlerimizi bir öykü ile sürdürelim:
Baba ile oğul bir yolda yürüyorlarmış. Derken büyük bir taş çıkmış karşılarına. Oğlan babasına dönüp, “Sence bütün gücümü kullanırsam, bu kayayı yerinden kıpırdatabilir miyim?” diye sormuş. “Bütün gücünü kullanırsan, eminim yapabilirsin,” demiş babası. Oğlan kayayı itmeye koyulmuş. Kendini alabildiğince zorlayarak, bütün gücüyle itmiş. Kaya yerinden kıpırdamamış. Cesareti kırılan oğlan, “Yanılmışsın. Bak işte yapamadım,” demiş babasına. Babası kolunu oğlunun omzuna dolayıp şöyle yanıtlamış: “Hayır, evlat. Sen bütün gücünü kullanmadın, benden yardım istemedin!”
Çoğu zaman ben de sözlerimi aktarırken öykülerin inandırma gücünden yararlandığımı, onlardan yardım aldığımı söylemek isterim.