EYLULEKIM2024
ALAATTİN YÜKSEL İLE DEMOKRASİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Alaattin Yüksel: "Halkımız gerçek bir demokrasi ile yönetilmeyi hak ediyor." Cumhuriyetin ilk kuruluşundan bugüne yükselişin ardından demokrasi açısından sürekli bir düşüş dönemini yaşayan ülkemizde Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin tüzük kurultayı öncesinde CHP eski İzmir milletvekili ve il başkanı Alaattin Yüksel ile demokrasi, Siyasi Partiler Kanunu ve seçim üzerine konuştuk. Demokrasi kısaca halkın yönetimi, halkın yönetme hakkı olarak tanımlanıyor. Ülkemizde halk yönetime katılıyor mu sizce? Mevcut başkanlık sisteminde demokrasiden bahsetmemize tabii ki imkan yok. Halkın seçimden seçime oy vermesini de halkın yönetime katılması olarak tanımlayamayız. Bizde demokrasi değil, hibrit demokrasi var. Yani, hem var hem yok. Ülkemizin demokrasi yolculuğu ne yazık ki yıllar içinde sürekli geriye gitti. Şu an en kötü noktadayız. Ülkede ne demokrasi var, ne hukuk, ne adalet, ne de sosyal adalet var. Buraya gelmemizdeki en önemli sebep; halkın demokrasiye katılmaması ile ilgili, çünkü halk siyaset ve siyasetçi denince pek de güzel şeyler düşünmüyor. Maalesef, siyaset kurumlarının saygınlığı inanılmaz derecede düşük. Bunu uzun seneler içinde siyasetçiler kendileri yarattı. Halkımızda “Doğru dürüst işi gücü olan kişinin siyasetle ilişkisi olmaz, siyaset daha çok kişisel çıkar amaçlı yapılan bir iştir” gibi bir algı var şu anda. Oysa ki; “Siyasetçi dediğin, halkın mutluluğu için siyaset yapan insandır” algısının oluşması lazım. Siyaset yapma amacı, davranışları belirleyen en önemli etkendir. Eğer içinden çıktığınız bu halkın daha mutlu ve refah içinde yaşamasına yönelik siyaset yapıyorsanız davranışlarınız başkadır, ama kendinizi bir yerlere taşımak için siyaset yapıyorsanız o ortamda başka işbirlikleri kuruluyor. Siyasete ve siyasetçiye yaklaşım bu kadar kötümü? İyileştirilemez mi? Şimdi siyasetin böyle bir imajı olunca, düzgün, namuslu insanlar etrafında olup bitenleri görünce; “Ben neden buradayım?” sorusunu sormaya başlıyor ve “Burada olmamalıyım” sonucuna varıyor. Düzgün siyaset yapacak olanlar böyle teslim olursa, bu sefer alan tamamen kişisel çıkar için siyaset yapanlara kalıyor. Siyasette profesyonelleşme doğru değil. Halkın mutluluğu için siyaset yapanların ortaya çıkmaları, meşhur “Karanlığa lanet okumaktansa, bir mum yakmak yeğdir” sözünün peşinden gitmeleri lazım. Öte yandan entelektüel, çevrede böyle çok eleştiri alır siyasetçiler ya, ben bu eleştirileri yapanlara hep şu yanıtı vermişimdir. Sen ne yapıyorsun kardeşim? Senin katkın ne? Hani, beni eleştiriyorsun da, sen ne yapıyorsun? Sadece uzaktan seyrediyorsun… Bir de; “Gelsek, bizi seçmez, bir şey yapmazsınız ki bizi” meselesi var. Eğer halkının mutluluğu için geliyorsan, bir şey olmaya gelme. Bir şey yaratmaya gel. Yani almaya gelme, vermeye gel. Gerçek bir demokrasi için sizin öncelikleriniz neler? Gerçek bir demokrasi için tabii ki öncelik parlamenter sisteme geri dönülmesinde… Ondan sonra Siyasi Partiler Yasası ele alınmalı… 1980 sonrasında, Siyasi Partiler Yasası’nda çok önemli değişiklikler yapıldı. Öncesinde nasıldı? Öncesinde, kamu görevlerine talip olan parti üyelerinin, belediye meclisi, belediye başkanlığı, milletvekilliği ile ilgili kanuna göre yüzde doksan beşinin mutlaka ön seçimde belirlenmesi gerekiyordu ve hakim nezaretinde ön seçimler yapılıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi'nde yetmişli yıllarda çok aktif şekilde bu işin içinde bulundum. O dönemde ön seçimler CHP delegeleri ile yapılıyordu. Delege seçimleri de çok önemli, farklı oluyordu. Mesela bir mahallenin delege seçiminde, örneğin Mithatpaşa Caddesi’ndeki bir mahallede delege seçimi varsa, cadde kalabalıktan geçilmezdi. Mahalle delegesi seçilmek için iddialı olan üyeler önemli çalışmalar yapar, neredeyse bütün mahalleli ile içli dışlı olurdu. Bütün üyeler katılıyor, delege orada seçiliyordu. Seçim bu şekilde yapıldığında da delegenin hiç kimseye bir bağımlılığı olmuyordu. Orada, tabandaki halka, üyeye sen dokunuyorsan, o seni seçiliyor, üye nezdinde olumlu bir intiba edinememişsen asla seçilemezdin. Şimdi adaylar merkezde belirleniyor. Yerel halkla hiçbir ilişki kurmadan aday olanlar var. Milletvekili adayları Ankara’ya gidiyor, genel başkanın ve genel başkan yardımcılarının kapısında mesai yapıyor. Bütün Türkiye'den adaylar, her gün orada bekleşiyor. Koridorlarda iğne atsan yere düşmez, herkes bir kapı aralamaya çalışıyor. Siyasi partilerde başkan sultasını kaldırmak için neler yapılabilir Bu sistemi olduğu gibi ortadan kaldırmak lazım. Aday olan gelecek, yerelde, örneğin İzmir'de partinin üyesiyle, İzmir halkıyla iletişim kuracak. Yerelde kamuoyu baskısı çok önemlidir. Benim ikinci dönem il başkanı seçilmem partinin delegesinden, üyesinden çok kamuoyunun baskısıyla olmuştur. Kamuoyunda adaya oluşan destek, parti üyesini de delegesini de etkiler. Benim bu konuda farklı bir önerim var. Diyorum ki milletvekili adayının sadece partinin desteğini alması yeterli değil. Kamuoyunda güçlü olması da yeterli değil. O zaman ne yapmak lazım? Dört cephede yarıştırmak lazım adayları. Birinci olarak parti üyelerinde yarıştırıp, ilk puanı oradan vereceksin. İkinci olarak STK'lardan puan alacak, orada yarışacak. Üçüncü konu kamuoyundan ne kadar destek aldığı. Son olarak ilçe örgütleri, il örgütleri ve genel merkezin adayın sicili ile ilgili, onlar da partiye ne kadar katkısı var, toplum yararına çalışmalara ne kadar katılıyor gibi ölçütlerle puan verilmeli. Türkiye'de bırakın bunları, zaten normal ön seçimi yapılmıyor artık. Demokratikleşmenin ilk ayağı böyle. Seçileceklerin mutlaka ön seçimde belirlenmesi gerek. 70’li yıllarda genel başkanları eleştirmek prim bile yapardı. Şimdi kimse genel başkanlara karşı hele hele seçilmek isteyenler ağzını açıp tek kelime edebiliyor mu? Edemiyor. 27 Mayıs'tan sonra yapılan Anayasa tarihimizin en demokratik Anayasasıdır ve adayların önseçimle belirlenmesi zorunlu kılınmıştır. Bütün partiler o dönem önseçim yapıyordu. 1980 darbesinden sonra kaldırdılar ve partilerin kendi seçimine bıraktılar. Öyle olunca, uzun süre mesela Doğru Yol Partisi ve CHP önseçimi uygulamaya devam etmeye çalıştı. Alışkanlık oluşmuştu, ayrıca o yıllarda halk siyasetin önündeydi, hakikaten farklı yıllardı. Şimdi belediye başkanları, belediye meclis üyeleri seçiyoruz. Peki, seçildikten sonra mesela yerel yönetimlerde göklere çıkardığımız katılımcı yönetim modeli ne kadar uygulanıyor? Uygulanamıyor, çünkü orada da başkanlık sistemi var. Belediye Meclisi üyeleri kentin sorunları, yeni yatırımları hakkında alınacak kararlarda ne derece etkin oluyor dersiniz… Hani başkanlık sistemini Türkiye'de kaldıralım değiştirelim diyoruz ya, belediyelerde de değiştirmek lazım. Başkanlık sistemini yerelde de kaldıracaksın ortadan. Halk belediye meclis üyelerini seçecek, belediye meclis üyeleri de belediye başkanını seçecek. Ticaret Odalarında vardı bu sistem. Meclis üyeleri dört sene için seçiliyor ama başkanlar için dönemin yarısında yeni bir seçim yapılıyordu, yani Meclis başkanın icraatlarını beğenmezse değiştirebiliyordu başkanı. Ben yine o yıllarda şunu yaşadım. Belediye Meclisi olarak biz başkanın sunduğu yıllık bütçeyi reddettik. Yani güvensizlik oyu verdik sayılır. Ama Kanunda öyle bir uygulama var ki böyle bir durumda Başkana bir şey olmuyor aksine meclis düşüyor bütçeyi reddettiği için. İşte kaymakam imzaladı, vali imzaladı falan, uygulama devam etti. Yani o bütçe uygulandı. Eğer itirazı uzatsak, meclis olarak biz düşecektik. Gerçek bir demokrasi, tam demokratikleşme için halkın yönetime katılmasını sağlamak lazım. Eğer belediye mahallede herhangi bir uygulama yapacaksa, mahalle halkına bunu sorması mahalleli ile bunu oturup tartışması lazım ki o birlikte verilen karara herkes sahip çıksın. Mahalle meclisleri oluşturulabilir. Mahalleliyi belediye meclis üyesi temsil ediyor konusu yeterli değil, mahallelinin kendisi işin içinde olacak. Siyasetten bir örnek vermek gerekirse 2002 seçimlerinde 24 milletvekili vardı İzmir'in, on altısını CHP almıştı. O seçimlerde en önemli farkımız şuydu; tüm sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla beraber siyaset yapıyorduk. Onlarla sürekli görüş alışverişi içindeydik. Yerel seçimler öncesinde, Büyükşehir Belediyesi'nin yönetim şemasındaki 17 ana kuruldan yola çıkarak 17 çalışma grubu oluşturduk. Bir de onun alt kurulları var. Oralarda partili olmayan ama İzmir'de kendini kanıtlamış, konusunda en iyi insanları ekonomiden, kültür sanata kadar çeşitli alanlarda uzmanlardan oluşan üç yüz kişilik çalışma grupları oluşturduk. Bu grupların içine birer tane il yöneticisi verdim. O da sadece il yönetimiyle koordinasyonu sağlasın diye. Rehberler odasından, eczacılar odasına kadar tüm odaları da sendikaları da işin içine soktuk. Parti'de her dakika proje atölyeleri toplantıları var. O zaman ne oluyor? Bütün İzmir senle beraber hareket ediyor ve sonunda da diyor ki; “Bir şehir anca böyle yönetilebilir.” Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir'i katılımcı yönetim anlayışıyla iyi yönetebilir konusunu da göstermiştik topluma. Başarılı belediyeler halk meclisleri oluşturuyorlar. Ön seçimden başlayıp kademe kademe ve seçildikten sonra da anca bu şekilde bir çalışmayla demokrasi mümkün. Partinin tabanının bir sağ duyusu vardır. Seni ölçer, takip eder. Davranışlarında, konuşmalarında ne kadar samimi olduğunu ölçer. Esasında ön seçim olsa samimi olan, halkın ölçeğinden geçmiş olanlar seçilecek ve siyaset kaybettiği saygınlığı yeniden kazanacak. Yani neden geçmişten ta yetmişli yıllardan beri sürekli siyaset irtifa kaybetti? Bu nedenle kaybediyor. Siyasi kariyer basamakları nasıl olmalı, ideali nedir bu işin? Biraz önce değindik, seksen darbesi ile Siyasi Partiler Yasası değişti, Seçim Yasası değişti ve her şey ondan sonra bozulmaya başladı. Aslında illa bir yasa zorunluluğu olması da gerekmiyor. Sosyal demokrat sol partilerde eğer gerçekten halk için siyaset yapıyorsan, o zaman bir kanuna bağlı olması şart değil. Öyle bağlayıcı demokratik bir tüzük yaparsın ki özlediğimiz, istediğimiz en ideal sistemi yakalayabilirsin. Halk da buna güvenir, iyi anlatırsan. Zaten yaşayacak, bunu görecek halk. Siyasetin mahalleden başladığına da tanık olacak. Siyasetçinin ilk kariyer basamağı kesinlikle kendi çevresi olmalı. Çevresinden partisine yeni üyeler kazandırmalı, mevcut üyelerin sorunlarına eğilmeli… Partilerde aktif üye sayısının artması demokratikleşmenin temelidir. Tabii ki üyelere değer veren bir tüzük olmalı. Siyasette kalitenin artmasının önü de bu sayede açılabilir. 2001’de ilk il başkanı olduğumda, İzmir'in entelektüel çevresinden destek istemiştim. “Senin için ne yapabiliriz” dediler. Partili değiller ama ülkenin sorunlarına, dünya sorunlarına ilgi duyuyorlar. Benim ilk istediğim, siyasi parti üyelerinin uymakla yükümlü olduğu etik kuralları yazılması oldu. Ali Nail Kubalı sağ olsun, Hülya Güven'i, genç akademisyenleri aldı yanına ve bir etik kurallar çalışması yapıldı. 2001’den beri Etik Kurulu partide kurmak için mücadele ettim. Parti Meclisinden geçirdim. Feyzioğlu Tüzük Komisyonu Başkanı'ydı, kurultayın gündemine getirmedi. Sonunda tüzüğe etik kurul olarak girdi ama etik kurulları uygulamaya sokamıyoruz. Aradan bunca yıl geçti, böyle bir kurumsal yapıyı kurmak lazım. Tüzük de bu yapının yer alması mümkün. Siyasetin halk nezdinde görünüşünü değiştirmek, bilgi ve deneyimi yüksek insanların siyasete katılmasını istiyorsanız 'etik kurallarınız' olmalıi ve siz parti tüzüğüne bu yapıyı yerleştirmelisiniz. O zaman herkes daha mutlu bir şekilde yapar bu işi. Peki, yani şimdi CHP'nin bu tüzük kurultayı diğer partileri de örnek olacak mı? Siz kurultayda oy kullanıyor musunuz? Tüzük Kurultayında sadece delegeler oy kullanabiliyor ama konuşma hakkımız var. Ktkı koyabilir görüş belirtebiliriz. Umarım kurultay iyi bir örnek olur. Bu konuştuğumuz sistemi, yani o eskiden Siyasi Partiler Yasası’nda olan, en azından bu başkanlık sultasını yok edecek ön seçim sistemini kurmamız şart. 1960 Anayasası’nın getirdiği sistemi özlüyoruz. Dijital çağı yaşıyoruz, çok daha geliştirilmiş geniş kurultaylar yapmak, katılımı inanılmaz bir şekilde artırabiliyor olmamız lazım. Çevrim içi bir kurultay yaparsınız milyonlar katılabilir, bu mümkün. Şimdi kurultaya bir taslak sunulacak. Burada birçok değişiklik önerisi de yer alabilir. Peki bu taslak ve öneriler nasıl hazırlanıyor bir bakalım: Mesela il başkanı çağrı yapıyor. Eski vekiller, eski il başkanlarını falan, hani çalışalım gelin bir tüzük konuşalım diye toplanıyoruz. Kahvaltı yapılıyor, birkaç öneri tartışılıyor ve iki saat sonra herkes işine gücüne dönüyor. İki saatte bitecek bir iş değil ki bu. Yetmişli yıllardan, özendiğimiz yıllardan bir örnek daha vereyim. Ben gençlik kollarındayım. Tüzük, program kurultayı olacak. Parti Meclisi çalışıyor, bir taslak hazırlıyor. Kitap basılıyor. Her maddenin altında boş bir yer bırakılıyor. O boş yere; mahallelerde, gençlik kollarında, kadın kollarında, ana kademede yapılan toplantılarda öneriler yazılıyor. Yani tartışarak, konuşarak, mahallede, insanlarla, üyelerle de bunu konuşarak dolduruyorsun o öneri bölümlerini… Günümüzde kitaba gerek var mı? Artık dijital dünya var. Öneri toplayacaksan hazırlığını önceden yapıp bir e-posta ile gönderir, bütün geri bildirimleri alır, her madde için önerileri düzenler, toplantıda yansıtırsın ekrana ve tartışma başlar. Öyle 2 saat filanda sürmez toplantı. Bu işe gönüllü katılanlar en az bir tam gün orada tartışır, konuşur ve ilin önerisi oluşturulur. Yani CHP'nin dijitalleşmesi lazım. Hepimizin dijitalleşmesi gerekiyor. Tabii ki bugün de çalışmalar yapıldı. Biz de bu işe gönül verdiğimiz için çalışma yaptık Ankara’ya gönderdik. Herkes bireysel ya da grup olarak öneri gönderebiliyor. Bir adım ileriye götürebilir miyiz diye ilgili olan herkes katkı koyabiliyor ama tabanın, örgütün tam isteğini yansıtıyor mu bu çalışmalar, orası tartışılır. Mahallenin sesi duyulacak mı kurultayda orası tartışılır… Ülke, sizce bu başkanlık sisteminden vazgeçecek mi? Yok, bu kadar geniş yetkilere sahip olduğu bir sistemi kendiliğinden bırakmaz. O gücü elinde geçiren bırakmaz. Ama bunu vazgeçecek mi değil, biz vazgeçirebilecek miyiz, biz bunu dönüştürebilecek miyiz, biz bu devrimi gerçekleştirebilecek miyiz diye sormak lazım. Cumhuriyet Halk Partisi son yerel seçimlerde Türkiye'nin birinci partisi oldu. Şu anda iktidar partisinden, halk umudunu kesmiş durumda. Bu gerçeklikten kopmuş, tamamen hayal dünyasında, sadece kendileri, yakın çevreleri yandaşları için yaşayan ve ülkeyi yöneten bir iktidardan umudunu kesmiş durumda. Halk desteğini yitirdi AKP. Büyük bir kopuş yaşandı ve ilk defa Cumhuriyet Halk Partisi'ne de “Bak, ben seni alternatif olarak görüyorum” mesajını verdi seçmen. İlk defa yurttaş, Cumhuriyet Halk Partisi'ne “Ben seni iktidar için görevlendirebilirim” dedi. Şimdi bizim, bu tüzük kurultayından, arkasından gelecek program kurultayından başlayarak yeni bir hikaye yazmamız gerekiyor. Bize "Evet, ben seni iktidara taşıyabilirim, toparla kendini" diyen halkın, o seçimde bize verdiği desteği kullanmamız gerekiyor. Bunu nasıl kullanacağız? Aslında hikayemizde hazır. Kurtuluş Savaşı yaşamış bir ülke burası. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde bir mucize buna karşı kazanılmış. Arkasından gelen on yıllık o iktisadi devrim süreci de bir mucize. Dünyadaki bütün uluslar gelişme dönemlerine, özgürlük ve modernleşme diye başlamış. Amin Maalouf, Labirent kitabında ABD, Japonya, Çin ve Rusya'nın gelişimlerini incelemiş. Hepsinin çıkış dönemleri aynı şekilde modernleşme, özgürleşme, adalet, hukuk ile başlamış. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduktan sonra yaptığı devrimler gelişen bütün dünya ülkelerine örnek oldu. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Atatürk'ün kurduğu bir parti olarak da hikayesi aslında hazır. Atatürk'ün o devrimci anlayışına, çağa uygun bir uygulama programının halka anlatılması gerekiyor. Türkiye’yi tarımda kendine yeten ve ihracatçı ülke haline getirmek için çiftçiyi nasıl destekleyeceksin bunun anlatılması lazım. Yapay zeka çağında teknolojide ilerlemeyi nasıl sağlayacaksın bunu anlatacaksın… CHP’ye Türkiye’nin ve dünyanın en iyi ekonomistleri destek veriyor. Nasıl tasarruf yapacak, nasıl kaynak yaratacaksın ve ekonomiyi nasıl düzlüğe çıkaracaksın bunu teker teker anlatacaksın. Seçim öncesinde İzmir’de “İzmir İttifakı” söylemini geliştirdik. Genel Başkan Özel de “Türkiye İttifakı” diyerek seçmeni AKP’den kurtuluş için Mustafa Kemal Atatürk’ün partisine çağırıyor. Genel seçimin ayak sesleri de duyuluyor. Atatürk’ün partisi ikinci kurtuluş, demokratik, özgür ve çağdaş bir Türkiye için çalışıyor. Seçmenin Türkiye ittifakını kuracağına inanıyorum. Sizin ve arkadaşlarınızın çalışmaları ile oluşturulan Tüzük değişikliği çalışmanızı bizimle paylaşabilir misiniz? Tabii ki, bizim gibi ülkenin her yanından hazırlıklar yapıldı. Umarım bu kongrede Türkiye'nin en demokratik parti tüzüğünü gerçekleştirmiş olacağız.