AGUSTOS2019 Avram Ventura
Can sıkıntısı
Sıkılıyorum! Genel bir umutsuzluğun egemen olduğu bir ortamda bulunmaktan, karartılmış sözcükleri dinlemekten sıkıldım. Ne denli böyle bir ortamdan sıyrılmaya çalışsam da, benimle birlikte herkesi bir şekilde etkiliyor. Yazılı ve görsel basın kadar, görüştüğüm insanlar, bu olumsuzluğu körüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Birçok insanla birlikte yolumu yitirdiğimi ya da bir duvara tosladığımı varsayıyorum. Benim beklediğim, kimi insanların içimizi karartması yerine, düzlüğe çıkartacak yeni yollar önermesi, benzer yanılgılara bir kez daha düşmememiz için, bizleri doğru bir şekilde yönlendirmesidir. Ne gezer! Herkes ateşe körükle gitmek için sanki sırasını bekliyor. Genel durum böyle bir olumsuzluk içinde geliştikçe, kendi payıma sağlıklı düşünemiyorum. Doğrularla yanlışlar, gerçeklerle yalanlar birbirine karışıyor. Gereksiz konularla kafamı doldururken, gerekli olanları aklımın süzgecinden geçirmekte zorlanıyorum. Bir yanda çevrenin çok yönlü baskısı, öte yandan umudunu yitirmemeye çalışan, bütün olumsuz seslere kulaklarını tıkayan aklımın, yüreğimin sesi... Bu yüzden sıkılıyorum! Biliyorum bu yalnızca benim sorunum değil, kiminle konuşsam canının sıkıldığından yakınıyor. Doğaldır ki, her şey gibi bu duygu da nedensiz değil. İnsanın içini karartacak olumsuzluklar, belki bu günlerde daha yoğunlaşmış, bizi daha çok kuşatmış olabilir; ancak yakınmaların her kesim ve meslekten insan tarafından çoğalması, gerçekten ilgi çekici. Bu nedenle kendi sorunlarım bir yana, başkalarını dinledikçe canım daha çok sıkılıyor! Artık insanlara umut vermek de giderek güçleşiyor. Belirli sosyal ve ekonomik baskılar kadar, kitle iletişim araçları, koro halinde insanların içlerini karartmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Hadi gazeteleri okumayalım, televizyonların haber saatlerinde pembe dizileri izleyelim, denebilir. Sağlımızı korumak için hepsini yaptık diyelim. Çevremizdeki olay ve insanlardan da kendimizi soyutlayabilecek miyiz? Bütün seslere kulaklarımızı tıkayabilecek, görüntülere göz yumabilecek miyiz?.. Olanaksız işler ya da düşlerle kafamızı yormayalım. Canımız sıkılacak, kızacağız, kavga edeceğiz, üzüleceğiz... Tersine mutlu olduğumuz anlar da olacak. Yaşam bu işte! Alain bir denemesinde, Avrupa'nın irili ufaklı birçok devletin kralını tanımış olduğunu yazıyor. Bu krallardan tümünün yakınması, can sıkıntısındanmış. Çevresinde yüzlerce insan, bir dediğini iki etmiyor, herkesten ve her şeyden onu sakınıyorlarmış. Oyunla, avlanmayla geçen birkaç saatten sonra, kralların yine canları sıkılıyormuş. İnsan kral da olsa, kendini bir boşlukta bulduğu sürece, can sıkıntısından kurtulması olanaksız; oysa sabahtan akşama, işinden başını kaldıramayan insan, sıkılacak zamanı bulamadığı gibi, belki de bir başkasının sorun ettiği konuları düşünemiyordur bile. Alain, yine biraz da ironiyle, Tanrı'nın ne denli sıkılıyor olduğu düşüncesini araya sıkıştırmıştır. Söylencelerde okuduğumuz tanrılar, can sıkıntılarından kurtulmak için insanların arasına karışır, onların günlük yaşamlarını düzenlemeye çalışırlarmış. Zeus'un çapkınlıkları, onun ölümlülerden olan çocuklarının diğer tanrılarla olan ilişkileri, söylencelerin sınırsız imgelemi içerisinde yüzyıllardır yer almaktadır. Ne denli konuşup sıkıntıları üstümüzden atmaya çalışsak, ondan tümüyle sıyrılmamız söz konusu olmuyor. Bu nedenle sözlerimizi bir öyküyle noktalayalım: Adamın biri öte dünyaya göçeli dört bin yıl olmuş. Yapacak bir işi olmadığından canı sıkılıyormuş. Meleklere gidip durumunu anlatmış ve oyalanacak bir iş istemiş. Eline bir törpü vermişler ve gidip Himalaya dağlarını törpülemesini söylemişler. Birkaç bin yıl daha geçmiş. Adam bir gün meleklerin karşısına çıkıp işin bittiğinden, yine de canının sıkıldığından yakınmış. Bu kez eline bir kaşık verip Atlas Okyanusunun sularını boşaltmasını önermişler. Binlerce yıl geçmiş, adamı yine karşılarında bulmuşlar. Bu kez ona dünyaya inmesini ve insanların arasını bulmaya çalışmasını, birbirlerini yemekten vaz geçtiklerinde onlara haber vermelerini söylemişler. Gidiş o gidiş, bir daha adamı görememişler!
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.