KASIM2019 Avram Ventura
Hiçbir şey ve her şey
Aradan geçen yüzyıllara karşın, Eski Roma İmparatoru Septimus Severus’u şu sözüyle anımsıyoruz: “Her şeydim, hiçbir şeye değmezmiş.” Ünün ya da varsıllığın doruklarına yükselmiş, sonra da bir çöküşün veya ölümün eşiğine gelmiş insanlar için oldukça anlamlı bir söz! Yalnız onlar için mi? Aslında her birimiz, ömrümüz boyunca devinen bir sarkaç gibi hiçbir şeyle, her şey arasında gidip geliyoruz. Hayat son sözünü söylemeden, bir başka deyişle daha hiçbir şey olmadığımızı göremeden, her şey olduğumuzu sanıyoruz. Oysaki her şeyin, hiçbir şeye dönüşmesinin her zaman olanaklı olduğunu da yaşayarak görüyoruz. Güçlü olduğumuz zamanlar, tinsel ve maddesel değerlerimiz bize her şeyin kapılarını sonuna kadar açabiliyor. Bunlardan yoksun kaldığımızda da, bütün bu kapıların bir anda yüzümüze kapandığını görebiliyoruz. Jose Hierro'nun Yaşam (Çev. Ayşe Nihal Akbulut) şiiri, söyleyebileceğimiz birçok sözden daha etkili olabilir: “Her şeyden sonra, her şey hiçbir şeye dönüştü / Bir zamanlar her şeydi gerçi / Hiçbir şeyden sonra, ya da her şeyden sonra / Biliyordum her şey değildi hiçbir şeyden başkası / Artık biliyorum, hiçbir şey her şeydi, / Ve külleriydi her şey hiçbir şeyin.” Bu şiir bana tüm ömrü hiçbir şey ile her şey arasında gidip gelen Johann August Suter'in yaşamöyküsünü anımsattı: Suter, bir maceraperest! Bu adam, Avrupa'da sahtekârlıktan, hırsızlıktan, üçkâğıtçılıktan aranırken, çareyi Amerika'ya kaçmakta bulan, üç oğlunu ve karısını gözlerinin yaşına bakmadan bırakabilen biri... New-York'a varınca hamallık, eczacılık, işçilik, meyhanecilik... Aklımıza gelebilecek sıradan her işi yapıyor. Sonra her şeyini paraya çevirerek Missouri'ye gidiyor, tarımla ilgileniyor. Bir çiftlikte oturmak onu yine sıkıyor. Yeniden yola düzülüyor, bu günkü San Francisco kentinin bulunduğu topraklara geliyor. Büyük bir çabayla arazisini işliyor, hayvan yetiştiriyor, dükkânlar açıyor. Giderek daha başarılı oluyor. Yetiştirdiği ürünler bire beş veriyor, hayvanları her geçen gün çoğalıyor. İşleri bir anda o denli genişliyor, Suter de çevresinde öyle ünleniyor ki, nerdeyse yeryüzünün en zengin insanı oluyor. Bir gün doğramacısı topraklarında altın bulunduğunu muştuluyor. Suter bu haberi ne denli gizlemeye çalıştıysa da, önce kendi işçileri duyuyor, sonra tüm Amerika ve dünyanın diğer ülkeleri... Toprakları, bir anda çekirge istilasına uğramış gibi on binlerce insanın baskınına uğruyor. Bir gün içinde dünyanın en yoksul insanı oluveriyor. Kısa bir sürede, San Francisco öyle hızlı gelişmeye başlıyor ki, koskoca bir kent olup çıkıyor. Suter yılmıyor. Avrupa'dan gelen üç oğluyla birlikte yeniden bir çiftlik kurup tarıma başlıyor. Bu arada gizli bir planını uygulamaya başlıyor: Topraklarını ele geçirmiş binlerce çiftçi ile birlikte Kaliforniya hükümetini mahkemeye veriyor. Dünyanın en büyük davası tam dört yıl sürüyor. Tüm engellemelere karşın Suter mahkemeyi kazanıyor. Yine dünyanın en zengin insanı oluyor o anda; ancak bu mutluluk, çok kısa sürüyor. Binlerce çiftçi, hakları ve toprakları ellerinden gidecek diye Suter'in çiftliğini yağmalıyor, bu arada iki oğlu da ölüyor. Suter yine bir zavallı ve dünyanın en yoksul insanı olarak kalıyor. Tam yirmi yıl dilenerek hakkını arıyor; öldüğünde, cebinde dünyanın en zengin insanı olduğunu kanıtlayan bir belge bulunuyor. Sonuç, her şey ile hiçbir şey arasında gidip gelen bir ömür! Hiçbir şey ya da her şey... Önemli olan şu anda ne olduğumuz değil...
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.