MART2022
Avram Ventura
Çağdaşımız Nasreddin
ÇAĞDAŞIMIZ NASREDDİN
Uzun yıllardır denemelerimi “kıssadan hisse” öykülerden esinlenerek yazıyorum. Nitekim bu köşenin adı da “Öykülerin Işığında”. Bu güne değin, Mevl?na’dan Beydeba’ya, Molla Cami’den Şeyh Sadi’ye kimler yoluma ışık tutmadı ki… Her biri, öyküleriyle insanların olumsuz yanlarını anlatmış, onları erdemlilik yolunda aydınlatmaya çalışmışlar. Yüzyıllardır güncelliğini koruyan bu öykülerin, anlamak isteyenler için önemli dersler barındırdığını söylemeye gerek yok.
Doğu öyküleri ile ilgili bu okumalarım sırasında, en renkli, en farklı bir kahraman olarak karşıma çıkanların başında, Nasreddin Hoca geliyor. Bir deneme yazısının sınırlarına hiç sığmayacak olsa da, çoğu bilinen fıkralarını anlatmak yerine, onunla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum:
Gencinden yaşlısına, bu topraklarda yaşayıp da bir Nasreddin Hoca öyküsü dinlememiş, onun zekâ ürünü ve düşünsel olduğu kadar iğneleyici sözlerinden etkilenmemiş ya da gülmecesinden beslenmemiş insan olabilir mi?
Hiç sanmıyorum!
Nerdeyse altı yüzyılı aşkın bir süredir, yalnız Türk insanı değil, komşu ülke insanları da, bu ünlü halk düşünürünün etkisinde kalmış, öykülerini dilden dile aktarmışlardır. Her birimiz onu yalnızca gülmece yazınının bir kaynağı olarak değil, ondan, zaman zaman sözlerimizi güçlendiren bir sığınma limanı olarak yararlanmışızdır. Bir konuyu sayfalar dolusu anlatmaktansa, çoğu kez Hoca’nın bir fıkrası, söyleyeceklerimizi özetlemek için yeterli olmaktadır.
Nasreddin Hoca’nın öykülerinde yer alan kimi sözlerini günlük konuşmalarımızda sıkça kullanıyoruz. Bunlardan bir kısmı dilimize atasözü ya da deyim olarak yerleşmiş, bu şekilde öykünün tümünü anımsatmada ayrıca etkili olmuşlardır. Bu sözlerden birkaçını aktarmak istiyorum: “Ye kürküm ye!”, “Vermeğe gönlü olmayan ipe un serer.”, “Acemi bülbül bu kadar öter.”, “Parayı veren düdüğü çalar.”, “Dostlar alış verişte görsün.”, “Gözüme mi, sözüne mi?” gibi...
Hoca, her şeyden önce bir halk düşünürüdür.
Kimi sorulara verdiği saçma ya da anlamsız görünen yanıtların, düşünüldüğünde, bir gerçeği barındırdığını da söyleyebiliriz: Bir fıkrasında dünyanın merkezini eşeğinin sağ ön ayağının bastığı yer olarak gösteriyor. Yaşadığı dönemi göz önüne aldığımızda, yeryüzünün yuvarlaklığını bilmeyen insan için, Hoca’nın söyledikleri gerçek bir yanıt olmuyor mu? Bir başka fıkrasında, gökyüzündeki yıldızların sayısı için, eşeğinin kıllarının sayısı kadar olduğunu söylemekle, bunun sayılamayacak ölçüde çok olduğunu sezdirmiş olmuyor mu?
Hoca, her zaman çağdaşımızdır.
Bunun en büyük kanıtı, aradan geçen yüzyıllara karşın, sözlerinin hâlâ güncelliğini koruyor olmasıdır. Gerçeküstü gibi görünen kimi fıkralarının bile, güncel kimi sorunların, evlilik ve insan ilişkilerinin, yerleşik inançların eleştirilmesinde etkili olduğunu söylemek gerekir. Kimi sözleriyle bir eğitmen, bir sosyolog, bir bilge, bir kalender; kimiyle de baskıcı odaklara karşı bir aydın duruşu sergiler.
Hoca, bir hoşgörü simgesidir.
Hoşgörü sözcüğünü insan ve olaylara olduğu kadar, gelenek ve inançlara gösterdiği yaklaşımla değerlendirmek gerekir. O kimi yerde bir Bektaşi kimliğiyle karşımızdadır. Kimi zaman bir hoca, kimi zaman gerçeğin bir savunucusu, kimi zaman da çoğunluğun sesidir. Kimi zaman Tanrı’ya sığınır, kimi zaman da onu eleştirmekten hiç geri kalmaz.
Sözlerimin başında da belirttiğim gibi Nasreddin Hoca’yı birkaç satırda anlatmak gerçekten güçtür. Fıkra ve öykülerini her yorumlayışımızda, mutlaka farklı tatlar bulacağımız kuşkusuzdur; ama onu, sürekli eşeğiyle anılan, sıradan bir gülmece kahramanı olarak görmek de yanıltıcı olacaktır.