HAZIRAN2021 Günter Soydanbay
Silikon Vadisi olmak
Silikon Vadisi olmak Çok değil, daha bir kaç sene öncesine kadar gazetelerde marka şehir haber furyası vardı: “Divriği’yi marka şehir yapacağız”, “Afşin marka şehir olma yolunda”, “Pursaklar marka şehir hedefine kilitlendi.” Bu mekanların ne kadarı söylemlerini hayata geçirdi, kaçı hedefine ulaştı bilmiyoruz. Ancak görüyoruz ki marka şehir olma sevdası bugünlerde evrim geçirmiş. Bir süreden beri bir çok mekan silikon vadi olmak istiyor. Sadece son beş ayda bu konuda hakkında haber çıkan mekanlar arasında Antalya, Kocaeli, Silivri var. Buna ek olarak bir çok üniversite “bu yarışta ben de varım!” diyor. Peki, İzmir bu resmin neresinde? Silikon Vadisi olabilir miyiz? Evetse, nasıl oluruz? Bu ay bir ufuk gezisine çıkalım. Silikon Vadisi, San Fransisko Körfezi’nin güneyinde yer alan bir ekosistem. Dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinin karargahı durumunda. Ekosisteminin sınırları içinde 3 milyondan fazla kişi yaşıyor. Bu insanlar yıllık ortalama 150 bin dolardan fazla gelir elde ediyorlar. Bu rakam Amerika ortalamasının neredeyse dört misli. Yani Silikon Vadisi bir ülke olsaydı, dünyanın en zenginleri arasında olurdu. Vadi’de çalışan her 3 kişiden sadece 1’i beyaz Amerikalı. Aksine, her 5 çalışandan 2’si Amerika dışında doğmuş. Yüksek lisans sahiplik oranı ise yüzde 25. Bu kalifiye çalışanlar ordusuna her sene 16 bin kişi katılıyor. Ancak iş tam da bu noktada enterasanlaşıyor. Geçtiğimiz yıl 29 bin kişi Silikon Vadisi’ni terk etmiş. Daha da ilginci, önümüzdeki birkaç yıl içinde Vadi’den ayrılmayı planlayanların sayısı 2016'dan bu yana yüzde 34'ten yüzde 46'ya yükselmiş. Neden mi? İlk olarak hızla artan yaşam masrafı bir çok kişiyi Vadi’yi terk etmeye zorluyor. Buna ek olarak firmaların karşılaştığı vergi yükü de önemli bir etken. Silikon Vadisi’nde piyasa değerlemesi 1 milyar doları aşan sayısız firma var. Bununla beraber, Kaliforniya’nın yüksek vergilendirme politikası yüzünden bazı şirketler faaliyetlerini -daha işveren dostu olan- Orta batı veya Güney eyaletlerine kaydırıyor. Geçtiğimiz sene bunlara bir de pandeminin getirdiği evden çalışma zorunluluğu da eklenince Silikon Vadisi’ne alternatif arayışları hızlanmış. İşte bu noktada daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz Miami, Austin, Raleigh gibi "İkinci Sınıf Şehirler" devreye giriyor. Bu, bulundukları ülkenin en büyük şehrinden daha hızlı büyüyen kentlere verilen teknik bir tanım. Sadece Avrupa Birliği sınırlarında bunlardan 127 adet var. (İzmir de bu kategoriye giriyor.) İkinci Sınıf Şehirlerin ellerinde, başkentlerine karşı kullanabilecekleri çok güçlü bir silah var: Erişilebilirlik. Tüm bunlara rağmen, henüz hiçbir İkinci Sınıf Şehir yeni Silikon Vadisi olmayı başarabilmiş durumda değil. Bu konuda ciddi mesafe kat eden Miami’yi ele alalım. Miami, Latin Amerika ve Karayipler ile önemli bağlantıları olan büyük bir kavşak noktası. Eğlenceli bir yaşam sunan bir yer. Ayrıca eyalette gelir vergisi yok. Dolayısıyla salgın başladığında bir çok girişimci Miami’ye taşınmış. Ancak bu insanların ciddi bir kesimi kentten ayrılmış bile. Neden? Çünkü Miami'de MIT, Stanford ayarında bir üniversite bulunmuyor. Şehirde, dilimize "inek kültürü" diye çevirebileceğimiz bir kritik kitle yok. Tüm bu sebeplerden ötürü Miami, teknoloji parası kazanmaktan çok teknoloji parası harcanacak bir yer gibi algılanıyor. Öte yandan önümüzde bir de Avustralya’nın Melbourne örneği var. Kent, kendini Bilgi Şehri (Knowledge City) olarak konumlamış. 5 milyonluk kentin nüfusunun %10’u bilim, finans, sigorta, sağlık, biyoteknoloji, bilişim ve medya sektörlerinde çalışıyor. Şehirde 10 üniversite var. The Economist tarafından son yedi senedir dünyanın en yaşanabilir kenti seçiliyor. Bu bağlamda Melbourne İzmir’e daha iyi bir örnek olabilir. Peki, ola ki İzmir Türkiye’nin Silikon Vadisi olmak isterse, hangi elle tutulur adımları atmamız lazım? Bu sorunun cevabını gelecek ay turizm-teknoloji sektörünün duayeni Ferda Kertmelioğlu’yla yaptığımız röportajda bulacağız.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.