Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Hikmet Savatlı
HeyeCanlı Yayın
Geçenlerde gurme- gezgin olarak bir değerli kardeşim Murat Can Canbay’ın TRT Radyo 1’ de sunduğu Gece Seyri programına katıldım. İlk radyo, ilk canlı yayın insan biraz kala kalıyor. Normalde konuşma konusunda hiç sıkıntı yaşamayan ve kendime göre ağzı güzel laf yapan biri olarak heyecanıma yenik düşmüş olabileceğimi programın ardından bana yapılan geri dönüşlerden anlayabiliyorum. Açık açık söylemek gerekirse, zihninde düşündüklerin ağzından nedense çıkamıyor bir türlü. Stüdyo, değişik havası olan ilginç bir yer. İki kısımda yapılan programda benden önce ülkemizin yetiştirdiği çok kıymetli sanatçı/heykeltraş Ender Güzey vardı. En kısa zamanda Bodrumda kendi imzasını taşıyan Ender Güzey Müzesi ArtHill’i görmeyi istiyorum. Programın ilk kısmı başladı başlayacakken; ben, bana gösterilen bir yerde programı canlı takip edecektim. Program benim geçenlerde yazdığım bir yazı ile başladı. Canbay üstat, o karizmatik sesi ile benim yazdığım yazıyı okurken kalbim sebepsiz yere çarpmaya başladı zira ilk defa yazdığım bir yazı canlı yayında memleketin en ücra köşesindeki bir yerlere duyuruluyor, birilerine umut oluyor ve kim bilir belki de kimlerin duyguları tarafından sahipleniliyordu. İlk kısım “şimdi gurme-gezgin arkadaşımıza soracağız dondurma yerken içindeki malzemeyi anlayabiliyor mu? Yapımında hangi hayvanın sütünün kullanıldığını söyleyebilir mi? diye bitirdiğinde, ben ile kalp atışlarım kontrol edilemez boyutlara ulaştığını hissettim. Tamam, dondurma yapmayı biliyorum, birkaç denemem olmuştu bu da bana ne malzemesi olduğunu inceden anlamama yardımcı olur ama birden bire “kimsin sen” dese bi düşünmem gereken bir duygu selinin ortasındayım. Programın ikinci kısmında gurme-gezgin kimliği ile ben TRT İzmir radyolarından sesimin ulaştığı her eve konuk oluyordum. Gittiği yerlerde burada ne meşhur aman gidip resim çekilelim diyen insanların aksine burada ne yenir diyen adama sordu Canbay üstat; gittiğin yerlerde ne yiyorsun? Verdiğim cevabı hatırlamıyorum ama kafamda büyük bir çığlık yankılandığını söyleyebilirim! Ne yiyordum ben hakikaten? İşte kala kalmak böyle bir şey… Amerika’da okudum, Avrupa’da neredeyse gitmediğim ülke kalmadı, memleketin 3 büyük şehrinde yaşadım, başkentinde askerlik yaptım ve her zaman şu soruyu sordum: “burada ne yenir?” gidip abonesi olduğum, “aman sakın oraya gitmeyin” dediğim yerler de oldu. Genelde arkadaşlarıma “şurada şunu burada bunu yemeden dönmeyin” diyen hep ben olurken kelimeler ağzımdan dökülmüyordu. Benim kendi tabirim ile otomatik pilota bağlamışım kendimi bir şeyler anlatıyorum. - “www.hikmetsavatli.com adresinde Adanalı olduğun için Portakal çiçeği festivalinden bahsetmişsin anlatsana biraz?” diyordu üstat, - “Evet… Karnaval çok başarılı, şehri tanıtan bir unsur çok güzel oldu.” Diye cevap veriyorum. Halbuki iki ayrı yazı yazmışım başından sonuna ikisini de okursan on dakika sürüyor. Konu Anadolu mutfağına gelip de mantıdan laf açılınca Çin’deki Dumpling’den alıyorum, Tatar mantısı, Gürcü mantısı, Kayseri mantısı, Adana mantısı, Boşnak mantısı diyorum ama bunları anlatamıyorum. Üstat: “Kayseri mantısı bir kaşığa kırk adet sığmalı” dediğinde Kemal Sunal gibi “Eeavet” diyorum demesine aklıma gelmiyor Kemeraltındaki Boşnak mantısı yapan yerin adı! Kaldı ki kendime ayırdığım her boş vaktimde gidip oradaki lezzet duraklarında bir şeyler yemeğe giderim ama aklıma ne Halam’ın yaptığı tarifini değiştirerek kendine uyarladığı Adana Mantısı ne de Annemin yaptığı o mis gibi Yalancı Tantuni gelmiyor bir türlü! Sohbet olarak çok keyifli bir sohbet oldu lakin pek bir bilgi akışı sağlayamadığımı düşünüyorum. Yemek yemenin bende uyandırdığı histen, yemek yaparken dürtüleri kullanmaktan ve herkesin yemek yapabileceğini bunun için içgüdülerini takip etmesi gerektiğinden bahsettim. Bunu söylerken bu işin okulunu okumuş kişilere haksızlık yapılmaması gerektiğini ve şef arkadaşlarımın beni yanlış anlamaması gerektiğinin altını bir kere daha burada çizeyim. Yemek yemek benim için bir tutku, ben o tutkunun peşinden gerekirse michelin’li bir restorana gerekirse, bir sokak satıcısının tezgahına kadar her yere giderim. İnstagram hesabımda (@hikmetsavatli) ben pişirmediğim müddetçe yemek tarifi vermem, içindeki malzemeden bahsetmem. Yemeğin bende uyandırdığı hissi yada kafamda oluşan hikayesini anlatırım. Takip etmesi bedava tavsiyeleri muhakkak değerlendiririm. Yemek eleştirmeni olmadığım için işin hikayesini anlatmak, eksik gördüklerimi söylemek benim için daha keyifli. Bunun yanında arada sırada şiir, gündem yazdığım da oluyor. Tabi okumak, anlamak isteyene… Şimdi bu yazıyı yazarken kafamda Züğürt Ağa filmindeki Şener Şen’in “Domatis” dediği sahne geldi sanırım bana geri dönüş yapan arkadaşlarımın gördüğü buydu. Canlı yayında “gurme-gezgin” Hikmet’i anlatamadım ama satır aralarına serpiştirdim. Derdim kendimi anlatmak hiçbir zaman olmadı çünkü ben hep seni sana anlatmayı seviyorum. Ayna olmanın verdiği, “yansıtıcı olma” özelliğini seviyorum senin bende gördüğün esasen sensin. Laf ağızdan çıktığında havada sertleşip o aynayı kırar oluyor lakin kırılsam dahi, yine seni sana anlatıyorum… Programda emeği geçen, beni programına konuk alan ve yayın boyunca kilitlendiğimi anlayıp beni konuşturmaya çalışan duayen spiker sevgili kardeşim Murat Can Canbay’a teşekkürlerimi sunuyorum. İkinci programın daha güzel geçeceğine inanıyorum ? Hiç ummadığın bir yerde enfes bir tat ile karşılaşman dileklerimle…
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.