OCAK2017
Reşat Kutucular
Uçurumdan önceki son çıkış
Yurtdışında eğitim almış, başarılı bir işadamı diyebileceğim, benim yaşlarımda bir arkadaşım var. Geçenlerde arabasıyla beni bir yere bıraktı. Onun için belki alışılageldik ama benim için şaşırtıcı bir yolculuk oldu. Açıkçası o kadar çok kornaya basmasını, diğer araçlara o kadar çok söylenmesini beklemiyordum.
Haksız mıydı? Çoğunlukla hayır. Ancak ne ara bu kadar tepkisel olmuş diye düşünmeden edemedim. Ondan beklemiyordum. Trafiğin kural tanımazlığı onu da zıvanadan çıkarmıştı.
Trafik bir ayna aslında. En yoğun ortak yaşam alanlarından... Ülkenin hali buyken trafik böyle oluyor. Ya da trafik buysa ülke farklı olamıyor.
Aymazların düzgün kalmaya çalışanları da kendilerine benzettikleri bir ülke burası.. Kanun tanımazlığın alkış alabildiği, kanunsuzluğun da kanun diye yutturulmaya çalışıldığı bir anlayış hakim. Bilgi sahibi olanın kendini çaresiz hissedip sustuğu, bilgisizin meydanı boş bulup avaz avaz bağırdığı sonu olmayan bir akıştayız.
Durumsal duygusal tepkiler veren, uç duygular yaşayan, ilkeleri mesele etmeyen, akılcı yaklaşımları açıkça aşağılayan kaotik bir iklim çöktü kaldı.
Buna bile isteye teslim olan, bütün bunları normal sayan milyonlarca insan ise resmin anlaması en zor tarafı. Tamam gerekçeler var ama yetmez.
Biliyorsunuz, Stockholm sendromu rehin alınanın rehin alanla kurduğu duygusal bağı ifade ediyor. Bizimkisine ben Ankara sendromu diyeceğim. Gönüllü görünen rehinelerin rehin alanla kurduğu bir tür al gülüm ver gülüm ilişkisiyle... Çocuklarının, torunlarının geleceğini riske edene karşı duyulan garip bir bağlılıkla kendini gösteriyor. Sosyoekonomik koşullardan kök alıyor olsa gerek... Antropolojik yatkınlık da olabilir... Neredeyse on beşinci yılına girmek üzere olan bu derin bağlılık hali şimdilerde ”ülke ekonomisinin gezegendeki yeri” konulu önemli bir sınavdan geçiyor. Sınav sonucuna göre sendromun seyri değişebilir.
Bu sınav önceki sınavlardan daha zor olacak. Çok da çalışılmamış konulardan sorular gelecek. Bir de bu sınav biraz uzun sürecek.
Hafızamızı şöyle bir tazeleyelim... Uçaklar ikiz kulelere çarptığından bu yana dünyada faizler düşük seviyede seyrediyor. 2008 krizinden sonra da hemen hemen sıfırlandı. Bazı ülkelerde eksi faiz bile gördük. Hala var. Bizim gibi cari açık veren, dış borç almaya mecbur ülkeler için bu bulunmaz bir nimetti. Daha önce hiç bir iktidara nasip olmamış bir şeydi. Mevcut iktidar siyaseten bu ekonomik iklimin epey bir ekmeğini yedi.
Ülkenin bu süreçte yakaladığı büyüme oranı ve sürekliliği insanlara refah hissi olarak yansıdı. Ak Parti bütçe disiplinini koruyarak yelkenlerin daha kolay dolmasını sağladı. Bunu yadsıyamayız. Bu gidişin ilanihaye devam etmeyeceği belliydi. İlk uyarı bizzat FED'den faiz arttırımı şeklinde Gezi hareketine denk gelen günlerde geldi. İktidar çalkantının faturasını Gezi'ye mal ederek gelişmeleri ”yanlış okuyabildiğini” ya da doğru okusa bile ”yanlış dillendirdiğini” belli etmiş oldu.
Zaten o gün bugündür patinaj yapıyor gibiyiz. Para eskisi kadar bol değil. Beteri, piyasalara verilen onca paraya rağmen dünyada büyüme bir türlü istenilen düzeye gelmiyor.
İkinci büyük uyarı Trump'ın seçilmesiyle gerçekleşti. Süreç zaten şiddetli sarsıntılara doğru evriliyordu. Trump'ın seçilmesi sarsıntıyı öne çekmiş oldu. ABD'de tahvil faiz oranları fırladı. Belirsizlikte güvenli liman olan dolara hücum yaşandı. İçeride kur 3,50leri aştı. Faizler 11'lere geldi. Sınavın ilk sorularına iktidar cephesiden gelen cevaplara bakarsak durum ümit verici değil. Süreç hayt huytla geçiştirilecek bir süreç değil.
Ekonomik gidişat hemen herkesi ilgilendiriyor, çok kimseye dokunuyor. Şimdi soru şu: Epeydir muzdarip olduğumuz Ankara sendromu bu ekonomik gelişmeler sonucunda keskinleşecek mi yoksa hafifleyecek mi? Bahar aylarındaki referandum uçurumdan önceki son çıkış olarak görünüyor. Sendromun seyri orada iyice ortaya çıkacak.
Şurası net. Tarih 2017 yılını öyle ya da böyle büyük harflerle yazacak. İyi bir yıl olması umuduyla diyelim...