Bulunduğu sayı belirtilmemiş.
Şükran Yücel
Her Yer Tiyatro
İki yılda bir düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali bir kez daha ilginç oyun ve performanslarla tiyatronun vazgeçilmez çekiciliğini yaşattı. Tiyatro öldü mü, can mı çekişiyor diye tartışırken birileri, son yıllarda öyle bir canlandı ki, İstanbul'un her yeri tiyatro doldu. Seyircileri de öyle hevesli ve coşkulu ki, hiş üşenmeden üç-dört vasıta değiştirerek şehri bir ucundan diğer ucuna kat edip oyunları izliyorlar. Bu, İzmirli bazı arkadaşlarıma inanılmaz geliyor ama gerçek. Ben İstanbul'un hiç görmediğim semtlerine oyunları izlemek için gittim. 20. İstanbul Tiyatro Festivali, 3 Mayıs'ta Ayazağa'da Uniq Hall'da Godot'yu Beklerken oyunuyla açıldı. Godot, kırk yıldır beklemekten vazgeçmediğimiz Beckett'in Godot'su. Ama Uniq Hall'u bilen yok. Bu bahaneyle öğrendik. Metro+Marmaray+Metro+taksi derken Uniq Hall'e vardık. Tiyatro Festivali'nin bu yılki onur ödüllerinden birini alan değerli sanatçımız Şahika Tekand'ın özenle, ustalıkla sahneye koyduğu Godot'yu Beklerken, festivale yakışan, umut veren bir açılış oldu. Şahika Tekand, bugüne kadar yorumladığı oyunlara performansı, ışığı ve tasarımıyla yeni soluk katan, çağdaş sahneleme yöntemlerini başarıyla uygulayan, her yapımıyla seyirciye farklı bir deneyim yaşatan seçkin bir tiyatro insanımız. Kendine özgü oyunculuk metoduyla çalıştırdığı oyuncunun bedenini, ruhunu ve sesini en özgün biçimde kullanmasına olanak veren başarılı bir yönetmen. İzmirli olması da bizim için övünç kaynağı. Festival süresince sahnelenen yerli yapımların çoğu önümüzdeki sezon tiyatrolarda oynanmaya devam edecek. Festival, bu yönüyle sahnelerimizi yeni ve farklı yapımlarla zenginleştiriyor.
Uluslararası yapımlarda öne çıkan oyunlardan biri yönetmen Guy Cassiers'in Toneelgroep Amsterdam'la gerçekleştirdiği Merhametliler, (The Kindly Ones) oldu. Guy Cassiers, Jonathan Littel'ın yazdığı ve Fransa'da tartışmalara neden olan Les Bienveillantes adlı 1000 sayfaya yakın hacimli romandan 190 dakikalık bir tiyatro oyunu yapmış. Son yıllarda Avrupa'da ve tüm dünyada yükselen ırkçı söylemler ve eylemler, sanatçıların dikkatini yeniden II. Dünya Savaşı'ndaki Yahudi soykırımına çeviriyor. Yıllardır soykırım üzerine binlerce roman, öykü, oyun yazıldı, çok daha fazla sayıda film çekildi. Biliminsanları, psikologlar, filozoflar soykırımın failleri, tanıkları ve seyircileri üzerine sayısız inceleme, araştırma ve hatta deney yaptılar ama insanın bu karanlık yanı bir türlü aydınlatılamadı. Yeryüzünün her tarafında ırkçı eylemler tüm şiddetiyle devam ediyor. Soykırımın sadece canavar ruhlu bir takım sadistler tarafından değil, normal görünen sıradan insanlarca gerçekleştirilmesi tüylerimizi ürpertiyor. Oyunun konusu bize Hannah Arendt'in Nazi soykırımcısı Eichmann'ın yargılanması sırasında geliştirdiği “kötülüğün sıradanlığı” hakkındaki felsefesini hatırlatıyor. Nitekim Eichmann da oyunun karakterlerinden biri ve bir kadın oyuncu tarafından canlandırılıyor. Merhametliler, masum olduğunu düşünen seyircilerin bile içinde uyumakta olan bir canavar olduğunu gösteren ibret verici bir deneyim sunuyor. Guy Cassiers oyunda, SS subayı Max Aue'nin Kiev, Stalingrad ve Berlin'de kaldığı dönemlere odaklanıyor. Totaliter iktidarların nefret ve düşmanlık söylemiyle kitleleri toplu bir çılgınlığa yönlendirebileceğini gösteriyor. Merhametliler, sahneye konuş şekli, dramaturjisi, sahne, dekor, kostüm, ışık, müzik tasarımı ve mükemmel oyunculuklarıyla bizi adeta büyüledi. 190 dakikalık oyundan sonra yönetmen Guy Cassiers ve oyuncularla gerçekleştirilen söyleşiyi de ilgi ve dikkatle dinledik. Oyundan çıktık ama hala düşünmeye devam ediyoruz. Bu “merhametli insanlar”, nasıl birbirlerine düşman ediliyor?
Tiyatro Festivali'nin doruk noktası hiç kuşkusuz Berliner Ensemble yapımı, Robert Wilson'un yönettiği Üç Kuruşluk Opera'ydı. Brecht'in unutulmaz oyunu, tiyatro sihirbazı Robert Wilson'un dokunuşu ve Berliner Ensemble'ın deneyimli oyuncularının yetkin performanslarıyla iz bırakan bir tiyatro şölenine dönüştü. Tiyatronun büyük ustası Bertolt Brecht'i ölümünün 60'ıncı yılında yeniden hatırlamak, eşi Helene Weigel'le birlikte kurduğu Berliner Ensemble'ı izlemek, 20. İstanbul Tiyatro Festivali'nin onur ödülünü almak üzere İstanbul'a gelen Berliner Ensemble'ın genel sanat yönetmeni Claus Peymann'ın konuşmasını dinlemek festivalin unutulmaz anlarıydı. Claus Peymann, “Bizi artık müze olmaya itiyorlar.” dedi. Avrupa değişiyor, dünya değişiyor, tiyatro değişiyor ama Brecht'in eşitsizlik, yoksulluk, ayrımcılık ve savaş kışkırtıcılığı üzerine yazdıkları günümüz için de geçerli. Onun oyunları hala seyirciyi düşündürmeye devam ediyor. Brecht'in özlediği adaletli ve eşitlikçi dünyaya ulaşmak mümkün mü? Bilmiyoruz. Hayat çoğunlukla kötü sahneye konmuş bir oyun gibi akıp gidiyor. Brecht'in oyunlarını seyrettikçe, “bu da geçer” diyoruz. Tiyatro festivali, bize gelecek için umut veriyor. Bu hayat belki bir gün daha iyi oynanabilir.