MART2021
ASFALYADAN ÖYKÜLER
Türk milletinin poşetle imtihanı İki kilo portakal, biraz da muz alayım diye girdim zincir marketlerden birine.. Keyfim gayet yerinde.. Ama alışveriş çılgınlığına kapılmak yok! Ne ihtiyacım varsa alıp çıkacağım. O derece kararlıyım yani.. Önce meyvelerle kısa bir göz teması kurdum. 7,5 liralık Finike portakallarla aramızda bir elektriklenme yaşandığını itiraf etmeliyim. Bakıştık bir süre. Ardından fiziksel temas geldi. Duyguların pekişmesi için bunun gerekli olduğunu okumuştum bir yerde.. Dokundum bir kaçına.. O turuncu renkli, hafif pürüzlü ciltlerini okşadım biraz. Tamamdı bu iş. Onlar da beni istiyordu. En beğendiklerimi bir araya toplayarak hemen meyve-sebze poşetlerinin rulo halinde muhafaza edildiği o metal ayaklı şeylerden birine yöneldim. Bu arada arkamı kolluyorum ki, bir başkası gelip benim özenle ayırdığım portakalları iç etmesin. Tek kullanımlık ömrü olmasına rağmen millet olarak atmaya kıyamayıp çöp kovalarında ikinci bir yaşam şansı verdiğimiz o incecik, şeffaf poşet grubunun ucundan yapışarak bir tanesini çektim. Sonra hemen arkamı dönüp sevgili portakallarıma baktım. Orada öylece beni bekliyorlardı. Hızlı ve istekli adımlarla yanlarına doğru giderken bir yandan da poşeti açmaya çalışıyorum. İşte her şey o anda başladı. Önce birbirine yapışmış iki ucu açmak istedim. Olmadı. Aralamak için bir süre daha uğraştım. Babaannemin leğende yıkadığı beyaz gömlekler gibi çitiledim örneğin. Sonra belki bir boşluk vardır diye üflemeyi düşündüm. Ama ne mümkün? Tedbirli (ve biraz da pimpirikli) bir vatandaş olarak takmışım çift maskemi. Ağzım burnum resmen mühürlü, en küçük bir sızıntı yok! Bırakın dışarıya hava vermeyi, sesimi bile zor duyuruyorum. Buna rağmen bir iki kez güçlü bir şekilde üfürmeyi denedim. Başladı mı başım dönmeye... İki kilo portakal uğruna ciğerlerimde kalan son oksijeni de orada tüketip karbondioksit zehirlenmesinden gideceğim, ona yanarım. Gözümün önünde yıldızlar uçuşurken, düşmeyeyim diye tutundum bir kenara. Bir yandan da tek gözle etrafı kesiyorum. Bana bakıp gülen var mı diye... Neyse ki, herkes kendi derdiyle (yani poşetiyle) meşgul. 30-35 saniye kadar dinlendikten sonra toparlandım. Artık inatlaşmayacaktım. Gramajı bile olmayan şeffaf bir nesne keyfimi bozamazdı. Kimse görmeden çeri domateslerin olduğu yere kibarca bıraktım o hain poşeti. İmalat hatası olduğu kesindi. Yoksa açılmayan poşet yaparak bizim sabrımızı sınayacak değillerdi ya! Şansımı yeni bir poşette denemek üzere hızlı adımlarla harekete geçtim. Bu kez sebze reyonunun olduğu yerden seçtim ki, aynı parti mala denk gelmeyeyim. Sanırım karbondioksiti yiyince kafam çalışmaya başladı. İkinci poşeti kapar kapmaz hemen koştum portakallarımın yanına, Allah’tan o bölgeye henüz gelen giden yok! Kendimi de telkin ediyorum bu arada, “daha sakin oğlum, başarabilirsin” diye... Bir iki çabaladım ama sanki bu ötekisinden de inatçı. Nuh diyor peygamber demiyor mübarek! Japon icadı yapıştırıcıyla tutturulmuş gibi, en küçük bir açık bile vermiyor. Baş parmağım ile işaret parmağım arasına sıkıştırıp bir süre para işareti yaptım durdum. Sonra biraz da çitiledim. Yine nafile! Hafiften sinirlenmeye başlamıştım. Bu arada, aynı portakaldan almak isteyen 60-65 yaşlarında sakallı bir adamla karısının sabırsızlıkla beni izlediğini fark ettim. Hem izliyor hem söyleniyorlardı. Sinirime bir de stres eklenmişti. Bu kez poşetin tam ortasından, yani açılması gereken noktadan çok güçlü bir mekanik sürtünme hareketi başlattım. Elindeki odun çubukla bitki lifleri üzerinde ateş yakmaya çalışan Aborjin şefi gibi öyle bir kendimden geçmişim ki, yanımda elma seçen bol makyajlı ablanın kibar seslenişi ile irkildim. – Yalasana! – Nasıl yani? – Parmağını yala! O ıslaklıkla açılır kesin.. Benim rahmetli hep öyle yapardı. Ben de ondan öğrendim. İyi de, bu parmaklar gün boyunca ellemedik şey bırakmamış. Onları yalamak, trafikte Menemen dolmuşuyla dalaşmak gibi bir şey... İntihardan farksız yani... Baktım 7,5 liralık o güzelim Finike portakalından alabilmek için benim çekilmemi bekleyenlerin sabırsızlığı giderek artıyor, çaresizce sol yanıma dönüp maskeleri hafif araladım ve sol elimin baş parmağı ile işaret parmağına bir güzel tükürdüm. Hem böylece olaya “tükürürüm ben bu işin içine” türünde mecazi bir anlam da yüklemiş oldum. Islanmış parmaklarımla yaptığım para hareketi gerçekten de işe yaramış, bizim inatçı poşetin ağzı “gres yağı yemiş kapı kilidi” gibi şak diye açılıvermişti. Nasıl rahatladım, anlatamam. Vakit kaybetmeden portakalları doldurup muzlara doğru ilerledim. Kendime güvenim geri gelmişti. Western filmlerindeki silahşörlere taş çıkartan bir hızla çektim yeni pir poşet. Acele ediyorum ki, parmaklarımdaki ıslaklık tam geçmeden açayım diğer poşeti de... Bu kez çok kolaydı poşetin açılması ama çilem henüz bitmemiş olacak ki, daha ilk muz grubunu koymamla delinmesi bir oldu. Ben ne olduğunu anlayana kadar, o güzelim Anamur muzlarının tamamı yere saçılmıştı. Öylece donup kaldığımı hatırlıyorum. Hayal kırıklığı ile kızgınlık arasında gidip geldim bir süre... Hani elma şekerinizi yiyip sapını elinize tutuştururlar ya, benimki de öyle bir şey. Kurban olduğum Allah’ım, sabrımı sınıyordu kesin! Tam okkalı bir küfür sallayacaktım ki, o bol makyajlı abla yine dibimde belirdi. Ben bir şey söylemeden başladı konuşmaya... Poşetlerin kalitesizliğinden girip ticari ahlaktan çıktı. O kadar kısa süreye o kadar çok kamu spotunu nasıl sığdırabildi, akıl alacak gibi değildi. Neyse ki, söylendi ve gitti. Eğilip muzları aldım yerden. Sonra çaktırmadan etrafıma bir göz gezdirdim. Var mı beni kesen diye... Allah’tan tabloda değişiklik yok! Herkes kendi poşetine konsantre vaziyette, belki açabilirim umuduyla durmadan çitiliyorlar. Neredeyse her meyve-sebze kasasının önünde biri var, elindeki poşetle imtihan edilen. Hani belediyenin açtığı meslek edindirme kurslarına “market poşeti açma”yı da eklesen, epey talep görecek gibi.. Yeni bir poşetle daha mücadele edecek gücüm olup olmadığını tarttım bir süre... Bütün enerjimin tükendiğini hissedince de Finike portakallarımla birlikte en az müşterinin olduğu kasaya yöneldim. Sosyal mesafe içinde önümdeki kadının işini tamamlamasını bekledim, sabırla.. Ben diyeyim 50, siz deyin 70. O kadar çok çeşit ürün var kasiyerin önünde. Zannedersin Ay’a gitmesi için seçilen ilk Türk vatandaşı bu abla olmuş da, yarın sabah yola çıkıyor. 7-8 tane de büyük poşet istedi bu arada. İçimden dedim ki, “İşte şimdi s.ıçtın oğlum!”.. Eğer bunlar da diğerleri gibiyse, yatıya kalırsın burada... Sonunda korktuğum başıma geldi. Peynirler, soslar, salamlar dıt dıt yapıp barkoddan geçerken, kadın daha elindeki ilk poşeti açmaya çalışıyor, beceremeyince sinirleniyor, önünde ürünler yığıldıkça da panikliyordu. Ben mi? Kendimi bile şaşırtan ölçüde sakin olduğumu farkettim. Sanırım “Empati yapılacaksa şimdi tam sırası” diye düşünmüştüm. Bu arada diğer kasalar gibi bizim kasanın kuyruğu da uzamaya başladı. Açamadığı poşeti kenara bırakıp bir umutla ikincisini aldı kadın. Hafiften kızarmaya başlamıştı. Ürün okutma işinin bittiğini anlayınca telaşla çantasını açtı, cüzdanını aradı. Mübarek çanta değil de Menderes’te sel sonrası açılan obruklardan biri sanki. Öylesine derin. Elini attıkça kolu dirseklerine kadar kayboluyor. Zaten kadınların çantalarında aradıkları nesneye ulaşmaları pek görülmüş bir şey değil! Önce bir atkı çıkardı içinden, sonra yarısı içilmiş bir şişe su. Elmaydı, aynaydı, bir poşet antep fıstığıydı derken.. Hah, buldu nihayet! Ama kan ter içinde kalmıştı. Kredi kartını çıkardı ve uzattı kasiyere.. Sonra hemen işine koyuldu. O poşet açma konusunda daha santim ilerleyememişken, kasiyer (sanki gıcıklığı varmış gibi) şimşek hızıyla rakamları girip şifre istedi. Dayanamayıp tüm kibarlığımda “dilerseniz yardım edeyim” dedim ve kadının minnet dolu bakışları altında kaptım bir poşet.. Ne de olsa deneyimliyim, poşet açmanın formülünü biliyorum. Ama küçük bir sorun var. Daha doğrusu iki... 1- Bu meraklı bakışlar altında parmaklarımı nasıl tükürükleyeceğim? 2- Başkasının kullanacağı poşeti tükürüklememi kamuoyu nasıl karşılar? Aklımda bu deli sorular varken, bir yandan da boş durmayıp “kuru” parmaklarla açmaya çalışıyorum poşeti. Sonuç alamayacağımı bile bile. Halimize acıyan kasiyer de omuz verince, bir anda kendi çapımızda küçük çaplı bir ittifak oluşturduk. Tam konsantre olup hedefe kitlenmiştik ki, sırada bekleyen tıknaz ve gözlüklü adamın azarlayan bir tonla bize seslendiğini duydum. – Hadi kardeşim ya! Sizi beklerken elimdeki yoğurdun son kullanma tarihi geçecek. Allah var, taşı gediğine koymuştu. Ama poşetle imtihandan fena çakan abla, tüm hıncını o adamdan almak istercesine aniden bağırıp çağırmaya başladı. Bir an vukuat çıkararak “inişin sert olacağını duydu da Ay yolculuğundan sıyırmak istiyor” diye düşündüm. Karşı taraftan ağır bir karşılık gelince de, “kedileri kovalayan emekli Rıfkı amcayı görmüş Panter Emel” gibi öyle bir hırsla saldırdı ki, hepimiz donduk kaldık. Tırnaklarını çıkarıp hasmının yüzünü çizmeden araya gireyim dedim. Demez olaydım. O kargaşada sol gözüme doğru bir tokat yiyince, ben de elimdeki (o güzelim) Finike portakallarını tıknaz ve gözlüklü adamın kafasına geçirdim. Nasıl böyle bir hata yaptım, hala anlamış değilim. Hayır, yok mu başka bir şey? Onunla vur değil mi? Tabii anında yırtıldı poşet ve uğruna büyük mücadeleler verdiğim o canım portakallar marketin dört bir köşesine dağıldı. Hiç böyle sinirlendiğimi hatırlamıyordum ki, Tire Süt Kooperatifi’nin kaymaklı yoğurdunu kafama yiyince kendime geldim. Bu arada bizi ayırmak isteyenler de var. Ama ortalık acayip karışmış durumda; kim kimi tutuyor, kim kime vuruyor belli değil! Sanırsınız Tayvan Meclisi’nde torba yasa tartışılıyor. Tekmeler, yumruklar (ve özellikle ojeli tırnaklar) havada uçuşmakta... Sonra kendimizi karakolda bulduk. Olaya karışanların sayısı 10’a yaklaşmıştı. Hangi ara o kadar çoğaldık, anlayamadım. Herkes birbirinden şikayetçi olunca, bu işin mahkemede çözüleceğini söyledi komiser. İfadelerimizi aldılar teker teker. Aylar sonra hakim karşısına çıktık. Kamu huzurunu bozmaktan ufak tefek kamu cezaları verildi hepimize.. Ben mi? Haftanın 2 günü, ikişer saatlik bir cezam var çekilecek. 3 ay süreyle.. Ne mi yapıyorum? Üç harfli bir market zincirinin Karşıyaka mağazasında alışveriş için gelen vatandaşlara yardımcı oluyorum. Poşetlerini açarak...