OCAK / ŞUBAT 2024 Yeni yılın ilk sayısında yine birlikteyiz. Bu yıl bazen aylık, bazen iki aylık olarak devam edeceğiz. Enerjimiz yettiğince sizlere kentten ve dünyadan ilginç dosyalar sunacağız. Yeni yılda ülkemize adalet ve özgürlük, sizlere de zorluklarla mücadelede başarılar diliyoruz. Yeni yılınızı ülkemize özgürlük gelince kutlayacağız...
DAYANIŞMA EKONOMİSİ UYGULAMALARI YAYILIYORDAYANIŞMA EKONOMİSİ UYGULAMALARI YAYILIYORDayanışma ekonomisi uygulamaları yayılıyor Avrupa Birliği Sosyal Ekonomi Eylem Planı'nın (TSE) nasıl tanıtıldığını biliyor musunuz? "İnsanlar için çalışan bir ekonomi inşa etmek istiyoruz" diyorlar. Kesinlikle doğru bir tanımlama, çünkü sosyal ekonomi dışındaki uygulamaların insanlar için çalışmadığı gerçeğini de ortaya koyuyor. TSE kısaltması “Third or Social Economy” kavramının baş harflerinden geliyor. Avrupa Komisyonu'nun 2021 yılında güncellediği yeni sanayi stratejisinde 14 sanayi ekosistemini tanımlanmış ve bunlardan biri tabii ki sosyal ekonomi. Son dönemde yayınlanan Birleşmiş Milletler, OECD veya AB düzeyindeki politika belgelerinde sosyal ekonomi kavramını daha fazla görmeye başladık. AB Komisyonunun tespitlerine göre Avrupa çapında 2,8 milyon sosyal ekonomi kuruluşu olduğu ve bunların 13,6 milyon kişiyi istihdam ettikleri tahmin ediliyor. Bir başka tespit ise sosyal ekonominin yarattığı işlerde daha çok kadınların çalıştığı. 2021-2030 yılları arasında uygulanacak Eylem Planı ile sosyal inovasyonun geliştirilmesi, sosyal ekonominin desteklenmesi hedefleniyor.
METROPOLİS KAZISIMETROPOLİS KAZISIMetropolis kazısında 1800 yıllık buluntular Torbalı’daki Metropolis Antik Kenti’nde, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında tarihi miras gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Antik Kent’te bu kez günümüzden yaklaşık 1800 yıl öncesine tarihlenen bir ticaret yapısına ait önemli buluntular keşfedildi. KAZI YILIN 12 AYI SÜRÜYOR Metropolis Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Serdar Aybek, 30 yılı aşkın süredir devam eden bir arkeoloji projesi olarak tanımladığı Metropolis Antik Kenti’nde yılın 12 ayı araştırmalarına devam ettiklerini belirtti. Aybek, “Bu zengin Antik Kent’te ilk olarak Dokuz Eylül Üniversitesi eliyle başlayan çalışmalar günümüzde yine bizimle devam ediyor. DEÜ olarak aslında her zaman buradaydık. Bundan sonra da büyük bir heyecan ve sorumlulukla, buradaki tarihi ve kültürel mirası gün yüzüne çıkarmak için çalışmaya devam edeceğiz.” şeklinde konuştu. Antik Kentin ilk Kazı Başkanı Prof. Dr. Recep Meriç, Metropolis’teki ilk bilimsel kazıları 1989 yılında başlattıklarını belirterek, “O dönem ilk olarak şu an basın açıklaması yaptığımız tiyatro bölümümüzü gün yüzüne çıkardık. 900 kişi kapasiteli bir tiyatro burası. Kazı çalışmalarının Dokuz Eylül Üniversitesi’ne döndüğünü görmek bizi çok mutlu etti. Katkısı olan herkese teşekkür ediyoruz” ifadelerini kullandı.
HASAN TAHSİN NEREDE ŞEHİT DÜŞTÜHASAN TAHSİN NEREDE ŞEHİT DÜŞTÜHasan Tahsin’in şehit düştüğü yerin fotoğrafı İzmir Life dergisinin 2020 Ekim ayı sayısında “Hasan Tahsin tam olarak nerede şehit düştü” yazısı yayınlanmıştı. Yazı dönemin İngiliz “Grafics” dergisinde yayınlanmış ve araştırmacı Atilla Oral’ın Arşiv telif hakkını alarak yayınladığı ve tarafıma da kullanım için ilettiği bir grafik canlandırmaya dayanıyordu. Yazıda söz konusu “grafik” canlandırma Atilla İlhan yönetimindeki “Demokrat İzmir” gazetesinin grafikeri olarak (1970’ler) edindiğim mesleki deneyimimle çözümleyerek açımsamıştım. Yazıda bu deneyimimi “mimar/kentsel tasarımcı” mesleğimle de birleştirip Prof. Dr. Çınar Atay’ın “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İzmir Planları (Yaşar Kültür ve Eğitim Vakfı Yayınları 1998 sayfa 14 pl4) kitabındaki bilgiler ile sentezleyerek şehadetin tam yerini saptamıştım. Söz konusu yazıda daha pek çok kanıta, şahsi anılara da yer verilmiştir. Yazıdaki Ralph Cleaver grafiğinin çözümlemesinde pek çok noktanın gerçekliğini, bir “5 farkı bulun bulmacası” gibi çözümlerken sadece Atay kitabında Türk Tiyatrosu olarak belirtilen binanın fotoğrafını yazının hazırlandığı güne kadar hiç görmediğimi belirtmiştim. Bu nedenle grafikteki cephenin “sanki biraz kurgusal Osmanlı mimarisine öykünen kemerli bir mimariye sahip” olduğu görüşü yer almıştı. Bu konuyu notuna almış olan Sevgili Efdâl Sevinçli’den bir gün bir fotoğraf geldi. 15 Mayıs 1919 sabahı İngiliz askerlerinin hazırlıklarını gösteren bu fotoğraf Mehmet Sunucu’nun yönetimindeki “İzmir Kartpostalları Facebook&Instagram sayfasından” alınmıştı. (Resim 2) Daha sonra kendisi Aralık 2022 tarihli Toplumsal Tarih dergisinde çıkan “Hasan Tahsin’i Tanıyor muyuz?” yazısında bu fotoğrafı kullandı. (S 68) Kendisine Yaşar Aksoy vasıtası ile ulaştığım Mehmet Sunucu bu fotoğrafı açık bir kaynak olan ve ticari amaç olmadıkça serbestçe kullanılabilen milyonlarca fotoğrafın yer aldığı “I.W.M.org.uk” (Imperial War Museums) sitesinden aldığını belirtti. Fotoğraftaki Türk Tiyatrosu da bütün detayları ile çok net incelenebiliyordu. Grafik dergisi editörünün notu, çizimin “bir İngiliz subayının eskizlerinden yararlanılarak” yapıldığını belirtiyordu. Bu eskizlerdeki “Türk Tiyatrosu” notunu grafikerin abartmış, kemerleri eklemiş olabileceğini düşünmüştüm. Ancak fotoğrafı görünce İngiliz subayının yolladığı bu fotoğrafın üzerine kendisinin notları ve eskizleri yerleştirmiş olduğu kuşkusuz bir şekilde anlaşılmış oldu. Fotoğraf ve grafik bire bir aynıydı. Tiyatro cephesi de aslına uygundu. 2022 tarihli yazıda da “civardan değişik açılardan çekilmiş birkaç fotoğraf ve İngiliz subayının krokilerinden yararlanılarak, grafiker perspektifi (olayı daha iyi anlatacak) kendi 'firar noktasına' göre yeniden kurgulamış” diye saptama yapmıştım. Sevinçli’nin iletmiş olduğu fotoğraf grafiker Cleaver’in birkaç değil tek bir fotoğraftan yararlandığını kanıtlıyor. Muhtemelen olayın eskizlerini yolladığı söylenen İngiliz subayı bu fotoğrafın üzerine kalemle: yaralı Yunan askeri ile ilgilenen Metropolit Hrisostomos’u, bombanın patlaması ile ölen ve sayıları kayıtlara geçen 4 efzun askerini, “koyu giyimli/paltolu” olduğu pek çok şahit tarafından belirtilmiş olan ve vurulma anında başından fesi uçmakta olan Hasan Tahsin, kargaşa ile yeri ve açısı çok az değişmiş (kordonda o dönem birkaç tane olduğu bilinen) ahşap “rıhtım kontrol” kulübesi gibi “o anı anlatan ögeleri” eklemiş ve belki de fotoğrafı dergiye kendisi götürerek grafikere anlatmıştı. Fotoğraf sayesinde daha önce de ve ilk yazıda belirttiğimiz “grafiker gözü” ile saptadığımız firar noktasının” (perspektif çizimlerde bütün çizgilerin ufuk çizgisi üzerinde birleştiği nokta) Cleaver tarafından olayı daha iyi anlatmak için “hafifçe” kaydırılmış olduğu saptamamızı günümüz olanakları ile sınamak imkânımız doğdu. (Resim 3) Artık biz mimar ve grafikerlerin kullandığı “Photoshop” programı bir fotoğrafın veya çizimin “firar noktasını” bilgisayarda yeniden kurgulama imkanını veriyor. Programı çok iyi kullanan yardımcılarım ile fotoğrafı ve grafiği önce şeffaflaştırdık. (Programın bir de bu özelliği var; her şeyi cammış gibi gösterebiliyor.) sonra üst üste çakıştırdık. Ekranda olağanüstü bir görüntü vardı. Fotoğraf grafikti, grafik fotoğraf. (Resim 4) Artık hiç şüphem yok “15 Mayıs sabahı rıhtımda önlem alan İngiliz askerleri” fotoğrafı ile, grafiker Cleaver’e “bir İngiliz subayının yolladığı eskiz” aynı fotoğraf.
AYŞA BÖREKÇİSİAYŞA BÖREKÇİSİMichelin plaketini Başkan Batur astı Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, Ayşa Boşnak Börekçisi ve Ev Yemekleri’nin aldığı Michelin plaketini restoran girişindeki duvara, işletme sahibi Ayşe Karadan’la birlikte astı. Restoranın Boşnak lezzetlerini tanıttığını ve en güzel lezzetleri Konaklılara sunduğunu belirten Batur, “İzmir’imizin kazandığı en büyük güzelliklerden bir tanesi. Yıllardır sürdürdüğü bu başarısı uluslararası ödülle tescillendi. Biz de büyük bir gurur duyduk ve Michelin tabelasını duvarına birlikte astık. Bu işi en iyi şekilde yapıyor ve tüm kadınlara örnek oluyorlar. Tüm esnafımızın ama özellikle kadınların yanındayız, onları desteklemekten onur duyuyoruz” diye konuştu. Geçtiğimiz yıl Türkiye’de lezzet rotalarını belirleyen Michelin Yıldızı, bu yıl İzmir’i de listesine almıştı. 7 restoran Michelin Yıldızı almaya hak kazanırken, aralarında Ayşa Boşnak Börekçisi ve ev yemeklerinin de bulunduğu İzmir’den 26 restoran makul fiyatlarda güzel lezzetler sunan restoranlara verilen Bib Gourmand ödülüne layık görüldü.
AGROEXPO 2024AGROEXPO 2024AGROEXPO 2024 kıtaları bir araya getirecek Dünya’nın en prestijli tarım fuarlarından biri olan AGROEXPO Uluslararası Tarım, Hayvancılık ve Tavukçuluk Fuarı, 30 Ocak - 3 Şubat 2024 tarihleri arasında 19. kez kapılarını açacak. Orion Fuarcılık tarafından düzenlenecek AGROEXPO Uluslararası Tarım, Hayvancılık ve Tavukçuluk Fuarı, dünyanın en çok ilgi çeken organizasyonları arasında yer alıyor. Progen Tohum’un Ana Sponsorluğunu üstelendiği AGROEXPO, 330 bin m2’lik Fuar İzmir’de, gerçekleşecek. 100’e yakın ülkeden, yüz binlerce ziyaretçi ve katılımcının buluşacağı fuarda, tarım ve hayvancılık sektöründeki son yenilikler tanıtılıp, gelişen teknolojiler ziyaretçilerle paylaşılacak. Beş gün boyunca 10.00 - 18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek fuarda; Tohum, gübre, sulama, zirai ilaçlar, bilişim, fide, fidan, sera teknolojileri, tarım makinaları, traktör, hayvancılık, yem sektörü, kanatlı sektörü, arıcılık gibi bir çok ürün grubundan en yeni teknolojiye sahip ürünler ziyaretçilerin beğenisine sunulacak. Dünyanın çeşitli ülkelerinden alım heyetlerinin katıldığı AGROEXPO’da geçen yıl milyarlarca dolarlık iş hacmi gerçekleşirken, bu yıl yapılacak ikili görüşmeler ve alım heyeti toplantılarıyla bu rakamın çok daha yukarıya çıkması hedefleniyor. 5 gün boyunca 10.00-18.00 saatleri arasında ziyaretçileri Fuar İzmir’de ağırlayacak olan AGROEXPO’da vatandaşlar biletlerini www.agroexpo.com.tr internet sitesi üzerinden kolayca kayıt olarak ücretsiz bir şekilde alabilecek.
BALIK İHRACATIBALIK İHRACATIEgeli balıkçıların 11 aylık ihracatı 1 milyar doları aştı Egeli balıkçıların 11 aylık ihracatı 1 milyar doları aştı. Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği 2022 yılının 11 aylık diliminde 984 milyon dolar olan ihracatını 2023 yılının aynı döneminde yüzde 6’lık artışla 1 milyar 40 milyon dolara taşıdı. Su ürünleri sektörü, Ege İhracatçı Birlikleri bünyesinde gıda ürünleri arasında 1 milyar dolar barajını geçen tek ürün grubu olurken, EİB’nin 2023 yılının 11 aylık döneminde gerçekleştirdiği 5 milyar 180 milyon dolarlık gıda ürünleri ihracatından yüzde 21 pay aldı. Türkiye, 2023 yılının ocak – kasım döneminde 1 milyar 540 milyon dolarlık su ürünleri ihraç ederken, her üç balıktan ikisini Egeli balıkçılar yapma başarısı gösterdi. Egeli su ürünleri yetiştiricilerinin son 25 yılda su ürünleri yetiştiriciliğine büyük yatırım yaptıklarını dile getiren Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Başkanı Bedri Girit, 2000’li yılların başından itibaren artan kapasitesiyle birlikte ihracatta her yıl yeni rekorlar kırdıklarını, ihracatın yıldız sektörleri arasında yer aldıklarını kaydetti.
SAMİM KOCAGÖZSAMİM KOCAGÖZSAMİM KOCAGÖZ’ÜN HAYATI BELGESEL OLDU 1940’lı yıllar toplumcu gerçekçi edebiyat kuşağının önemli yazarlarından Samim Kocagöz’ün hayatı "Samim Kocagöz : Mecburi İstikamet" adıyla belgesel oldu. 1 yıllık çalışma ile hazırlanan ve ünlü yazar Samim Kocagöz’ün hayatının ve hayatındaki bilinmeyen dönüm noktalarının anlatıldığı belgeselin çekimleri İzmir, Aydın Söke, İstanbul’da gerçekleştirildi. Belgeselde Kocagöz’ü, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Doğan Hızlan, Feridun Andaç, oyuncu Tamer Levent, eski Dışişleri Bakanı yeğeni Şükrü Sina Gürel, oğlu Şükrü Kocagöz ve kendisini tanıyan İzmirli edebiyat çevreleri anlattı. Belgeselin seslendirmesini Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden Tamer Levent gerçekleştirdi, müziklerini de Yıldıray Gürgen yaptı. Belgeselde Samim Kocagöz’ün hayatı, önemli dönemleri drama canlandırmalarla izleyiciye aktarıldı. Belgeselin yönetmenliğini, birçok başarılı belgeselde imzası olan ödüllü yönetmen Mesut Gengeç tarafından gerçekleştirildi. Belgesel projesinin genel koordinatörlüğünü Bülent Günal, proje -kurgu sorumluluğunu Yılmaz Aydın yaparken senaryosunu Cansu Yücelen yazdı.
DERDİM VAR DÜNYADAN BÜYÜKDERDİM VAR DÜNYADAN BÜYÜKDerdim var dünyadan büyük! Adettendir yeni bir yıl başladığında, geçmiş yılların hemen her konudaki bakiyesi şöyle bir toparlanır. Bu yıl da öyle oluyor. 2024’ün ilk gününden itibaren değerlendirmeler yapılıyor hemen her yerde. Benim de üyesi olmaktan kıvanç ve gurur duyduğum başta Slow Food olmak üzere çeşitli sivil toplum kuruluşları 2024’ün en önemli derdinin “Sürdürülebilir Bir Dünya” olduğunda birleşti ve on yılların 2024’e bakiyesi çevre sorunlarını bir bir yazdılar. Bu yeni yılın ilk yazısında bunu paylaşmak istiyorum sizlerle… Nicholas Stern ne diyordu: Emisyonları yeterince hızlı ve etkili bir şekilde azaltmak için hükümetler, yalnızca düşük karbonlu enerji kaynaklarının maliyetlerini düşürmek amacıyla yeşil inovasyona yönelik finansmanı büyük ölçüde artırmakla kalmamalı, aynı zamanda diğer piyasa başarısızlıklarının her birini ele alan bir dizi başka politika da benimsemelidir. Şok edici bir şekilde National Geographic, şimdiye kadar yapılmış tüm plastiğin yüzde 91'inin geri dönüştürülmediğini tespit etti; bu, yalnızca yaşamımızın en büyük çevre sorunlarından birini değil, aynı zamanda bir başka büyük pazar başarısızlığını da temsil ediyor. Plastiğin doğada çözünmesinin 400 yıl sürdüğü göz önüne alındığında, yok oluşuna kadar pek çok nesil geçmesi gerekecek.
BEYAZ BARETLİ KADINLARBEYAZ BARETLİ KADINLARBeyaz Baretli Kadınlar 5. yaşında İnşaat Mühendisliği bölümünde lisans öğrenimine devam eden kadın öğrencilere öğrenim bursu, mentorluk, teknik ve sosyal mühendislik eğitimi gibi alanlarda desteklemek amacıyla İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi ve Balçova Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü Beyaz Baretli Kadınlar Projesi beşinci yaşına girdi. Projenin 2024 yılı protokolünün imzalanması için düzenlenen törende Balçova Belediye Başkanı Fatma Çalkaya ve İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Eylem Ulutaş Ayatar, genç inşaat mühendisi adayları ile bir araya geldi. Dört yıl boyunca yapılan faaliyetlerin ve öğrencilere verilen desteklerin anlatıldığı sunumun ardından meslekte tecrübeli inşaat mühendisleri bilgi ve deneyimlerini paylaştı. Toplantıda konuşan İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Eylem Ulutaş, “Biz bu projeyi kadın mücadelesine İnşaat Mühendisleri Odası’nın bir katkısı olarak görüyoruz. Hayatın her alanında mücadele eden kadınlara desteğimiz sürecek. Amacımız; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşandığı bu meslekte, gençlerin mesleğe daha özgüvenli girmelerini sağlamak” dedi.
AYLA ALGAN ANISINAAYLA ALGAN ANISINAAyla Algan: “Ölümsüzlüğü sağladığımı düşünüyorum” Neredeyse yarım asırdır yetişen her kuşağı yakalamayı, aralarında onlarca yaş farkı olan insanların zihninde aynı güleryüzlü resmi bırakmayı, kaç sanatçı başarabilir? Ayla Algan, o sanatçılardan biri. Hangi mecrada olursa olsun -tiyatro, müzik, sinema, televizyon ya da eğitimcilik- Ayla Algan; hep enerji dolu, gözlerinin içiyle gülen, kendinde olanı paylaşan, mütevazı Ayla Algan. Kuşaklar arasındaki sınırları kaldırması, bundan olsa gerek. Beş yıl önce kurulan Ekol Drama Sanatevi'nin Genel Sanat Yönetmenliğini yapan, son aylarda yayınlanan televizyon dizisi "Aliye" ile ekrana dönen Algan, başka sınırları da aşma peşinde. Fresenius Medical Care Türkiye'nin projesi kapsamında, diyaliz hastalarının tedaviye uyumunu artırma amaçlı bir müzikli performans olan "Sınırlar"ı hazırladı ve beş şehir dolaştı. "Sınırlar"ın İzmir ayağında gördük ki; provalarda da, sahnede de, perde inince de aynı sıcaklıkta bir sanatçı var karşımızda. İşte onun ölümsüzlüğünün sırrı burada. Hollywood devlerinin arasından... 1937'de İstanbul'da doğan Algan, öğrenimini Dame de Sion'un ardından Fransa'da, Versailles Lisesi'nde tamamladı. Tiyatro sanatçısı Beklan Algan'la evlendikten sonra ABD'ye gitti. James Dean, Paul Newman, Mickey Rourke, Al Pacino, Nicole Kidman, Marlon Brando gibi Hollywood devlerinin okulu New York Actor's Studio'da öğrenim gördü. Sahneye de ilk kez bu sırada çıktı. Tiyatro yaşamı 1961'de "Tarla Kuşu" oyunuyla başladı. Bundan itibaren de hep, ses getiren işlerin sanatçısı oldu. İki kez "Ophelia" rolünü oynadığı "Hamlet"te, bir kez de erkek giysileri içinde "Hamlet" oldu. 1964'te, senaryosu Vedat Türkali'ye ait bir Ertem Göreç filmi olan "Karanlıkta Uyananlar" ile sinemaya geçti. Sinemadaki ilk ödülü gecikmedi: 1966'da Atıf Yılmaz'ın yönettiği "Ah Güzel İstanbul" ile, San Remo Bordighera Film Şenliği'nde Gümüş Ağaç Ödülü'nü aldı. 1970'de Montreux Festivali'nde kadın özgürlüğü üzerine çevrilen "Kadınlığın Öyküsü" adlı filmde oynadı. "Zilli Nazife", "Biraz Kül Biraz Duman", "Son Söz Benim", "Eksik Etek", "Salak Bacılar", "Seni Seviyorum Rosa", "Dört Mevsim İstanbul", "Harem Suare", "O da Beni Seviyor" rol aldığı filmlerden bazıları. Ayla Algan, sinema ve tiyatro oyunculuğunun yanı sıra Türkiye'yi çeşitli festivallerde temsil eden, ödüller kazanan bir ses sanatçısı. 1971'de Paris'in ünlü Olimpia'sında sahneye çıkan Algan, 1973'te Altın Orfe Şarkı Yarışması'nda ikincilik ödülü kazandı. Mehter Marşı ile incelik dersi Ayla Algan'ın çıktığı sahne, sanat yoluyla bir toplumsal mücadele alanı oldu hep. İnsanın insanca yaşaması ülküsü doğrultusunda ürünler verdi. 1961 Anayasası'nın verdiği sendikal ve politik hakları vurgulayan "Karanlık’ta Uyananlar" filmi, İstanbul gecekondularında yaşayan işçi sınıfı ile lüks mekanlarda yaşayan burjuva kesiminin çatışmasını temsil ediyordu. "Karanlıkta Uyananlar" ve "Ah Güzel İstanbul", modernleşme ve İstanbul'a göç konularında klasikleşen filmler oldu. "Müşfik Kenter ve Yıldız Kenter'le, 'Rosenbergler' müzikalinde başladım" dediği müzik, Algan'ın kendini ifade biçimini genişletirken, söyleyeceği sözleri de çeşitlendiriyordu. Bundan sonra Erkan Özerman'ın menajerliğinde bir Anadolu kültürü destanı geldi: Yunuslar. Müziği Timur Selçuk'a ait "Yunuslar" adlı uzunçalar, 1970-1971'de, Yunus Emre'nin doğumunun 650'nci yılında, Fransa'ya gönderilmek için yapılmıştı; dünyaya yayıldı. Montreux Festivali'ndeki yapımcı, ilkin Fransızca yapılan "Yunuslar"ı küçümsedi ama karşısında, ulusalcı yanı güçlü, yerel değerlerini savunup öne çıkaran Ayla Algan vardı: "Önce adam şarkıyı çok sevmedi. 'Bununla mı yapacağız?' dedi. Baktı ki sarı saçlı, kadın özgürlüğü, falan diyen bir Türk kadını. Hiç görmemiş böyle bir Türk. Yanındakilere, 'Neyce konuşacağız?' dedi. Ben de Fransızca olarak, 'Neyce konuşmak istiyorsa onca konuşalım. Buralar Fransızca konuşuyor, Fransızca konuşalım' dedim. Şaşırdı. Adam bir enstrüman keşfetmiş, üstü örtülü. Bir açtı örtüyü, bizim kanun. Ben de festivale TRT adına, Dışişleri'nden gelmişim. 'Mösyö, başka estetiklerden yararlandınız mı?', dedim. 'Ne münasebet' dedi. 'Bu, kanundur. Dokuzuncu asra kadar Arap'tır, sonra bize geçer. En ulvi enstrümanımızdır' dedim. 'Siz barbarsınız' dedi. Nasıl kavga ediyorum... 'Doğru, biz müzikle dans ederiz. Atalarımız savaşa giderken en ince saz olan arp'ı atların üstüne koyarlardı. Ailelerini bırakacaklar ya... Bir adım atar, geride bıraktıklarına bakar, sonra iki adım atarlardı' dedim. Catherine Deneuve'den tut, tüm sanatçılar orada." Berlin-İzmir hattı 1972'de Montreux Festivali'nde yapılan kadın özgürlüğü programına, Türkiye'den sadece Ayla Algan davet edildi. "Koca Öküz" şarkısı da o programda ortaya çıktı. Algan, öküzü ölen İç Anadolulu bir köylü kadınının hikayesini anlatan şarkıyı, yemeni takıp yerel ağızla söylerdi. Belleklerde bu görüntüsüyle yer etti. Algan, "Zühtü" türküsünün, yaylı tamburlu disko yorumunu ise, Berkeley'de bir barda ortaya çıkardı. "Tchaka tchaka Zuhtu" dünya piyasasına sunuldu. Ayla Algan, kadın özgürlüğü, insan hakları, işçi hakları gibi evrensel değerlerle, içinden çıktığı toprakların kültürünü, tasavvufu bir potada eriten uluslararası bir sanatçı. Belki de bu yönü onu, Paris Olimpia'da konser veren ilk Türk sanatçısı yaptı. Algan Paris'te yaşarken 1979'da, Berlin'de de araştırmalar yapan eşinin yanına yerleşti ve burada Şener Şen, Tuncel Kurtiz, Kerim Afşar, Toron Karacaoğlu, Macit Koper, Beklan Algan gibi sanatçılarla işçi tiyatrosu yaptı. Müzikler, Ergüder Yoldaş'a aitti. Ekip, Berlin'de Türk oyunları oynadı. Bu dönemde Ayla Algan'ın İzmir seferleri başladı. Cuma günleri İzmir'e geliyor, Selmi Andak'la çalışıyordu. Behçet Necatigil'in şiirlerinden bestelenen "Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca", "Bekliyorum" gibi şarkılar, o dönemde ortaya çıktı. “Zihinle bedenini düzeltebilirsin” Ayla Algan yakın zamanda ise İzmir'e, burada Selmi Andak'la yaptıkları şarkılarla, "Sınırlar"ı aşmaya geldi. "Sınırlar", hemodiyaliz sistemleri, periton diyaliz ürünleri, organ nakli, diyaliz tedavi uygulamaları gibi alanlarda faaliyet gösteren Fresenius Medical Care Türkiye'nin organize ettiği bir etkinlik dizisi kapsamındaki müzikli performans. Klinik yetkilileri Ayla Algan'ın kapısını ilkin, "Tiyatro mu yapsak?" diyerek çalmış. Algan, kendi şarkılarına eşlik eden danslardan oluşan, Ekol Drama yapımı "Sınırlar"ı ortaya çıkarmış: "Ben dedim ki, tiyatro olursa, sahne arkasında da olsam yine her yere gideceğim. Kendi ellerimle yaparsam daha iyi olur. Hem hastaları görmek, tanımak da istedim." İstanbul, Adana, İzmir, Ankara ve Antalya'da diyaliz hastaları ve aileleri için sahnelenen bu müzikli performans, hastaların tedaviye uyumunu sağlamayı, sanatın tedavi sürecindeki etkisinden yararlanmayı amaçlıyor. Algan, gösteriye gittiği şehirlerde, klinikte hastalarla sohbet ediyor. Kronik böbrek yetmezliği hastası ve yakınlarından oluşan onlarca hastayı, EÜ Atatu¨rk Kültür Merkezi'nde "Yunuslar"ı, "Solgun Bir Gül Oluyor"u dinleyip izlerken görmek, "art-terapi"nin önemini anlamaya yeterliydi. Sahnedeki kadın, yaşama sevincini karşısındakine kolayca geçiriyor, onlarla etkileşim içinde gösterisini sürdürüyordu. Ayla Algan, "Zihinleri düzeltirsem..." diye düşünüyordu, "Ölümsüzlüklerini elde ederler": "Bizde diyalize ailecek gidiliyor, ölüme gider gibi. Avrupa'da böbrek hastaları için bu, günlük yaşamın bir parçası. Zihinle bedenini düzeltebilirsin. Bizim nezlemiz olur, mendil yetiştiremeyiz, sahneye çıkarız, durur. Eski bedenlerini hatırlayacaklar. Buna 'art-terapi' diyoruz. Sanatla tedavi olurlarsa ölümsüzlüklerini elde ederler. Hastalar çok iyiliğini gördü. Yaratıcı drama çalışmaları da yapıyoruz." “Doğaya karışırsın” Algan, yaptığı her işi sanata dönüştürmesini bildiği gibi, içinde yer aldığı çalışmalar da bu nitelikte. Salı akşamlarının sinema tadındaki dizisi "Aliye" de böyle. Algan, bu dizideki samimiyetin sırrını, "Rolleri roman karakterleri gibi geliştirdik. Dizi değil, karakter oynuyoruz. Film çeviriyor gibiyiz" diye açıklıyor. Dizideki çocuklar Arda ve Ayşe, Algan'ın Genel Sanat Yönetmeni olduğu ve Çağdaş Tiyatro Oyunculuğu dersi verdiği Ekol Drama Sanatevi'nin burslu öğrencileriymiş. Ayla Algan bugünlerde; yaratıcı dramadan oyunculuğa, solfejden resim derslerine dek birçok alanda eğitim veren Ekol Drama'daki işleri ve dizi çekimlerinin yanı sıra başka alanlarda da çalışmaya devam ediyor. Bir öğrencisiyle birlikte kadın özgürlüğü üzerine bir kitap hazırlıyor. Beyazperdede ise gelecek sene yeniden göreceğiz Algan'ı. "Aliye"nin yönetmeni Kudret Sabancı, çekmeye hazırlandığı film için Algan'a bir rol yazıyormuş. Yarım asra yaklaşan bu uzun ve çok kulvarlı koşunun finish'i yok. Doğada bitimsiz bir döngü bu. Çünkü Ayla Algan, "Ölümsüzlüğü sağladığımı düşünüyorum" diyor: "Tiyatroda bir şey kalmıyor insana. Eserlerinizi bir ressam, bir şair gibi sabitleştiremiyorsunuz. Tiyatro insandan insana geçiyor. Derviş gibi... Böylece insan bilimlerine girdim. İşadamlarına, doktorlara gidiyor, beden dilini öğretiyorum. Akciğer hastalarına bakan Toraks Derneği, 'Yunuslar'ı istedi benden. Yunus'taki nefesle bizim aramızda ne fark var, dediler. Yunus dağlara çıkıyordu. Tasavvuf, sen yok olmazsın, der. Doğaya karışırsın."
PORTRE: PEPE MUJİCAPORTRE: PEPE MUJİCADÜNYANIN EN MÜTEVAZI BAŞKANI Pepe Mujica Pepe Mujica, 1935 yılı mayıs ayında Montevideo'nun Paso de la Arena kasabasında çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Baba tarafından ailesi Bask kökenli... 1840 yılında İspanya'da küçük bir kasaba olan Múxika'dan Uruguay'a göç etmişler. Annesi ise İtalyan kökenli ve bağcılık yapan bir aileden geliyor. Carmelo'daki Colonia Estrella'da beş hektarlık arazi satın almışlar, Pepe Mujica'nın annesi Lucy Cordano Giorello da orada doğmuş. Pepe ilkokul üçüncü sınıftayken babasının ölümü ailesini derinden sarsmış ve çiçek yetiştiriciliği ailenin temel geçim kaynağı olmuş. Yaşadığı ailevi zorluklar nedeniyle eğitiminin ilk yıllarını doğduğu yer olan Paso de la Arena'da bir kamu kurumunda tamamlayan Pepe lise eğitimini yarıda bırakmış. Bu arada Pepe Mujica'nın spor kariyerinden de bahsetmemiz gerekir. 13 yaşından itibaren bisiklet sporu yapıyor ve bunu 17 yaşına kadar aktif olarak sürdürüyor. Bir hayli de başarılı oluyor ve birçok bisiklet kulübünün formasını taşıyor. Genç devrimci amcasının siyasi çalışmalarından etkilenmiş Hiç şüphe yok ki Pepe Mujica'nın siyasi kariyeri gerçek bir serüven. 1964'te gerilla olarak atıldığı siyaset sahasında 2010'da Uruguay'ın başkanı olana kadar mücadele ediyor. Tanınmış bir milliyetçi olan annesinin erkek kardeşi Ángel Cordano ve annesi Lucy Cordano Giorello Ulusal Parti (Partido Nacional) üyesiydi. Onun aracılığıyla Ulusal Parti milletvekili Enrique Erro ile tanışır ve partiye üye olur. Mujica, Ulusal Parti'deki kariyeri boyunca gençlik genel sekreteri pozisyonuna ulaşabilmiş. Milletvekili Enrique Erro, Herrerismo'nun Uruguay'da ilk kez 1958 seçimlerinde kazandığı zafer sonrasında Çalışma Bakanı olduğunda Pepe Mujica da onun ekibinde görev alıyor. Sonrasında siyaseti yükseltmek için olsa gerek, Erro ve Pepe Mujica Ulusal Parti'den ayrılarak Unión Popular partisini kurdu. Ancak yaşanan ilk seçimde oyların yalnızca %2,3'ünü alarak büyük bir başarısızlık yaşadılar. Pepe gerillaya katılıyor Pepe Mujica, 1964 yılında devrimci mücadelesine başladı. Ülkesinde siyasi olarak olup bitenlerden ve keyfi kamu yönetiminden duyduğu memnuniyetsizlik, onu Tupamaros Ulusal Kurtuluş Hareketi'ne katılarak, bir Tupamaro olmaya yöneltti. O yıllar boyunca çiftçilik yaparak gerilla faaliyetlerini gizlemeye çalışmasına karşın başarılı olamadı ve tutuklama kararı çıkınca yeraltına indi. Gerilla olduğu dönemde neredeyse hayatını kaybediyordu. Toplam altı kurşun yarası aldı. 14 yıldan fazla bir süre cezaevinde kaldı, tutuklu olarak son dönemi 1972 ile 1985 yılları arasındaydı ve demokrasi ülkeye geri döndüğünde siyasi suçlara yönelik ulusal af sayesinde buradan çıktı. Başkanlığa giden yol Başkanlığa giden yol birçok engelle doluydu. 2008 yılında yapılan olağanüstü bir kongrede 2009 seçimleri için Frente Amplio partisinin adayı seçildi. Adaylığı büyük bir kampanya ile sunuldu. 25 Ekim 2009'da yapılan başkanlık seçimlerinde siyasi partileri temsil eden dört adayla karşı karşıya geldi. Mujica, geçerli oyların %47,96'sını alarak 4 rakibine karşı büyük bir farkla galip geldi ve oyların ancak %29,07'sini alabilen ikinci adaya ezici bir fark attı. 22 Kasım'ında yapılan ikinci turda Pepe Mujica, rakibi Luis Alberto Lacalle'nin aldığı %43,51'lik oya karşı %52,39'luk bir sonuçla başkanlığı kazandı. José Alberto Mujica Cordano, 1 Mart 2010'da Yasama Sarayı'nda Uruguay Devlet Başkanı olarak yemin etti. Ulusal ve uluslararası siyasi temsilcilerin katılımıyla dolu bir törendi. En önemlileri arasında Cristina Fernández, Hillary Clinton, Rafael Correa ve Hugo Chavez vardı. Pepe Mujica, başkanlık sarayına hiç taşınmadı, ideallerine ve ilkelerine sadık kaldı ve bu nedenle şu anda yaşadığı Rincón del Cerro'daki çiftlik evinde yaşamaya devam etti. Çiftlik evinde güvenliği ve iletişimi iyileştirmek için başkanlık muhafızlarının bir hayli çaba sarf etmesi gerekti.
ŞEF ATİLLA HEİLBRONNŞEF ATİLLA HEİLBRONNŞef Atilla Heilbronn Kah Almanya'da kah Türkiye'de yaşayan Türk bir anne ve Alman bir baba... Nazi zulmünden kaçarak Atatürk'ün daveti ile Türkiye'ye gelerek İstanbul Üniversitesi'nde görev yapan akademisyen bir dede... Gastronomi sayfalarımızın bu sayıdaki konuğu "Ben iki kültürü de bir arada taşıyorum" diyen Narımor Urla'nın şefi Atilla Heilbronn.
EVRENOSOĞLU AİLESİEVRENOSOĞLU AİLESİ Ataları, Osmanlı’nın ilk akıncı beyleri Evrenosoğlu Ailesi Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yüzyılına damgasını vurmuş önemli bir kumandanın, Gazi Evrenos Bey’in soyundan geliyorlar. İmparatorluğun Mihaloğulları, Malkoçoğulları ve Turahanlıoğulları gibi ilk akıncı ailelerinden. Şimdiki kuşak hangi tarih kitabını açsa, bu yüzden soyadlarını görüyor.
VİNTAGE HOME BY YELİSVİNTAGE HOME BY YELİSÇeyizlerdeki Saat Kulesi Vintage home by Yelis yeni koleksiyonda çocukluğunun saat kulesini nakışlarla işledi. Yelis'in mekanına uğramayı unutmayın!
GÖLLER SU KAYBEDİYORGÖLLER SU KAYBEDİYORGöller tüm dünyada su kaybediyor Doğayla uyumlu olmayan planlama ve iklim değişikliğinin etkileri sonucunda dünya genelinde göllerdeki su miktarında düşüş yaşanıyor. Göllerin su kaybetmesi, göl sıcaklıklarının da artmasıyla birlikte, emilen karbondioksit miktarını azaltabilir ve atmosferdeki karbon emisyonlarını artırabilir. Science dergisindeki yeni makale, son 28 yılda göllerdeki su miktarında küresel bir düşüş olduğunu ortaya çıkardı. Dünyadaki karasal alanın %3'ünü kaplayan göller, su kuşları ve diğer canlılar için yaşam alanı olmasının yanı sıra, tatlı su ve gıda sağlama, rekreasyon faaliyetler ve besin döngüsünün devamlılığı için önemli alanlar. Bununla birlikte karbon döngüsü yoluyla iklimi de düzenliyorlar. Dünya yüzeyindeki tatlı suyun %87'sini barındıran göller için iklim değişikliğinin ve insan faaliyetlerinin yarattığı tehdit düzeyi her geçen gün artıyor. Göllerdeki su miktarı, yağışlardaki ve nehir deşarjındaki değişikliklerin yanı sıra baraj inşası ve su tüketimi gibi doğrudan insan faaliyetlerine ve iklim değişikliğine bağlı olarak değişiyor. Otuz yıllık uydu gözlemleri, iklim verileri ve hidrolojik modelleri kullanarak en büyük 1972 gölü analiz eden Yao ve meslektaşlarının bu yıl Science dergisinde yayımladığı makaleye göre, bu göllerdeki su miktarları 28 yılda %53 oranında azaldı. Çalışma dünya çapındaki kuruma eğilimlerinin önceden düşünülenden çok daha geniş kapsamlı olduğunu gösteriyor. Türkiye önemli derecede su kaybı yaşayan havzalardan Araştırmada yer alan 1051 doğal göl ve 921 rezervuar, Dünya’nın doğal göl ve rezervuar depolamasının sırasıyla %96 ve %83’ünü oluşturuyor. Doğal göllerdeki önemli su kayıplarının yaklaşık dörtte biri insan faaliyetleri ve çoğunlukla iklim değişikliğine atfedilen artan sıcaklık ve buharlaşmadan kaynaklanıyor. Yüzey akışlarındaki değişimlerden kaynaklanan su kayıpları da göz önünde alındığında iklim değişikliği göllerin %43’ünü etkiliyor. Bu durum gelecekteki yüzey suyu kaynakları yönetiminde iklim değişikliğinin etkilerinin hesaba katılmasının önemini gösteriyor. Küresel ölçekte 1992-2020 yılları arasında büyük tatlı su kütlelerinin %53’ünün su deposu azaldı ve toplam 602,28 kilometreküp su kaybedildi. Doğal göllerdeki net hacim kaybı büyük oranda küresel ısınma, artan buharlaşma ve su kullanımından kaynaklanıyor. Toplam 234 doğal gölde %22 su kazanımı yaşanırken, 457 doğal gölde %43 su kaybı tespit edildi. Kuruyan tüm göllerdeki toplam düşüşün yalnızca yaklaşık üçte biri, büyük ölçüde İç Tibet Platosu gibi uzak veya seyrek nüfuslu bölgelerdeki göllerin su deposundaki artışlarla dengeleniyor. Bu depolama artışları; yağış, yüzey akışı, sıcaklık, buharlaşma ve insan su kullanımının azalmasındaki değişikliklerden kaynaklanıyor. Örneğin Sevan Gölü suyu, 2000'li yıllardan itibaren koruma yasalarının yürürlüğe girmesiyle artan bir eğilim sergiliyor. Kurak bölgelerde su miktarındaki kayıplar ise daha belirgin düzeyde. Bu su kütlelerindeki toplam kaybın üçte ikisinden fazlası, kuraklaşan iklime veya sürdürülemez su tüketimine sahip 10 havzadan kaynaklanıyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç; "Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin (~2 milyar) kuruyan bir göl havzasında yaşadığı tahmin ediliyor. Bu da iklim değişikliği ve sedimentasyonun etkilerinin sürdürülebilir su kaynakları yönetimine dahil edilmesinin gerekliliğini gösteriyor. Bildirilen sayılar, yalnızca su kaybından en çok etkilenen göl havzaları sakinleri üzerindeki potansiyel etkilere ilişkin tahminler. Kuruyan bu göllerin birçoğu önemli su kaynakları olarak tanımlanıyor veya uluslararası öneme sahip Ramsar alanları arasında listeleniyor. Etkili su koruma çabaları ve su koruma yasalarıyla Sevan Gölünün kurtarılmasındaki başarıyı görüyoruz. Biz de su kaynakları ve sulak alan ekosistemlerinin yaşatılması için iklim değişikliğinin etkilerini de göz önünde tutarak yeni yasal düzenlemeler ve uygulamalar yapmak zorundayız" dedi.
TAKI SANATININ TARİHÇESİTAKI SANATININ TARİHÇESİSüs eşyası olarak takı sanatının tarihçesi Takı yapma geleneğinin köklerinin 5000 yıl öncesi Çin toplumuna dayandığını, Mezopotamya’da MÖ 3000 – 4000 yılları arasında yapılan takıların ağaç kavuğundan, hayvan kemik ve dişlerinden, ağaçlardan yapraklardan yapıldığını, ilk takı örneğinin hayvan dişinden yapılmış bir küpe olduğunu biliyor muydunuz? Yüzyıllar boyunca Mısır’da takıların gücü ifade ettiğini, tahmin edilenin aksine kadınlardan daha çok erkeklerin takı kullandığını, firavunların takıyı varlıklı ve hâkim sınıfın bir gösterge aracı olarak kullandıklarını biliyor muydunuz? Mısır’da yapılan kazılarda kişilerin ziynet eşyaları ile gömüldüğünü biliyoruz. Sanat tarihçileri bu adeti o toplumun ölümden sonra yaşama inandıklarının bir göstergesi olarak kabul ediyorlar. Ayrıca yapılan kazılarda elde edilen bulgularda köle kolyelerinin de bulunduğu görülmüş. Demir ve metal gibi değersiz materyallerden yapılan köle kolyelerin ucunda kölelerin kendileri ile ilgili bilgiler de bulunuyormuş. Kölenin ismi ve fiyatından satışı yapılıyormuş. Gemiciler de genellikle inci ya da altın küpe takanlardan. Bunun sebebi, denizcilik mesleğinin tehlikeli olması ve denizcilerin her an ölümle yüz yüze yaşamaları. Altın ya da inci gibi değerli materyallerden yapılmalarının sebebi ölüm halinde ailelerine yük olmadan defnedilmeleri içinmiş. Hristiyanların taktığı haç, Musevilerin taktığı altı köşeli yıldız, Müslüman kültüründe Allah yazılı kolyeler kişinin hangi dine mensup olduğunu göstermek için takılan süs eşyaları. Bunun yanı sıra, kişinin evli olduğunun ifadesi olarak evlilik yüzüğünü de takı geleneği içinde değerlendirebiliriz. Kısaca tüm bu bilgiler takıların yalnızca son yüzyıllarda değil, uzun zamandır değer göstermek için takıldığını göstermesi açısından ilginç. Takının tarihçesi, insanın tarihi kadar eski. Arkeolojik bulgular ilk takıların, insanların henüz yerleşik düzene geçmedikleri Paleolitik Çağ’da yaratılmış olduğunu gösteriyor. O dönemde takılar hem süs hem de av bereketi ve korunma amaçlı muskalar olarak yapılmış. Kullanılan malzeme olarak kolay işlenebilen renkli taşlar, av hayvanlarının diş, boynuz, kemik ve tırnak kısımları ile deniz kabukları. Bu doğal malzemeleri sürtme ve kazıma yoluyla aşındırarak şekillendirmiş, üzerlerini delip, dizerek kolye haline getirmişler. İnsanlık tarihinde hayvancılık ve tarımın başladığı Neolitik Çağ’da hayvan kemiklerinin yüzeylerinden faydalanılmış, istenen şekillerde kesilip, parlatılmış, cilalanmış, bazen bunların üstü kazınarak desenler işlenmiş. Anadolu coğrafyasında Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü ve Konya yakınlarındaki Çatalhöyük gibi yerleşimlerde buluntular arasında taş, kemik, diş ve yumuşakça kabuklarından yapılmış kolye ve bilezikler iyi örnekler...