MARTNISAN2024
DÜŞLERDEN GERÇEĞE ERCAN TUTAL İLE SÖYLEŞİ
Düşlerden gerçeğe ENGELLER BİR BİR AŞILIYOR Kafe Kariyer’de bu kez Gülhan Berkman Yakar'ın söyleşi konuğu deneyimli bir sosyal girişimci, Alternatif Yaşam Derneği Kurucusu ve Düşler Akademisi lideri, sevgili Ercan Tutal. Kendisinden, deneyimlerinden öğrenmek istediğim o kadar çok şey var ki, hemen söyleşimize başlıyoruz. Ercan bey, son yıllarda “sosyal girişimcilik” ve “sürdürülebilirlik” öne çıkan konular arasında, ama siz yıllar önce bu kavramların altını doldurmayı başarmışsınız. Yirmi yedi yıldır, hiç durmadan sosyal sorumlulukla çalışmak... Önce bu nasıl mümkün oldu? diye sormak istiyorum. Yirmi yedi yıl önceki kararlı bir adım ve birkaç kişinin birlikte yürüyüşü, derken bu heyecanlı girişken arkadaş topluluğu uluslararası bir gönüllü ordusuna dönüştü akıp geçen yıllar içinde. Coşarak yükseldiğimiz de oldu, paldır küldür tökezlediğimiz de! Kendimizden başlayan değişimin topluma yayılmasını ve belki de başta uçuk kaçık sayılabilecek fikirlerin kalıcı kurumsal uygulamalara dönüşmesini istedik… Harika bir özet oldu ama biraz daha detaylı anlatmanızı rica edeceğim bu süreci… Sizi ve gerçekleştirdiğiniz düşleri anlamak için en baştan başlayalım mı? O zaman Tübingen Üniversitesi’nde İngiliz ve İtalyan Dili Edebiyatı okuduğum 1995 yıllarına kadar gitmek gerekiyor. İlk projem olan “Dalmak Özgürlüktür”ün zihnimde oluşmaya başlaması o yıllara uzanır. O dönem Almanya’da toplumsal yaşamda engellilerin varlığı hakkında önemli farkındalıklar yaşadım. Havuzda, kütüphanede, diskoda, otobüste, metroda, işyerlerinde, spor sahalarında ve sokaklarda hemen her yerde farklı engel grubundan bir kişiye rastlanabiliyordu. Almanya’da engelli bireyler, rahatlıkla diğer vatandaşların kullandığı tüm anayasal, insani ve medeni haklardan tam ve eşit olarak yararlanabiliyorlardı. Hatta farklı ihtiyaç grupları için özel çözümler de üretilmiş, onlarca sosyal yaşam alanı herkese eşit şekilde kapılarını açabilmişti. Engellilerin yönettiği ve yüzde 100 istihdam edildiği üretim birimleri, atölyeler, fabrikalar; ağır engellilerin aile üzerindeki yükünü alan ve yaşam garantisi sunan “yaşam evleri”, federasyonlara bağlı onlarca spor kulübü, tatil köyleri, oteller, yurtlar ve özellikle de toplu taşımacılık çözümleri… Hepsi örnek alınacak şekilde önümde duruyorlardı. Hep sosyal konulara duyarlığı olan ve ötekini dert edinen biriydim. Hatta bütün çocukluk ve gençlik yıllarımda bile... Ama özel olarak engelliler, bildiğim bir alan değildi. Bütün bu farkındalık ve bilinç oluşumunun ardından, o yıllarda ülkemdeki mevcut durumu da bizzat araştırınca zihnimde yepyeni bir yaşam hedefi belirmiş oldu. Yaşam hedefiniz haline gelen; ülkemizdeki engellilerin yaşamlarını değiştirmek için öncülük yapma konusunda hangi adımlarla ilerlediniz? Sizi tanırken bir yandan da “sosyal sorumluluk projesi” nasıl gelişir ve gerçekleştirilir? Öğrenmiş olalım. Gandhi der ki; “Dünyada görmek istediğiniz değişiklik ne ise o olun.” Ben de öncelikle konu hakkındaki araştırmalarımı derinleştirip, daha çok okuyarak, detaylı gözlemler yapıp, kişisel ilişkilere de girerek, yaşam paylaşımlarımı zenginleştirmeye çalıştım. Sakatlığa ve dolayısı ile engelliliğe neden oluşturan konulara baktığımda, genetik bozukluklar, trafik vb kazalar, doğum hataları, yetersiz beslenme, yanlış ilk yardım, akraba evlilikleri, kötü alışkanlıklar... Liste uzayıp gidiyordu. Yıl 1997, 700 milyon engellinin 100 milyonu sadece yetersiz beslenme nedeniyle bu “büyük azınlığın” sıralamasına giriyordu.Masalarımızdaki yemek artıklarımızı, yemek seçme şımarıklıklarımızı düşününce yüzüm kızarıyordu. Bu rakamlar, neredeyse tüm ülkeler için yaklaşık oranlardaydı. Gelişmiş ülkelerde yüzde 8 civarıyken daha az gelişmiş, geri bıraktırılmış ülkelerde, bu oran yüzde 15'lere yaklaşıyordu. Evet, öğrendiklerim ve deneyimlerim beni dönüştürmeye başlamıştı artık… Şöyle bir özetlemek istiyorum; önce bir toplumsal sorunun farkına vardınız, ardından bu konuda detaylı bir şekilde araştırma yaparak, deneyimleyerek kendinizi geliştirdiniz. Problemin çözümleri orada yaşamın içinde zaten önünüzde duruyordu. Peki, daha sonra nasıl ilerlediniz? Sırada netleşen bilinç düzeyinin dayattığı dışavurum, görev yüklenme ve çözüm üretme sorumluluğu vardı. Ve ben bu sorumluluğu yüklenmeye hazırdım. Tanımını yaptığım sorunun çözümü için attığım bu ilk adımlarla bin millik yolculuğum başlamıştı. Yolun adı; doğuştan veya sonradan sakatlıkları, hastalıkları olan, fiziksel-zihinsel-işitme ve görme eksiklikleri olan ve sadece bu gerçeklikleri nedeniyle en temel yaşam hakları elinden alınmış büyük bir azınlık için çözüm üretmek ve bu önermelerin aktif yürütücüsü olmaktı. Artık yaşam hedefimi belirlemiş ve bu yeni yolculuğun kıyafetlerini üzerime giymiştim. Ülkeye dönmek ve bu kararlılıkla, bir yerden çalışmaya başlamak gerekiyordu. Oldukça büyük bir hedef belirlemişsiniz. Hem de bu hedefi yaşamınızın merkezine alarak… Bu çok yönlü hedefe nereden başlayacağınızı nasıl belirlediniz? Türkiye'deki mevcut durumun gerçek boyutunu kısa süreli gelip gidişlerden farklı olarak ancak kesin olarak döndüğüm gün daha iyi kavramaya başladım. Önce bu konularla ilgili resmi kurumları, dernekleri, vakıfları, spor kulüplerini ve rehabilitasyon merkezlerini gezmeye, somut bilgi ve veri toplamaya çalıştım. Bir yandan engelli haklarını, uygulanıp uygulanmadıklarını, rehabilitasyon hizmetlerinin seviyesini, sosyal olanakların çeşitliliğini ve katılım oranlarını, sportif faaliyetlerdeki düzeyi, şehir mimari yapısındaki engelleri yakından görmek, öte yandan atacağım adımların somut durumlara uygun olmasını istiyordum. Toplumun genelinde duyarsızlık ve damgalama en üst düzeydeydi. Engellilik konusuna ilişkin neredeyse hiç bir kaynak yoktu ve literatür eksikliği bir yana, kullanılan terminoloji çağdışıydı. Konu ne olursa olsun standart yoksunluğu en çok göze çarpan konuydu. Uluslararası standartların adı bile geçmiyordu. Engelliler öncelikle eğitim, devamında üretim ve sonrasında da tüm sosyal yaşam süreçlerinden kopuktu. Onlar yoktular, görmezden geliniyorlar ve dışlanıyorlardı. Sorunların tanımını yapıp çözümler üretebilmek için yolculuğa çoktan çıkmış bir gönüllü nefer, sosyal girişimci veya duyarlı vatandaş –her ne dersek diyelim– olarak çaldığım kapılar hep yüzüme kapandı. Resmi kanallarda hiç bilgi, veri, kaynak, temsil yetkisi ve muhatap yoktu. Dernek ve vakıflar rahatlarının bozulmasını istemiyorlardı. Rehabilitasyon merkezleri ve akademisyenlerin ise kendileri dışında birilerinin çözüm üretmeye çalışmasına pek tahammülleri yoktu. Bu kapılardan hep geri dönmek zorunda kaldım. Defalarca!... Çok zor olmalı… Hem yaşamınızın hedefi haline getirdiğiniz bir konu var, hem de tüm kapılar yüzünüze kapanıyor. Bu durumda, nasıl vazgeçmediğinizi, devam etmek için gücünüzü nereden ve nasıl toparladığınızı da çok merak ediyorum. Bu koşullar altında, vazgeçmek veya umutsuzluğa kapılmak yerine, sonuçları ve yaşadıklarımı analiz ederek elimde neler var diye baktım. Kendi kaynaklarıma odaklanmayı tercih ettim. En güçlü destek hep ailemden ve yakın arkadaşlarımdan geldi. Sağlam bir kaleniz varsa yıkılmıyorsunuz. Çünkü çok belliydi ki; henüz bu konudaki yeniliklere hazır değildi ortam. Doğru alan ve araç seçimi beni hızlandıracaktı. “Toplumsal değişim için spor” yaklaşımı ile spor aracılığı ile buzları kırabilir, uyuyan devi uyandırabilirdim. Engellilerin Türkiye’de hiç erişemediği, hatta bilmediği bir alan olduğu için de dalışı araç olarak kullanıp Engellileri sokağa, aktif yaşama çekme girişimi olarak " DALMAK ÖZGÜRLÜKTÜR" ü başlattım. Neden dalışı tercih ettiniz? Çok riskli de bir alan gibi geliyor bana; engellilerle dalmak, onlara bu eğitimi vermek, bunlar da çok büyük sorumluluk değil mi? Ben zaten dalgıçtım, suyun altında özgürlüğün ve eşitliğin olduğunu, tekerlekli sandalyenin, koltuk değneğinin ve beyaz bastonun hükmünü yitirdiği, engelsiz bir dünya olduğunu biliyordum. Tabii ki engellilere yönelik ücretsiz dalış eğitimlerine başlamadan önce, bir yıl boyunca kendimi özel olarak engelli dalışı konusunda donattım. Uluslararası tüm eğitimleri, sertifikaları ve yetkileri aldıktan sonra başlattım süreci. Projede aktif görev alabilecek eğitmen ve asistanların eğitimini de projeyle beraber yürüttüm. Dalış sporuna dair uluslararası standartları yaygınlaştırmak ve istenirse her şeyin yapılabileceğini göstermek istiyordum. Demek ki bildiğiniz ve hakim olduğunuz yerden başladınız. Sizin dediğiniz gibi evet belki engelsiz bir dünya sualtı... Suyun altı öyle olsa da, suyun üstünde pek çok engel var yine de… O engelleri nasıl aştınız? Evet, dalış konusunda en uzman kişi olmayı başararak sürece başladığım için, bana kimse tersini söyleyip engel olamadı. Öncelikle konaklama ve etkinlik alanlarını tekerlekli sandalye kullanıcıları için uygun hale getirdik. İlk dalış adaylarının sualtı dünyasının büyüsü ile buluşması böyle mümkün oldu. Bulunduğumuz çevreden başlayarak ilk kıvılcımı yakmıştık. Evden çıkamayan, yok sayılan, yaşam alanlarında görmeye alışmadığımız ve ön yargılarla dışladığımız “umacılar” sokağa çıkmıştı ve hatta dalış yapıyorlardı. Yakın toplumsal çevrede ve özellikle medyada farkındalık oluşturdu bu girişimler ve defalarca ulusal medyada ana haberlerde yer aldık. Sonrasında da çevre halkı, esnaf ve kurumlar kapılarını ve kalplerini açmaya başladılar. Bu çalışmalara onlarca değişik engel grubundan kişi katıldı. Sertifikalarını aldı ve denizler dünyasının gizemi ile tanıştı. Engelli dalışları ilk havuz çalışmaları olarak İstanbul’da başladı ama esas ivmelendiği ve engellilerin denizle buluştuğu yer Kaş oldu. Sonrasında çok büyük etki yaratan Kızıldeniz’de bir belgesel de gerçekleştirdiniz değil mi? Ben de Youtube’dan izledim. Muhteşem bir deneyim olsa gerek. Hatta “dönüşüm“ demek daha doğru olur. Bunu yaşamak, yaşattırmak nereden aklınıza geldi? Değişen, iyileşen ve özgürleşen hayatlar çektiğimiz belgeselin hem konusu hem ödülüydü aslında. J.M.Cousteau’nun 1997 yılında Fiji Adaları'nda altı engelli birey ile yaptığı dalış, benim ilham kaynağım oldu. J.Michel’ın bir dergiye verdiği röportajı okumuştum, orada; “Okyanusun iyileştirici ve özgürleştirici gücünü keşfettik” diyordu. Bu keşif bizim de düşlerimizi süsledi. Tam bir yıl boyunca bu proje için sponsor aradım. Sonunda Whyte İlaç firması, Kızıldeniz’de yapacağımız dalış gezisi ve belgesel çekimimize destek oldu. Oraya 18 kişilik bir profesyonel ekip ile gittik. Bu deneyimi yaşayan engelli dalgıçlarımız; Mutlu, Ersoy, Gülçin, Berna, Ayhan ve Safinaz orada büyük bir dönüşüm yaşadılar. Belgeselde de anlatıyorlar… “Dalmak Özgürlüktür” belgeseli televizyonlarda günlerce ana haberlerde yayınlandı, belgesel kuşağında gösterime girdi, uluslararası yarışmalarda ödüller aldı, fotoğrafları defalarca sergilendi, seminerlerde kongrelerde konu oldu, belgesel film festivallerinin özel gösterimlerinde ülkeleri dolaştı. Artık sadece çalışmaya katılanlar ve yakın çevreden gözlemleyenler değil, tüm Türkiye ve hatta dünya dalış camiası engellilerin "fırsat sağlandığında" neler yapabileceğini ve zaten yapabiliyor olmaları gerektiğini görmüş oldu. Sizin de izlediğiniz gibi, dileyen Youtube’dan belgesele ulaşabiliyor. Anlıyorum ki; suyun iyileştirici ve özgürleştirici yanıyla dalgıçlar yetiştirirken, bu büyük toplumsal problemin doğru ele alınması ve çözümler üretilmesi için de “suyun kaldırma kuvvetini” kullanarak büyük bir etki yaratmayı başarmışsınız. Evet dalış yapmak; suyun kaldırma kuvvetinden ve hem dinamik hem meditatif özelliklerinden yararlanarak, beyaz bastonları, tekerlekli sandalyeleri, koltuk değneklerini, korku ve kaygıları kıyıda bırakıp özgürleşmek olmuştu. Yüzlerce engelli genç artık “düşlerini bile kurmadıkları” bir dünyanın güzellikleriyle tanışmış, özgüvenlerini pekiştirmiş ve sosyal yaşamın aktif bireyleri haline gelmişlerdi. Ama burada durmadınız ve yeni kapılar açıp, toplumsal dönüşüm için yeni modeller üretmeye devam ettiniz ki ; bugün burada farklı çalışmalar ile yolculuğunuz sürüyor… Sanıyorum 2001 yılındaydı Kızıldeniz’de çektiğiniz belgesel. Merak ediyorum sonra süreç nasıl devam etti ? Daha sonra Avrupa’daki neredeyse tüm engelli spor federasyonlarını gezip hangi spor branşlarını hangi yöntemlerle uyguladıklarını öğrenmeye çalıştım. Araştırmalar, özel sohbetler ve kaynaklar arasından yeni bilgiler edindim. Çok zengin uygulamalar ve onlarca değişik spor branşı vardı. Engelli sporu ülkemizde 3-4 branş arasında sıkışmışken hemen tüm Avrupa ülkelerinde 50'den fazla farklı spor etkinliği olimpik standartlarda yapılıyordu. Bütün bu etkinliklerle ülkemizdeki engelli ve dezavantajlı gençleri buluşturmak gerekiyordu. Bu hem de öyle bir şekilde yapılabilirdi ki, spor, eğitim, entegrasyon ve tatil bir arada yaşanabilsin. Bu tanımın adı; Alternative Camp’tı. 2002 yılında bütün direnişlere, karşı koymalara, ekonomik olanaksızlıklara rağmen birkaç duyarlı işinsanının desteği ile Alternative Camp Bodrum’da açıldı. Kamp konsepti tamamen gönüllülük üzerine oturuyordu. Dünyanın en uzak köşelerinden bile konuya ilgili gençler uzun dönemli gönüllülük hizmetinde bulunmak, staj yapmak, kredi notlarını yükseltmek ve kariyer yolculuklarında önemli adımlar atmak için, kampımıza geliyordu. Bir yandan uluslararası gönüllü gençlik, diğer taraftan üniversitelerimizden gelen gençlerimiz ve yaşamlarında ilk defa tatile çıkan, ilk defa havuz ve deniz gören, ilk defa yabancı bir kişi ile tanışma fırsatı bulan, ilk defa dalış yapıp ata binen, kano kullanan, duvar tırmanışı yapan, ilk yardım eğitimi gören ve hatta ilk defa dans eden engelliler... Görme engelli Samsunlu gençler ile büyük bir keyifle domino oynayan İspanyol gönüllü… Mardin’den gelen ve hayatında hiç diskotek görmemiş ve dans etmemiş tekerlekli sandalyedeki genç ile dans eden Japon gönüllü,.. Tam bir entegrasyon gerçekleştirilmiş... Kampta katılımcılar için her şey ücretsiz mi gerçekleşiyordu? Ya da maliyetler nasıl karşılanıyordu? Evet. Alternative Camp, “hizmeti satın almak değil, onu üretmek” felsefesi ile sürdürülebilir, yeni ve alışıldık olmayan ama projeyi kalıcı kılan bir sistem kurmuştu. Onlarca duyarlı özel sektör temsilcisi firma ve birey sponsor oldu. Birçok ulusal-uluslararası ödül aldı. Dünya Genç Girişimcilik Yarışması'nda “Sosyal Sorumluluk” dünya birincisi oldu. UNDP tarafından “Gençlik İçin İyi Örnek Ödülü” aldı. Ve daha bir dizi ödüllendirmenin ve akreditasyonun öznesi oldu. Yapılan çalışmalar televizyonlarda, gazetelerde haber oldu. Seminerlerde, kongrelerde ve üniversite sunumlarında yer aldı. Ege Denizi’nde Bodrum’da başlayan rüzgârın ülkenin tüm bölgelerine yayılması çalışmasını da sürdürdük ve değişik dönemlerde Van, Sinop, Artvin, Fatsa, Antalya, Kaş, Fethiye, Kazdağları ve İzmir‘de kısa ve uzun dönemli bölgesel kamplar da yaptık. Alternative Camp’a 2002’de başladınız hala devam ediyor. Oldukça uzun bir süre, katılımcılar, projeleri tanıyan gençler, sizden aldıkları ilhamla, farklı alanlarda pek çok proje de gerçekleştirebilir diye düşünüyorum. “Alternative Camp” ile arzu ettiğiniz büyüklükte kitlelere katkı sağlamayı başardınız öyle değil mi? Gerçekten de öyle. Kampımızda yerli, yabancı engellilere yönelik çalışan 150 kuruma ev sahipliği yaptık. Son 6 yıllık uygulama süresince kampa 5 binden fazla engelli ve sosyal dezavantajlı insanımız ücretsiz olarak katıldı. 700 gönüllü için kariyer yolculuklarının önemli bir dönüşüm noktası oldu. Sonuçta kamplardan geriye değişen yaşam hedefleri, kazanılan özgüven, üretkenliğe dönüşen yeni atılımlar, ataletten kurtulan ve hatta iyileşen bedenler, özgürleşen ruhlar kaldı… Evet, Alternative Camp, engelsiz toplumsal yaşamın öncü modeli ve dinamik bir uygulaması olarak kalıcı toplumsal dönüşüm hedefinde doğru yolda olduğunu bilerek şimdi de Urla’yı üs edinerek yoluna devam ediyor. Hem merak ettiğim için hem de sosyal fayda yaratmayı hedefleyen bireylere ilham olması bakımından hikayenizin en başına döndük .Böylece en temel motivasyonunuzu ve süreci aktarmış olduk. Biliyorum ki süregelen pek çok proje var. Örneğin engelli bireylerin sanata erişimi ve eğitimleri için gerçekleştirdiğiniz Düşler Akademisi ve pek çok proje var onları da kısaca anlatır mısınız? Düşler Akademisi ilk olarak 2008 yılının Kasım ayında İstanbul’da bir düş olmaktan çıktı ve gerçek haline geldi. Bu önemli proje Türkiye Vodafone Vakfı, Alternatif Yaşam Derneği (AYDER) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğinde hayata geçirildi. 2010-2022 yılı arası Ataşehir de Düşler Akademisi devam etti kendi binamızda ve hiç ara vermeden, yaz kış 365 gün açık olarak, hafta sonları dahil. Konservatuvarların, resmi ve özel okulların kapılarından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin -sadece görmediği ya da az gördüğü, işitmediği, konuşamadığı veya tekerlekli sandalyede olduğu için- geri çevrilenlerin düşlerini gerçekleştiren bir yer oldu. Hem de hiçbir ücret almaksızın... Hiçbir elitist, seçkinci yaklaşımda bulunmadan, ayırımcılık yapmadan... Binlerce kişinin sanata dokunmak, anlamak, öğrenmek ve üretmek isteğinin önündeki tüm engelleri kaldırarak. Bu proje çok üretken; çıktıları ve etkileri çok yüksek bir girişim olduğu için bünyesinden alt projeler, sosyal girişim ve işletmeler doğdu; Social Inclusion Band, Düşler Mutfağı, D-Film, Düşler Kumpanyası, Best Buddies Turkey, Kariyer Kapısı, Değişim Garajı, SortyApp, WOS (World of Silence). 2014 yılında Kaş'ta bir Köy Akademisi konsepti ile yeni versiyon "Düşler Akademisi" kurduk. Alternative Camp'ı da bu tesise taşıdık. Her iki büyük projemiz birbirini tamamlayarak devam etti ve hala da öyle devam ediyor. 2016 – 2022 arasında bir çok alt proje ve program geliştirip uyguladık. Hepsinin marka patenti bize aittir; SHERO, Kızlar Atakta, The Tarla, eyLAB, SDGgoCanvas, RescueTeam, Sesim Elim App. 2018 de Kosova'da “Dreams Academy/Kosova”yı kurduk. 2022 yılında Kaş'taki tesisten ayrıldık. 2023 yılında da İzmir Urla da aynı sistemi tekrar kurduk. Yeni projeler gelişerek devam ediyor. Her birini tek tek konuşmak isterdim, ne çok konu, ne çok proje… Sosyal sorumluluk, sosyal girişimcilik, liderlik, olumsuzluklara rağmen yılmadan, usanmadan çalışmak, örnek olmak, katkı sağlamak… Teşekkürler Ercan Tutal. Yolunuz açık olsun. Sevgiyle Kalın.