MARTNISAN2024
SANATIN RİTMİNİ YAKALAYAN KENT: İSTANBUL
Sanatın ritmini yakalayan bir kent: İstanbul Batı ülkelerine yaptığım ziyaretlerde en çok ilgimi çeken görüntüler arasında, önemli sanatçıların eserlerini görmek için müzelerin ve sergi salonlarının önünde sanatseverlerin oluşturdukları kuyruklar olmuştur. Hasretini çektiğim bu görüntüleri; bu devinimi görmek, sanata incelikle yaklaşmak, sanata ve sanatçıya saygı göstermenin bir ifadesi olarak algılamışımdır. Müzeler sergiledikleri eserlerle tarihe geçer. Dünyadaki büyük müzeleri arasına; Almanya ve Fransa’daki müzeleri, British Museum, Moskova’daki Hermitaj müzeleri ve bazı köklü Amerikan müzelerini katabiliriz. Bu müzelerin yöneticileri aynı zamanda akademik yetkinliğe sahip kişilerdir. Bazen, yepyeni bir tezi, bakışı ortaya çıkaran sergiler düzenlenir. Mesela, ilk defa Doğu halılarıyla Batı’nın resim sanatını bir araya getiren bir sergi yapıldı ve sanat tarihine yeni ufuklar açılarak yüzlerce eserde o ilişki kurulabildi. Berlin Kaiser Friedrich Müzesi’nde, Wilhelm von Bode’nin yaptığı “Doğu Halıları ve Batı Resmi” sergisi bu alanda önemli bir rol üstlenir. Bu girişimde 1910 yılında Münih’te açılan İslam Sergisi, Batı dünyasına İslam sanatını tanıtan ilk sergi olması açısından önem taşır. Müzeler merak ve daha çok öğrenme isteği aşılarlar. İzleyenler bu akım nasıl gelişmiş, hangi sanatçılar takip etmiş gibi soruların peşine takılırlar. İnsanlarda keşfetme, yeni şeyler öğrenme isteğini kamçılaması açısından müzelerin önemi tartışılamaz. Aslında insanın eğitiminde küçücük bir basamak olarak görülse de insanın kendini geliştirmesi açısından bu deneyim önemlidir. Türkiye’de kuşkusuz önemli sanatçılar ve derinlikli sanat eserleri var. Ama geçmişe bakacak olursak toplumumuzda sanat çok önemsenmemiş bir dal. Bu nedenle Türk resim sanatının yüksek bir seviyeye erişmesi zaman almış. 1950’lerde Türkçe sanat kitaplarının yayınlanması, derken Hayat mecmuasının yayın hayatına girmesi bu yolda atılan önemli adımlardı. Derginin orta sayfasında her sayıda bir sanatçı tanıtılırdı. Orada izledikleri, halkın belleğinde iz bırakmış, yaratıcılığın sınırsızlığı ve emeğin kalıcılığı hakkında görüşleri aydınlatmıştır. Günümüzde İstanbul’da açılan bazı özel müzeler, Ankara’da yeni açılan Yüksel Erimtan Müzesi, arkeoloji ile ilgili olduğu halde sanat nesnelerinin değerini öğretmeye, bu değeri en mükemmel şekilde yaşatmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla eskiyi ve yeniyi, geleneksel ile moderni yan yana getirirken zıtlıklarla benzerlikleri anlaşılır bir diyalogla izleyenlere sanat aracılığıyla farkındalık yaratmış oluyorlar. Sanat galerilerini gezmek, müzeleri incelemek, çağdaş sanatçıların işleri üzerine yorum yapmak gerek. Tüm bu saydıklarımızı İstanbul’da rahatlıkla yapabilirsiniz. İstanbul bir kültür şehri. Bunun yanı sıra sanatın ritmini yakalamak için de harikulade bir şehir. Çünkü müzeler ve sanat galeri bakımından çok zengin. Türkiye’nin kültür turizmi bakımından en parlak kenti burası. Buraya yalnızca kültür sanat etkinliklerine katılmak ve müzeleri gezmek için gelen milyonlarca insan var. Çünkü kentte her ay yeni etkinlikler, sergiler oluyor. Siz de kültür ve sanat etkinliklerine katılmak ve İstanbul’un sanat dünyasını yakından tanımak mı istiyorsunuz? Bu harika bir fikir! Ama işiniz zor. Çünkü liste hayli kalabalık. Sanat maratonuna İstanbul’daki müzeleri gezerek başlamaya ne dersiniz? İstanbul Arkeoloji Müzesi birçok kültüre ait eseri bir arada sunuyor. Müzenin içinde bir milyonu aşkın eser bulunuyor. Bu nedenle bir günde İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni gezip bitirmeniz mümkün olmayabilir. Müze Osmanlı döneminden günümüze miras kalmış bir kurum. Üç ana birimden meydana geliyor. Arkeoloji Müzesi kurumun ana binası. Çinili Köşk ve Eski Şark Eserleri Müzesi de bu müzenin birimleri arasında yer alıyor. İstanbul’da bir kültür turu yapmayı planlıyorsanız ilk görmeniz gereken yerler arasında Topkapı Sarayı’ndan başlamalısınız. Görkemli mimari yapısından gözünüzü alamayacaksınız. Bunun yanı sıra müzede dünyada eşi benzerine pek rastlanmayacak çin porseleni koleksiyonu yer alıyor. Dolmabahçe Sarayı 600 metre uzunluğa sahip bir mermer rıhtım üzerine inşa edilmiştir. Ayrıca sarayın temelleri kestane ağacı ile atılmıştır. Saray simetrik bir plana sahip ve üç katlı. İçinde tam 285 oda, 43 salon var. Dolmabahçe Sarayı’nın 56 sütunlu kabul salonu olarak adlandırılan yerinde 4,5 tonluk kristal bir avize yer alıyor. Bu heybetli avize burayı ziyaret eden herkesin ilgisini çekmeye başarıyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olan İstanbul Deniz Müzesi, Türkiye’nin ilk ve en büyük deniz müzesidir. Müze ilk olarak 1897 yılında Kasımpaşa’daki bir binada hizmet veriyor. Şu an yer aldığı konum olan Beşiktaş’a 1961 yılında taşınmıştır. Müzenin içinde 20 bini aşkın eser var. Ayrıca dünyanın en eski kadırgaları ve saltanat kayıkları ziyaretçiler tarafından epey ilgi görüyor. Şimdi sırada romanlara, filmlere konu olan Yerebatan Sarnıcı var! İstanbul gezilecek müzeler listesi yapıp da Yerebatan Sarnıcı’na gitmeden olmaz Aslında Yerebatan Sarnıcı şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmış bir yer. Günümüzdeyse müze olarak kullanılıyor. Yerebatan Sarnıcı’na adım atar atmaz kendinizi bambaşka bir atmosferde bulacaksınız. Burası biraz korkutucu ve karanlık bir dünya. Ama bir o kadar da büyüleyici! Sarnıç 336 sütun, 12 kemer ile destekleniyor. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı romanını okumuş muydunuz? Evet, müze de o romanla ilgili. Çoğu ziyaretçi romanda geçen olayların gerçek olduğunu düşünerek müzeyi ziyaret ediyor. Tabii ki, romandaki olay gerçek değil. Özü itibariye geçmişi şimdinin ışığında ve günümüzün ilgi alanları çerçevesinde kuran müzeciliğe yeni bir anlayış geldi: “insan ve toplum” odaklı müzeler. Toplumsal belleği taşıyan büyük ulusal müzelerin yanı sıra özellikle bireysel belleğin taşıyıcısı olan bu müzeler izleyenlere ilginç bir deneyim yaşatıyor. Bu konuda Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi iyi bir örnek. Çıkış noktasını Orhan Pamuk’un Masumiyet romanından alan Masumiyet Müzesi bir kurgu mekân olarak kuruldu. Romandan ilham alınarak açılan müzeyi gezerken romandan bazı alıntıların seslendirilmesi de kulağa hoş geliyor. Gezerken sanki kitabın sayfalarını karıştırıyor gibi oluyorsunuz. Müzenin ilginç bir öyküsü var. Orhan Pamuk daha henüz romanı yazmadan aklında iki proje ile işe girişiyor. Roman yazmak ve romanın müzesini oluşturmak. Her iki proje de romanın yazılmaya başlandığı andan itibaren eş zamanlı bir şekilde birbirlerini besleyerek ilerliyor. Orhan Pamuk bu karara vardıktan sonra, Çukurcuma’da bir bina satın alıyor. Seçilen bina İstanbul’un sıradan bir sokağında alelade bir bina. Öne çıkan hiçbir görünür özelliği olmayan bu mekânın ilginç olan bir yanı yok. Bu sıradanlık duygusu bu projede Orhan Pamuk’un altını çizdiği bir konu. Yazar, sanatı yüksek ve düşük seviyeli olarak ayırmıyor; sanatsal değeri olan bir eseri, el işiyle tornada üretilmiş bir nesneyi birbirinden ayrı görmüyor. Gündelik yaşamımızda kullandığımız her nesneyi izleyiciye/okura vermek istediği mesajı iletmede kullanıyor. Dolayısıyla geleneksel müze anlayışının sınırlarını da genişletmiş oluyor. Orhan Pamuk’un usta kaleminden çıkan bu buruk aşk öyküsü müzeyle eş zamanlı düşünülmüş bir sanat projesi. Müzenin içinde ne olduğu ziyaretçiler tarafından çok merak ediliyor. Müzenin içinde romanın ana karakterinin biriktirdiği eşyalar sergileniyor. Türkiye'nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi İstanbul Modern'in, Renzo Piano Building Workshop tarafından tasarlanan yeni binası Mayıs 2023 ziyarete açıldı. Yapı, İstanbul Boğazı ve Haliç’in birleştiği Karaköy sahilinde, müzenin orijinal konumunda yer alıyor.10.500 metrekarelik yeni İstanbul Modern, dinamik bir dizi geçici sergi, disiplinler arası eğitim programları, film gösterimleri ve halka açık geniş bir sanat koleksiyonu için amaca uygun olarak inşa edilmiş bir alan sağlıyor. 1945’ten günümüze uzanan dönemi kapsayan koleksiyonda, Türkiye’nin sanatsal yaratıcılığını yansıtan ve sanatın küresel dönüşümünde etkin rol oynayan uluslararası sanatçıların eserleri yer alıyor. Renzo Piano‘nun Türkiye’deki ilk projesi olan binanın tasarımında, İstanbul Boğazı’nın ışıltılı sularından ve ışık yansımalarından ilham alınmış. Binlerce yıldır liman olarak kullanılan bir bölgenin tarihini yansıtan yapının dış hatları, Avrupa ve Asya arasında gidip gelen farklı büyüklükteki gemileri ve Boğaz’dan İstanbul Boğazı’ndan atlayan bir deniz canlısını çağrıştırıyor. Cephe, değişen güneş ışığıyla oynayan ve balık pullarını çağrıştıran parıldayan, yanardöner bir cephe oluşturan bir dizi 3 boyutlu şekillendirilmiş alüminyum panellerden oluşuyor. Varışta, şeffaf zemin kat sahil gezinti yolunun manzarasını sunarken müze kütüphanesine, eğitim ve etkinlik alanlarına, dijital dokunmatik ekranlara, bir kafeye ve müzenin sergilerinden ilham alan yeni nesne koleksiyonlarının yer aldığı bir müze mağazasına ev sahipliği yapıyor. İstanbul Modern Müzesi kurulduğu 2004 yılından bu yana 8,5 milyon ziyaretçiyi ağırladı. Müzenin ücretsiz eğitim programlarından bugüne kadar 850 bin çocuk ve genç faydalandı. Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul'da Boğaziçi'nin en eski yerleşimlerinden Emirgan'da yer alıyor. Müzenin ana binası olan villa, 1925 yılında Mısır Hidiv ailesinden Prens Mehmed Ali Hasan tarafından İtalyan mimar Edoardo De Nari'ye yaptırılmış ve Hıdiv ailesinin değişik mensupları tarafından uzun yıllar yazlık konut olarak kullanılmış. Hacı Ömer Sabancı tarafından Hidiv ailesinden satın alınan köşk, aynı yıl satın alınarak önüne yerleştirilen Fransız heykeltıraş Louis Doumas'ın 1864 yapımı at heykelinden ötürü 'Atlı Köşk' olarak anılmaya başlanmıştır. Atlı Köşk'ün arazisi içindeki ikinci at heykeli ise, 1204 yılında 4. Haçlı Seferi sırasında Haçlı kuvvetlerince yağmalanan İstanbul Sultanahmet meydanından alınarak, Venedik San Marco kilisesi önüne yerleştirilen 4 attan birisinin dökümüdür. 1966 yılında Hacı Ömer Sabancı'nın vefatından sonra aile büyüğü olan Sakıp Sabancı tarafından sürekli konut olarak kullanılmaya başlanan Atlı Köşk, uzun yıllar Sakıp Sabancı'nın zengin hat ve resim koleksiyonunu barındırmış, 1998 yılında da Sabancı ailesi tarafından içindeki koleksiyon ve eşyalar ile müzeye dönüştürülmek üzere Sabancı Üniversitesi'ne bağışlanmıştır. Modern bir galerinin eklenmesiyle 2002 yılında ziyarete açılan Müze'nin sergileme alanları 2005 yılındaki düzenleme ile genişletilerek, teknik düzeyde uluslararası standartlara kavuşmuştur. Bugün Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi zengin koleksiyonu, kabul ettiği kapsamlı uluslararası geçici sergileri, konservasyon birimleri, örnek eğitim programları, yapılan çeşitli konser, konferans ve seminerleriyle çok yönlü bir Müzecilik ortamı sunmaktadır. Pera Müzesi kültür ve sanat alanında ülkeye katkı sağlamak isteyen Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından 2005 yılında kurularak hizmet hayatına başladı. Müzenin yer aldığı binanın tarihi 1893 yılına dayanıyor. Kapılarını 2005 Haziran ayı başlarında açan Pera Müzesi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın, kentin bu seçkin noktasında kültür-sanat hizmeti vermek amacıyla hayata geçirdiği geniş kapsamlı bir kültür girişiminin ilk adımıdır. Bu projede bir ‘müze-kültür merkezi’ işlevini üstlenen Pera Müzesi için, 1893 yılında mimar Achille Manoussos’un İstanbul’un gözde semti Tepebaşı’nda inşa ettiği yapı, Mimar M. Sinan Genim tarafından tümüyle elden geçirilerek çağdaş donanımlı bir müzeye dönüştürülmüş ve hizmete sunulmuştur. Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ait “Oryantalist Resim”, “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” koleksiyonlarını ve bu koleksiyonların temsil ettiği değerleri; sergiler, yayıncılık ürünleri, sözlü etkinlikler, film gösterimleri, öğrenme programları ve bilimsel çalışmalar aracılığıyla kamuyla paylaşan, gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlayan Pera Müzesi, süreli sergileriyle de dünya sanatının önemli isimlerini ağırlamaktadır. Rahmi M. Koç Müzesi, İstanbul’un Hasköy semtinde, Haliç kıyısında bir sanayi müzesidir. 1994 yılında iş insanı Rahmi Koç’un desteği ile açılan müze, Türkiye’de sanayi, ulaşım, endüstri ve iletişim tarihine adanmış ilk önemli müzedir. Müzede sık sık organizasyonlar, konserler ve özel sergiler düzenleniyor. Bunlardan biri 2006 yılı sonunda açılan "Leonardo: Evrensel Deha Sergisi" adlı Leonardo da Vinci’nin çizimlerinden oluşturulan makine örneklerinin sergisiydi. Müzedeki dikkat çekici eserlerden bazıları Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi'ne ait araştırma alet ve makineleridir. Ayrıca uçaklar, lokomotifler, tarihi araçlar gibi ulaşım araçları, oyuncuklar ve modeller, matbaa makineleri, iletişim aletlerinin sergilendiği Lengerhane binasının yanında "Café du Levant" adlı Fransız mutfağı ağırlıklı bir restoran bulunuyor. Tersane bölümünde sergilenen eserler denizcilik koleksiyonu, bilgisayar tarihine ait objeler, motosiklet ve bisikletler, at arabaları, kağnılar, klasik otomobiller, raylı ulaşıma ait eserler, tarımla ilgili objeler, zeytinyağı fabrikası ve su altı koleksiyonudur. Ayrıca Rahmi Koç galerisi de bu bölümde yer alıyor. İstanbul’un en iyi çağdaş sanat müzelerinden biri de Vehbi Koç Vakfı kuruluşuna ait olan Arter. Bu müze 2010 yılından 2018 yılına kadar İstiklal Caddesi’nde hizmet verdi. Burada sergiler, söyleşiler, performanslar, atölyeler ve daha pek çok kültür sanat organizasyonu gerçekleştirildi. Artık Arter İstanbul’un Dolapdere semtinde ziyaretçilerini ağırlıyor. Türkiye’de çağdaş sanata olan ilgiyi artırmak amacıyla kurulmuş bir başka müze de Borusan Contemporary. Ev sahipliği yaptığı son derece özel koleksiyonları görmek isterseniz bu müzeyi atlamayın derim. Borusan Holding Yönetim Merkezi'nin faaliyet gösterdiği Rumelihisarı'ndaki Yusuf Ziya Paşa Köşkü 100. yaşında 'Borusan Contemporary' adıyla Türkiye'nin çağdaş sanat alanındaki ilk ofis müzesine 2011 yılında dönüştü. Hafta içi ofis olarak faaliyetine devam eden Perili Köşk, hafta sonları birbirinden yenilikçi sergileri halkla buluşturuyor. Borusan Contemporary'nin kuruluş kararını tüm Borusan çalışanları ile birlikte alıyorlar. Perili Köşk'ü bir ofis müzeye dönüştürme fikri ortaya çıktığında çalışanlarının tümünün görüşlerini alıyorlar ve ofis müze ortamında çalışacak olmaktan büyük heyecan duyacaklarını belirtiyorlar. Ayrıca çalışanların büyük bir bölümü ofis müzenin tanıtımı için gönüllü olarak destek veriyorlar Tüm personel Borusan'ın çağdaş sanat odaklı sosyal sorumluluk projelerinden birini daha hayata geçirmenin mutluluğunu yaşıyorlar. Projenin kabul edilmesiyle hafta içi ofis (Borusan Holding yönetim merkezi), hafta sonu Borusan Contemporary olarak 2011 de hizmet vermeye başlıyor. Binanın ofis mekanlarında koleksiyondan seçkiler sergileniyor. Geçici sergiler ise ayrı galeri alanlarında gezilebiliyor. Ziyaretçilere, butik ve cafe hizmeti de sunulan Borusan Contemporary'nin programında her yıl farklı medya ve kavramsal içerikle geçici üç sergi yer alıyor. İstanbul renkli ve heyecan verici! Ayrıca tam bir sanat şehri. Artık İstanbul müzeler turunuz için hangi müzelerin daha popüler olduğunu biliyorsunuz. Geriye sadece İstanbul’daki müzeleri ziyaret etmek ve anın tadını çıkarmak kalıyor. Dünyanın Çeşitli Ülkelerinde Müze Gezilerinin Tedavi Olarak Kullanıldığını biliyor muydunuz? Müze ziyaretlerinin çeşitli psikolojik sorunlara karşı iyi bir ilaç olduğunun ve kişinin sosyo kültürel anlamda gelişmesini sağladığının anlaşılmasının ardından Kanada’da doktorlar da müze gezisini psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde kullanmaya başladı. Kanada’da bulunan doktorlar psikolojik sorunlar yaşayan hastalarına depresyon tedavisi için ücretsiz müze ziyareti reçetesi yazabiliyor. Ayrıca bu uygulamayı Belçika’da takip ederek uygulamaya başladı. Kanada Frankton Doktorları Derneği müze gezen hastaların sanat eserleriyle ilgilenirken hastalıklarını unuttuklarını ve bunun da tedaviyi kolaylaştırdığını belirtiyorlar. Dolayısıyla müzeler sadece ileri teknoloji ürünlerin, sanat eserlerinin ve tarihi objelerin sergilendiği yerler olmaktan çıkmış oluyor. Müze gezileri içsel yolculuklarımızı destekleyen, ruhumuza dokunan a dönüşmüş oluyor. Bu nedenle müze gezilerine zaman ayırmak, ruh ve zihin sağlığımızı desteklemek için değerli bir adım olduğunu aklımızda tutalım, müze gezmenin keyfini yaşayalım.