KASIM2017 Avram Ventura
Yaşamaya Zaman Ayırın
Televizyonda bir film izliyordum. Son günlerini yaşayan bu filmin kahramanı, ziyarete gelen dostuna, artık zamanının tükendiğini söylüyordu. Bir yandan filmi izliyor, öte yandan bu sözcükler beynimi tırmalıyordu. Zaman üstüne çok kez kalem oynatmış olmama karşın, bu konu her karşıma çıktığında ilgimi çekmiştir. Yine izlediğim o filmin etkisiyle Yahya Kemal Beyatlı’nın Eylül Sonu şiirini anımsadım. Şiir şu dizelerle başlıyor: “Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları / Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.” Şair, ihtiyarlar için günlerin kısaldığını söylerken, nedense onlar ilkbaharları değil, yalnızca geçen sonbaharları anımsıyorlar. Bir yolculuğun sonuna yaklaşan ve bunun bilincinde olan bu insanların hüznünü, şu iki dizede duyumsamamak olası mı? Doğrusu, okumalarım sırasında bilim adamlarının söylemlerinden çok, şair ve yazarların bu kavramlar üstüne yazdıkları daha çok ilgimi çeker. Bu soyut konulardaki söyleşilerimizde de, bir başkası düşündüklerimden tümüyle tersini söylese, onun doğrusu olarak kabullenir, saygı duyarım. Kendi payıma Aristotales, Bergson ya da Einstein’ın zaman konusuna olan yaklaşımları yerine, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dizelerinden daha çok keyif aldığımı, düşünce ufkumu daha çok genişlettiğini söyleyebilirim: “Ne içindeyim zamanın, / Ne de büsbütün dışında; / Yekpare, geniş bir anın / Parçalanmaz akışında.” Bilim adamlarının sayfalarca açıklamağa çalıştıkları bu kavramı, şair birkaç dizeyle dile getirerek doğrudan sezgilerimize seslenebiliyor. Kimi düşünürler doğanın bir zamanı olmadığını, bu kavramı insanların bulduğunu, her bilim dalının kendi alanında bu süreci belirlediklerini söylüyor. Biz yine konunun bilimsel yanına hiç bulaşmadan, yukarıdaki birkaç dizenin anımsattığı bir öyküyü aktaralım: Denizde balıklar, kendi düzenleri içinde, huzurla yaşamlarını sürdürürlerken, içlerinden biri suyun ne olduğunu sormuş. Soru oldukça yalın olmasına karşın tüm balıklar birbirleriyle bakışmışlar, bir yanıt verememişler. Yaşamları boyunca içinde bulundukları suyun ne olduğunu bilememeleri üzerine denizin en bilge balığını bulup bu soruyu ona sormuşlar: “Su nedir?” Bilge balık hiç düşünmeden yanıtlamış: “Ben sudan başka bir şey görmüyorum ki size bunu anlatayım!” Bu yanıtı Divan şairi Hayâli, “Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” dizesiyle ne güzel dile getirmiş. Denizin içindeki balıkların denizi bilmemeleri gibi, sorgulamadığımız sürece kimi kavramların, yerleşik görüşlerin, sıradan olayların, geleneksel yaşam tarzlarının etkisi altında yaşantımızı sürdürüyoruz. Kuşkusuz, sorgulamadığımız sürece!.. Dikkat ediyorum, zamandan konuşurken, özellikle belirli bir yaşın üstünde olanlar, içinde bulunduğumuz anların dışında, daha çok geçmişten, yaşanmış olaylardan, geçmiş anlardan ve anılardan söz ediyor. Sanıyorum ki gelecek hedefleri tükenmiş biri için anılar, biricik tutunma dalları oluyor. Onları paylaşarak, geçip gitmiş zamanı yeniden yaşamaya çalışıyorlar. Aslında zamanın görece bir kavram olduğunu biliyoruz. Kimi için durur, kimi için çok hızlı geçer, kimi için tükenmiştir, kimi için çekilmez gelir, kimi içinse hiç geçmesini istemediği bir süreçtir. Kuşkusuz bu da sürekli bir durum değil, bir akış içerisinde her birimizin değişkenliğini ortaya koymaktadır. Zaman neleri öğretmiyor ki bize: Beklemeyi, sabrı, ayrılığı, kavuşmayı, sevmeyi, ertelemeyi, katlanmayı, acılara direnmeyi… Bazı duyguları ve değerleri aşındırırken, bazılarını da güçlendiriyor, pekiştiriyor; aşk, mutluluk, hasret, acı gibi… An geliyor böğrümüzde saplı duran bir hançer oluyor, yüreğimizi kanatıyor; an oluyor, hep söylendiği gibi üstümüze yüklenmiş her derdin ilacı… Zamana ne denli direnmeye çalışsak da, sonunda yenilen hep biz oluyoruz. Hayıflanmayı bir yana bırakarak, Goethe’nin söyledikleriyle sözlerimizi noktalayalım: “Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır… Düşünmeye zaman ayırın, başarının bedeli budur… Sevmeye zaman ayırın, güçlü olmanın kaynağı budur…”