KASIM2018 Avram Ventura
Özgüven sorunu
Eskiden yaşıtlarımla söyleşilerimizde, kendi çocukluğumuzu şimdiki çocuklarla kıyaslamaya çalışırdık. Artık bugün söz konusu bile olmuyor. Çocuklarımızın, yetişme tarzları, bakış açıları ve özgüvenleri yönünden, bizim o yaştaki durumumuzdan çok daha ileride olduklarını tartışmasız görebiliyoruz. Kuşku yok ki sunduğumuz maddesel ve eğitimsel olanakların, onların gelişmesiyle doğru orantılı olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu konudaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, çocuklarımızın daha donanımlı olmalarında doğrudan etkilerini de yakından izliyoruz. Yakın çevremden biliyorum: Kendi torunumun kadar, onun arkadaşlarının da her alandaki özgüvenlerini gördüğümde, hem şaşırıyor hem de için için seviniyorum. Kendi payıma tüm okul yaşantım boyunca, söz almak için hiç el kaldırmadığımı, iyi bildiğim bir dersi bile ya unutur söyleyemezsem korkusunu her zaman taşıdığımı, bu yaşımda olsun toplum karşısında konuşmaktan ürktüğümü saklayamam. Aslında özgüven sorunu, yaşantımız boyunca insanlarla ilişkimizin olduğu her alanda karşımıza çıkıyor. Ya yetişme koşullarımızdan, ya bilgisizliğimizden ya da aşamadığımız korkularımızdan... Sorun ne olursa olsun, başarılı olmak, kendimizi kanıtlamak, yaşamdan keyif almak için kendi başımıza uçmayı öğrenmek zorundayız. Hangi alanda olursa olsun, özgüveni olan insanları her zaman imrenerek izlemişimdir. Fırtına koptuğunda yaşlı denizci Tanrı Poseidon’a şöyle demiş: “Ey koca Tanrı! Beni ister kurtarır, istersen yok edersin; ama ne yaparsan yap, ben dümenimi doğru tutacağım!” Amarikalı düşünür Ralph Waldo Emerson da, onu ilgilendirenin ne yapması gerektiğidir der; başkalarının ne düşündüğü değil! Sözümüzü sürdürmeden konuyla ilgili bir öyküye sığınalım: Günün birinde bir krala, armağan olarak iki şahin yavrusu sunulmuş. Kral, onları eğitmesi için bir şahin terbiyecisine vermiş. Birkaç ay sonra usta terbiyeci krala, yavrulardan birinin kusursuz bir şekilde eğitildiğini, ancak diğerine ne olduğunu bir türlü anlayamadığını söylemiş. İkinci yavru saraya geldiği gün tünediği daldan hiç kıpırdamamış, öyle ki yiyeceğini bile ayağına götürmek gerekmiş. Kralın çevresindekiler, tüm çabalarına karşın kuşu uçurmayı başaramamışlar. Son çare olarak bu durumu halkına duyurmuş ve ertesi sabah kuşun uçtuğunu hayretler içinde görmüşler. Bu mucizeyi kimin başardığını bilmek isteyen Kralın karşısına bir köylüyü çıkarmışlar. Bu işin sırrını öğrenmek için sürekli sorular sormuş. Keyifle korku arasında gidip gelen zavallı köylü durumu şöyle açıklamış: -Hiç zor olmadı, tünediği dalı kestim yalnızca... Yavru da, kanatları olduğunu fark edip uçmaya başladı. Öyküyü okuduğumda önce şunu düşündüm: Özgüvenimizi kazanmamız için birinin, tünediğimiz dalı kesmesi mi gerekiyor? Soru biraz abartılı gelebilir; ama belki bir başkasının desteği, yardımı ya da yönlendirmesiyle bu sorunu aşabiliriz. Karataş’ın deniz kıyılarında geçen çocukluğumu anımsıyorum. Arkadaşlarımın birçoğu ya itildikleri iskelelerin önünde ya da boylarının olmadığı bir yerde yalnız bırakılarak, kendi çabalarıyla yüzmeyi öğrenmişlerdi. Her birimizin eşit koşullarda yetişmediğimizi, farklı eğitim ve deneyimlerle yaşamı kucakladığımızı göz önüne aldığımızda, beklenmedik kimi olaylar ya da bize yol gösteren kimi insanlar, özgüvenimizi kazanmakta etkili olmaktadırlar. Hiç kuşku yok ki, kendi çabalarımız, başaracağımıza dair inancımız olmasa, dışımızdaki etkenler yalnızca birer kıvılcım görevi üstlenebilirler. Kısacası... Ben yapabiliyorum diyebiliyor, gerekli çabayı da gösterebiliyorsak, sorunun çoğu çözümlenmiş demektir!