HAZIRAN2021 Avram Ventura
Kıvılcım
Tolstoy’un sevdiğim, yeri geldiğinde anlattığım bir öyküsü var: Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli. Kurgusu, iletisi bir yana, yalnızca öykünün adı bile, konu üstünde beni düşündürmeye yetiyor. Ateşi uygarlığın, aydınlığın ilk kıvılcımı olarak ele alabildiğimiz gibi, kimi olumsuzlukların simgesi olarak da görebiliriz. Bir başka deyişle, bir yandan yaşamın kaynağı, öte yandan ölümün nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Ünlü yazar öyküsünde, ateşe dönüşen bir kıvılcımdan söz ederken, elbette ki onun tetiklediği yangınları, yıkımları işlemektedir. Düşünürsek, aslında bunu hayatın her alanında görebiliyoruz. Özellikle tüm insan ilişkilerinde… Ağzımızdan çıkan kırıcı bir söz, imalı bir bakış, sıradan bir dokunuş bile insanları bir anda birbirine düşürebiliyor, onulmaz yaralar açabiliyor. Aynı şekilde çıkarlar söz konusu olduğunda, toplumlar, hatta ülkeler arasında, sağduyu egemen oluncaya değin, savaşımların, yıkımların yaşandığını biliyoruz. Kısacası önemsiz görünen küçük bir kıvılcım, büyük yangınlara neden olabiliyor. Küldeki Kıvılcım bir şiirimin adı. Bundan esinlenerek, bir deneme kitabıma da aynı adı koymuştum. Bu kısa şiirimi paylaşmak istiyorum: “Bunca yangın Bir kıvılcımdan Küllenmiş” Evet, bunca yangın yalnızca bir kıvılcımdan! Son yıllarda, gerginliğin, kutuplaştırmanın, ötekileştirilmenin tırmanmağa başladığı bir iklime girdiğimizi görüyorum. Sözler, eylemler pusuda bekleyen birer kıvılcım gibi… Bir yangına dönüştüğü anda, birey, toplum ve ülke olarak elbette ki hepimiz bunun acısını duyacağız. Neil Douglas-Klotz, Sufi’nin Hayat Rehberi’nde şu öyküyü anlatır: Bir zamanlar muhteşem güzellikteki ağaçların olduğu bir orman varmış. Çevrelerinin doğal gelişimi sayesinde ağaçlar en “üst noktaya” ulaşır ve sonra da alt gövdelerinde yaşayan daha küçük bir türe yol açarak, yavaşça ölüme doğru giderlermiş. Çeşitli arı toplulukları yuvalarını bu boş ağaç gövdelerine kurar ve orada bal üreterek mutlu olurlarmış. Zaman gelmiş, ağaçlar bir bir devrilmeye başlamış. Çeşitli arı toplulukları, aralarında bunun nedeni konusunda tartışmışlar ve kovanlarla ilgili sorunlardan kaynaklandığı sonucuna varmışlar. Bazıları bir ağaç devrildiğinde içindeki arıların yanlış inançlarından dolayı cezalandırıldıklarını düşünüyormuş. Başka arılar ise daha hayırsevermiş ve “Bu bizim başımıza da gelebilirdi” diyerek yuvasız kalanları kendi kovanlarına almak istemiş. Bir başka arı topluluğu ise evsiz arıların başından beri hatalı olduklarını ve bu yüzden zaten bu duruma geleceklerini düşünüyormuş. Ağaçlar zamanla devrilmeyi sürdürmüş ve her seferinde kovanları olan arılar daha fazla hikâye uydurmuşlar. Sonunda tüm arılar evsiz kalınca, zorunlu olarak göçe zorlanmışlar. Her arı topluluğu, seçilmiş ve yeni bir çağı başlatacak olan kovanda olduklarına inandıkları için de hazırlıksız yakalanmış. Hiçbiri tüm ağaçların zamanla devrildiğini ve bu yüzden ağaçlarını kaybetmeden işlerini bitirmeleri ve yeni bir ağaç bulmaları gerektiğini bilememiş. Her biri kendi kovanından ötesini göremediği gibi, yaşamlarında ağacın, toprağın ve çevrenin etkilerini hesaba katamamış. Sanırım hepimizin bu öyküden çıkaracağı bir pay olacaktır. Yalnızca doğaya değil, tüm insanlara karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmadığımız sürece, her türlü olumsuzlukla karşılaşabileceğimizi bilmeliyiz. Unutmayalım ki, bir kıvılcım her zaman pusuda beklemektedir!