OCAK2018 Gülhan Berkman Yakar
V.U.C.A. Çağı
İşte yeni bir yıl ve yine, tam üç yüz altmış beş boş sayfa var önümüzde… En baştaki sayfaya her zamanki gibi “umut” yazıp başlayalım… Önümüzde yazılacak yeni sayfalar umuda ek olarak merak ve heyecan getirse de yılın başında şöyle bir geriye bakıyor insan… Sevdiklerimden, yılbaşı kartları veya mektuplar gelmesini, jetonlu telefonlarla sakin geçen o günlerimi, özlüyorum. Hicaz makamından “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım” diye mırıldanıyorum biryandan… Yalnız değilim biliyorum; mesela Tarkan da “Ahde Vefa” albümünde aynı şarkıyı seslendirmiş. Albümdeki diğer şarkılara bakılırsa, geçmişe geri dönüp o yavaş geçen yılları bugüne taşımak istemiş sanki... Artık öylesine hızlı geçiyor ki günler… Zaman algım, yaşımla ilgili değil yalnızca, siz de biliyorsunuz ki; bu gün yüksek teknolojik hız, çılgın bilgi bombardımanı ve mesaj sağanağında saatlerin, günlerin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz bile... Büyük bir değişim çağı yaşanıyor aslında ve bu hız, sersemletiyor, hatta çaresiz bırakıyor olsa da; çok uzaklardaki bir pandanın karlarda neşe içerisinde takla attığını, tek tuşa basıp görebilmek de mutlu ediyor bizi. Türkiye’de ilk cep telefonu görüşmesi 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile dönemin Başbakanı Tansu Çiller arasında 23 Şubat 1994 tarihinde gerçekleşmişti. O görüşmenin ardından hayatımızın artık eskisi gibi olmayacağını nereden bilebilirdik? Yanımıza almadığımızda eksikliğini en çok hissettiğimiz şeylerin başında artık cep telefonumuz geliyor. Bugünün cep telefonları ve kullandıkları teknolojilerdeki gelişim hızı, inanılır gibi değil ama, teknoloji alanındaki bilginin her iki yılda bir, iki katına çıktığını öğrenince de söz konusu hızı normal kabul etmek lazım. Bu çağda yaşamak çok ilginç bir deneyim aslında, teknolojinin olmadığı yıllardan başlayarak, jet hızında değişime ve gelişmelere tanıklık etmek... Örneğin, New York Times gazetesinin bir haftalık bilgi içeriğine kıyasla, 18.yy’da yaşayan bir insanın hayatı boyunca karşılaşacağı bilgi içeriğinin tamamını aştığı söyleniyor. Bundan On yıl önce yani; 2008 yılında üretilen bilgi miktarının son 5000 yılda üretilen bilginin toplamından fazla olduğu da söyleniyordu. Bugün sadece sosyal medyada 1 dk. da paylaşılan bilgi miktarı akıl almaz boyutlara ulaşmış durumda. Dijital pazarlama kuruluşu Smart Insights’ın aktardığı rakamlara göre 2016 yılı için 1 dk. içinde Facebook’ta 3,3 milyon paylaşım yapılmış, YouTube’a 500 saatlik video yüklenmiş, Twitter’da 448,800 tweet atılmış, 29 milyon Whatsapp mesajı ve 149,513 e-mail gönderilmiş, Instagram’da 65,972 fotoğraf yayınlanmış. Dünya ekonomisinin küreselleşmesi, sosyal medya, teknolojinin hızıyla da birleşince, insanların dün doğru olarak bildikleri bu gün yanlış kabul edilebiliyor. Artık insanlar işlerini robotlara kaptırıyor, yeni meslekler doğuyor, değerler tamamen değişiyor, kültürler erozyona uğruyor. Tam da bu yüzden, içinde bulunduğumuz zaman dilimi V.U.C.A. çağı olarak anılıyor. Açılımı ise : Volatility (Değişkenlik, Oynaklık), Uncertainty (Belirsizlik) ,Complexity (Karmaşıklık) ,Ambiguity (Muğlaklık, Anlaşılmazlık) Aslında bu deyim, tarafların bir sonraki adımlarını tahmin etmenin zor, yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğu kaotik ve tehlikeli ortamları tanımlamak için geçmişte Amerikan Savaş Akademisi’nin kullanmış olduğu bir terminolojiymiş. Leaders Make the Future (Liderler Geleceği Yaparlar) kitabının yazarı Bob Johansen bugünün değişen kriterlerini şu sözleriyle dile getiriyor: “sabır, sağduyu ve belirsizlikle yaşamayı gerektiren bir çelişkiler dünyası” Biliyoruz ki insanlar, belirsizlik karşısında genel olarak rahatsız, huzursuz, keyifsiz hatta öfkeli olurlar. Bu duyguların bizi tüketmesine izin vermeden değişime uyum sağlayabilme becerisi geliştirmek çok önemli. Bukalemun misali bir hayatı benimsemek çok zor olsa da, her daim öğrenmeye açık olmak, olaylara pozitif bir şekilde bakmak, güzelliklere odaklanıp motivasyonu arttırmak, yeniliklere katkı sağlamak bu çağda yaşayabilmenin gereği… Önümüzdeki yılın boş sayfaları, hızla dolarken, Türkiye gibi bir coğrafyanın çocuğu olmanın avantajını kullanıp, arada nihavent makamından “bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış’tan” diye mırıldanmak gelecekte de bize iyi gelecek. Sevgiyle kalın,