MART2019 Gülhan Berkman Yakar
İki kulak, bir ağız
Adamın biri doktora gider: “Doktor Bey, galiba karımda işitme kaybı başladı. Ne yapabiliriz?” Doktor: “Eve gittiğiniz zaman, karınızın arkasında, biraz uzakta durun. Normal bir sesle ona soru sorun. Eğer sizi duymazsa biraz daha yaklaşın ve sorunuzu tekrarlayın. Hangi mesafede duyduğunu tespit edelim, ona göre bir tedavi uygularız.” der, Adam eve döner. Karısı mutfakta yemekle uğraşmaktadır. Adam mutfağın kapısında durur ve normal bir sesle: “Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?” diye sorar. Karısı cevap vermez. Adam bir iki adım atar ve bir kez daha sorar: “Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?” Karısı yine cevap vermez. Adam kadının dibine kadar gelir ve tekrarlar: “Hayatım, ne yiyoruz bu akşam? ”Karısı öfkeyle dönerek cevap verir: “Üçtür köfte diyorum ya!” Belki de size komik gelmedi bu fıkra, ne de olsa gerçek yaşamda olanlardan çok da farklı değil. İlişkilerde “anlaşılamamak” en sık karşılaşılan problem, çözümü de hepimiz biliyoruz ve çok kolay aslında; “İletişim sırasında dinlemek ve kendini iyi ifade edebilmek…” İşte bu kadar… Ne oluyor da doğduğumuz andan itibaren, dış dünyayı algılayabilmek ve derdimizi anlatabilmek adına çok ciddi tecrübeler edinmiş olmamız gerekirken, yıllar geçtikçe bu durum, ilişkilerimizde ana problem olmaya devam ediyor? Sanki sistem tersine işliyor gibi… Bir bebek ile iletişim kurmaya çalışıp ona bir şeyler anlatırsanız, sizi son derece meraklı bir şekilde, tüm duyu organlarını kullanarak ve bütün dikkatini vererek, dinlediğini ve anlamaya çalıştığını fark edersiniz. Nitekim kısa bir süre sonra, kullandığınız dili öğrenecektir de. İletişime açık olmak da bu olsa gerek… Önce karşıdaki kişinin ne anlattığını anlamaya çalışmak, onun kendine ait bakış açısını yansıtan bir dili olduğunu kabul ederek ve bir bebek merakıyla onun dünyasını anlayabilmek için gerçekten dinlemekten söz ediyorum. Şimdi de diğer taraftan bakalım; siz düşüncelerinizi anlatmaya çalışırken, karşınızda adeta bir bebek merakıyla sizi dinleyen biri var. Nasıl hissedersiniz? Karşınızdaki kişi dikkatli bir biçimde, yalnızca zihniyle değil, vücudunun her bir parçasıyla sizi dinlediği zaman, “sana ve söylediğin şeye değer veriyorum” anlamını yaratır ve sizi onurlandırır aslında. Böylece sizinle derin bir ilişki kurmanın yolunu da açmış olur. Geçmişte aile büyüklerimin bu konuda bana söyledikleri önemli bir sözü her zaman hatırlamaya ve uygulamaya çalıştım “ Sana iki tane kulak ve bir tane ağız verilmesinin önemli bir nedeni var: Konuştuğunun iki katı kadar dinlemelisin.“ . Ne kadar bilgece değil mi? “İlişkilerimde hep ben mi düşüneceğim bunları? Hep ben mi dinleyeceğim? Biraz da o beni dinlesin!!!” Dediğinizi de duyar gibiyim. Eğitimlerimde, bu konular ele alınırken katılımcıların benzer şekilde tepkiler verdiğine şahit olurum. Bu durumda ben de genellikle NLP’nin (Nöro Linguistic Programming - Başarının bilim ve sanatı ) temel varsayımlarından birini ele alırım : “ İletişimin kontrolü bilenin elindedir!” Bilmek beraberinde sorumluluğu da getirir. Anlaşılmak istiyorsunuz, karşınızda sizi anlayamadığını düşündüğünüz biri var ve siz bu konuda artık sorumluluk almayı da istemiyorsunuz. Aslında bu durum ; otomobil kullanmayı bilmediğini düşündüğünüz birine direksiyonu teslim etmeye benzer. Birlikte yolculuğa çıktığınız kişi, otomobili iyi kullanamıyorsa siz bu konuda daha iyi olduğunuzu düşünüyorsanız, direksiyona geçmeyi tercih edersiniz öyle değil mi? Yoksa, karşıdaki duvara çarpacağınızı bile bile, diğer koltuğa mı oturursunuz? İletişim kazaları da böyle bir duvara çarpmaya benzer, kişileri yıpratır ve ilişkiyi yaralar . Direksiyona mı? Yoksa yandaki koltuğa mı? Tabii ki tercih yine de sizin… Sevgiyle kalın.