MAYIS2018 Pınar Tekeş
Yaratıcılığımızı neler besler?
Şahane bahar havasında yakın arkadaşlarımla deniz kenarında kahve sohbetlerine doyum olmaz. Gene böyle bir sohbette iki arkadaşım doğadaki sesleri içeren bir telefon uygulamasını telefonlarına indirdiklerinden ve geceleri bu sesleri dinleyip uyuduklarından bahsettiler. Ben Hatay Caddesi’nin tam ortasında doğup Amerikan Koleji trafik lambalarının önündeki binada büyüyen biri olduğum için küçüklüğümden beri geceleri uyurken duyduğum sesler genelde acı fren, ambulans ve itfaiye sirenleri ya da taşkınlık yapan gençlerin arabalarından yükselen disko melodileriydi. Ebeveynlerimizin bizde yarattığı kodlamalar nasıl da güçlü! Annemin ben şehir insanıyım, sesten rahatsız olmam, yeter ki adımımı attım mı herşey elimin altında olsun sözleri nasıl da yıllarca etkilemiş beni. Öylesine alışmışım ki gürültüye ve karmaşaya ve doğalın bu olduğuna... Birkaç yıl önce gene şehrin tam ortasında olmasına rağmen aynı zamanda ormanın da kenarında olan evimize taşındığımızdaki sessizlik gerçekten çok şaşırtıcı gelmişti. Sonrasında ise gece uyandığımda açık olan camdan duyduğum sesler rüya gördüğümü düşündürttü. Rüyamda bir ormandayım, gözüm kapalı ve etrafı dinliyorum. Kuşlar cıvıldaşıyor. Hayır cıvıldaşmakla kalmamış adeta bir senfoni orkestrasının elemanları gibi birbirleriyle iletişim halindeler. Tatilde olmalıyım. Birkaç gece üst üste aynı şeyi yaşayınca farkettim ki aslında bu bir rüya değil, kuşlar geceleri de ötüyorlar, hem de sabah kadar. Peki kuşların sabaha kadar hiç susmadan öttükleri bilgisi neden bizde yok? Çevremdeki herkes gibi ben de sadece gündüzleri neşeli melodilerle şarkılar söyledikleri bilgisine sahibim. Bunu nerden mi biliyorum? Kime söylediysem sen rüya görmüşsün kuşlar gündüz öter dedi de ondan. Ama yanıldılar. Bizim sitede durum böyle değil. Arkadaşlarım aplikasyondan bahsedince ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Ve o seslerle uykuya dalmanın ne kadar huzur verici olduğunu... Hayatta sizin en çok nelerden beslendiğinizi sorsam aklınıza neler gelir? Beni en çok besleyen şeyler listesinde ilk iki sırada doğa ve sanat geliyor. Eşim yavaş yavaş yaşlanıyoruz galiba diye takılıyor bana. Doğanın seslerini bırakın duymak, düşününce bile zihnimin rahatladığını hissediyorum. Küçükken anlamsız gelen yeşilin tonları şimdi ruhumu dinlendiriyor. İyot kokusu herhalde doğduğumdan beri beni mutlu ediyor. Denizi olmayan bir yerde yaşanması mümkün olamaz naifliğini her daim üstümde taşıyorum. O gün kahvelerimizi içtikten sonra hep beraber beni çok derinden etkileyen ve sonrasında da tekrar tekrar gezdiğim bir sergiye gittik. Yaratıcılığın çeşitli formlardaki ifadeleri öyle farklı detaylar ve anlamlar içeriyor ki eserlerle her karşılaştığımda ruhumun biraz daha doyduğunu hissediyorum. Görsel, işitsel ve dokunsal eserler sadece onları yaratan sanatçıların değil aslında çoğu zaman bizim de duygularımızın dışavurumları olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle de bazıları bize daha çok değiyor, derinlere götürüyor. Refik Anadol’un “Eriyen Hatıralar” sergisinde anılar ve bellekle olan ilişkimizi teknoloji ve beynin olanaklarının sınırsızlığı ile ele almış. Anılara erişim anında beyinde oluşan dalgalanmaları da beyin dalgası sensörünün desteğiyle eserleştirmiş. O da aynı benim Theta Healing Eğitimleri’nde anlattığım gibi hatıralar bize ne anlatır sorusunun, hatıralarla ne yapılabilir sorusuna dönüştüğüne inanmış. Hayatın akışında bizi besleyen şeyler çeşitlendikçe biz de çoğalıyoruz. Yaratıcılığımızı ortaya koymak için kendimize alanlar açıyoruz. Peki bizim eserimiz ne? Yoksa Theta beyin dalgasını kullanarak hayal ettiğimiz hayatları oluşturmak mı?