TEMMUZ2018 Reşat Kutucular
Kaptanın korkutan özgüveni
24 Haziran seçimine dair iki laf etmezsem içimde kalır. Aylardan beri ülkede “çoklu kurumsal çöküş” yaşandığını, bundan dolayı değişimin şart olduğunu iddia eden biri olarak sonuçları görünce tabii ki içim cız etti. Bu bir yenilgi hissi değildi. Daha çok memleket insanının “kendine bunu yapmayacağına” dair düşüncem boşa çıkmıştı. Kendine ne mi yapmıştı? Şöyle bir alegoriyle izaha çalışayım. Bir gemideyiz. Hava durumu “fırtına geliyor” uyarısı veriyor. Ufak ufak dalgalanma başlamış. Sallanıyoruz. İstifra edenler bile var. 1 Kaptan “biz ne fırtınalar gördük, benim tecrübem yeter, bu bize koymaz” diyor. Aşırı özgüveni en büyük risk… Konuşmalar yolcuların önünde geçiyor. 2. Kaptan sesini yükseltiyor. Gelenin başka türlü bir fırtına olduğunu, makinelerin teklediğini, geminin eskisi kadar sağlam olmadığını söylüyor ve yeni bir rota öneriyor. Bağırsa da çağırsa da sözünü dinletemiyor. Yolcular 1 Kaptan’a “aynen devam” deyip alkışlıyorlar. Duygusal sahneler yaşanıyor. Bu yolcular biraz böyle, oldukça duygusal. Diğer taraftan da aslında risk sevmeyen oldukça tutucu bir grup bu… Böyle havalara pek dayanıklı değiller. Bazıları yüzme bile bilmiyor. Yolculuk genelde keyifli geçmiş ancak artık yorulmuş gibiler. İyi senaryo geminin dalgaları aşması, az bir zayiatla limana varması. Kaptan yine alkışlanması… Kötü senaryo, 1. Kaptanın inadı gemiyi kayalara oturtması, bu kötünün iyisi. Bir de Allah göstermesin geminin batma ihtimali de var. Makul senaryo. 1. Kaptan 2. Kaptanın dediklerini kafasına yazmıştır. O söyledi de yaptı demesinler diye biraz bekler rotayı düzeltir. Hangi senaryonun yürüyeceğini göreceğiz. ÇOK ULUSLU TAKIMLARDAN MİLLİ TAKIMA Bu kadar seçim sohbeti yeter! Biraz da seçim atmosferini azıcık hafifletmek için izlediğim dünya kupasından bahsedelim. Bu yazıyı grup maçlarının yarısı tamamlanmışken yazıyorum. Favorilerin zorlanması dikkat çekti. Bence senede 5-10 milyon Euro kazanan, kendi çok uluslu takımlarında makine düzeninde başka yıldızlarla beraber oynayan bu insanları “milli takım” için motive etmek eskisi kadar kolay değil. Makine düzeni bozulunca takımlar arasındaki fark azalıyor ve sonuç ayrıntılara kalmaya başlıyor. Gol sayısı azalıyor. İş duran toplara kalıyor. Şahsen VAR (video yardımcı hakem) uygulamasının en başından beri savunucusuyum. Hatta FİFA’nın geç kaldığını düşünüyorum. Efendim futbol hatalar oyunudur yaklaşımına hiç katılmıyorum. Zira oyunun “adil oynanması” benim için tartışılmaz bir öncelik. Hakem hataların en aza inmesi güven verici. Bir golün bazen 4-5 milyon getirip götürdüğü bir oyun bu. Kararın doğru olduğunu bilmek herkes için rahatlatıcı. Zaten beş on yıla yapay zekâ destekli hakemlik başlayınca hatalar iyice azalacak. TAMER TUNA SONRASI Son olarak da Göztepe ile ilgili bir iki cümle yazmak isterim. Takım şirket olunca, şirketin de bir sahibi olunca olumlu olumsuz eleştiri biraz havada kalıyor. Yani patron “ben böyle istedim, öyle yaptım” deyince siz “müşteri” olarak ancak “ya şöyle olsaydı daha iyi olmaz mıydı” diye sorabilirsiniz. Ötesi zor. Seçme yok, seçilme yok. 50 yıldır taraftarı olduğum Göztepe’yi Mehmet Sepil sonrası oldukça yakından izliyorum. İlk kez bu sezon sonunda Tamer Tuna ile yollar ayrılıp Bayram Bektaş ile anlaşıldığını öğrendiğimde gerçek anlamda şaşırdım. Ne Suat Kaya ne Metin Diyadin ne Okan Buruk ne Yılmaz Vural geldiğinde ya da gittiğinde bu kadar yadırgamadım. Tuna bence “sezonun teknik direktörü” idi. Takımın kimyası tutmuştu. Bu sezon üzerine koyarak daha da iyi olabilirdi. Her takım sporunda başarı için aranan “uyum” bulunmuştu sanki. Başkanın mutlaka düşündüğü, bildiği şeyler, haklı gerekçeleri vardır. Ancak sık teknik direktör değiştirmenize rağmen başarı yakaladıysanız, bu size “ben bu işi çözdüm” hissi veriyorsa tehlike büyük demektir. Bakalım nasıl bir takım kurulacak, Bayram Bektaş Ümraniyespor’a pek benzemeyen Göztepe’yle başa çıkabilecek mi? Şahsen tedirginim.