TEMMUZAGUSTOS2025
İZMİR HATIRASI
Selanik’te bulunan İzmir Hatırası! Geçen bayram günleriydi. İzmir’e en çok benzeyen kenti tercih etmiştik bu kez tatil için dostlarımızla. İzmir’in yapamadıklarını, yapması gerekenleri, yapabileceklerini, yapamayacaklarını anlamak, konuşmak tartışmak için Selanik ideal bir kent… İzmir için Selanik örnekleri başlı başına bir yazı dizisi konusu… “Selanik’in başardıklarını İzmir başarsa bu kentte yaşayanlar daha ne ister ki?” gelelim sayfamızı süsleyen “İzmir Hatırasını” nasıl bulduğumuza… Selanik’te gezerken mutlaka uğramak istediğimiz yerlerin arasında hemen hemen bizim antik Agoramızla yaşıt olan Selanik Agorası gelir. İzmir Agorası’nın büyüklüğü dünya çapında üne ulaştı son iki yıldır… İzmir’in grafitileri nasıl onları kıskandırıyorsa, Selanik Agorası’nda bulunan küçük bir Odeon yani üstü kapalı tiyatro da beni kıskandırıyor. Son gidişimizde gördük ki Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Bey Hamamı dışında Agora’nın her yerini kazmışlar. Arkadaki Makedonya Bakanlığı da görkemli bir Osmanlı binası olarak gülümsüyor zaten… Bu kez de Agora’yı gezdik dostlarımızla ve Agora’nın hemen yakınında bulunan “Paçacıdiko”ya da uğradık… Burada arkadaşlarım genellikle zeytinyağlı bebek enginarları, musakkaları falan tercih ederlerken, bendeniz İzmir’de eskisi kadar güzelini bulamadığımız tahinle terbiyelenmiş “paça”yı tercih ettim. Aman ne lezzettir efendim, o sarımsakla sirke kadar uyumlu tahinli çorbanın içinde yatan paçalar… Paçacıdiko’dan sonra gidilecek yer ise Selanik Bit Pazarı’dır herhalde. Zaten paçacıyı oraya çeken bit pazarımı dır, yoksa tam tersi mi bilemem. Siz siz olun Bit Pazarı’na yanınızda eşiniz olduğu halde gitmeyin. Zaten sizin zorunuzla paçacıya gelmiş, ayak, kelle, işkembe, bumbar, tuzlama, ince kıyım (bunların tamamı Yunanistan’da aynı adla anılır) ürünlere yüzünü buruşturarak baktıktan sonra enginar yemeğe zorla ikna olmuş bir hanımefendi ile Bit Pazarı’ndan bir şey alma şansınız çok azdır. Bu ve benzeri nedenlerle Bit Pazarı gezileri yalnız yapılmalıdır. Çünkü bir çok “mal”da aklınız kalır, eşinizin daha başka “alım” projeleri olduğundan mıdır nedir, bit pazarından her aklınıza geleni alamazsınız… Bit Pazarı’nda bir malı beğendiniz ve fiyat aldınız diyelim, o an pazarlık ettiniz ettiniz, etmediyseniz ikinci gelişinizde fiyatın değişme olasılığı bulunduğu gibi malın fiyatında herhangi bir indirim söz konusu olamaz. O nedenle ha İzmir ha Selanik fark etmez beğendiğiniz mal için fiyatı sorduğunuzda pazarlık gücünüz vardır, ikinci gidişte hiç de öyle bir şansınız olamaz. Neyse efendim biz Agora’yı gezip, Paçacıdiko’da paçaları götürdükten sonra Bit Pazarı’na girdik Yunancada b harfi "mp’ harflerinin birleşimine karşılık geldiği için, onlar “bit” yerine “µ?it” diye anlatıyorlar dertlerini. Selanik Bit Pazarını eskiden beri biliriz eski İzmir eşyası meraklıları için müthiş olanaklar sunar. Balkanların hemen her yerinde olduğu gibi yaşı 50’nin üzerinde olan hemen herkesle Türkçe anlaşabilme şansınız vardır. Yeni yetmeler artık öğrenmiyorlar ama özellikle 1960’lara kadar hemen her aile çocuklarının Türkçe öğrenmesi için çaba harcarmış, Balkanların ortak dilini bilmesini istermiş… Aslında sormadan bulmak daha iyidir, uygun fiyat için ama Selanik Bit Pazarı’nda gezerken sorumuz tektir, “Var mı üzerinde İzmir yazan bir şey?”... Bazen porselen tabaklar çıkar önünde arkasında Smyrne yazan, bazen cep saatleri, nadiren içi-dışı sırlı toprak şişeler… Bu kez de öyle oldu ve önümüze sayfalarımızda fotoğraflarını gördüğünüz 1912 yılında İzmir’de büyük olasılıkla Tenekeci Han’da basılmış (çünkü dönemin büyük matbaalarının çoğu o handaydı) bir “Souvenir de Smyrne” çıktı. Bugüne kadar gördüklerimizden hayli farklıydı. Arkasına kurşun kalemle 624 yazılmıştı. Fiyatını sormak gerekiyordu ama en iyisi yalnız gelip sormaktı. İzmir’in en eski fotoğrafçı ailelerinden Sırp kökenli John Molko’nun editörlüğünde Forbes Ailesi tarafından yaptırılmıştı. Forbes Ailesi, Buca’da ve Bornova’da köşkleri olan İzmir’deki Levanten aileler içinde en zenginlerden biriydi. Forbes Ailesi de uzun romanlara konu olabilecek bir aileydi ama İzmir romanları henüz yazılmaya başlamadığı için onların da öyküsü henüz edebi bir eser haline dönüşmemişti. Forbes’lerin Birinci Kordon’da bir “döviz büroları” da vardı. İzmir’e yanaşan gemilerden inenlerin yanlarında getirdikleri paralar ile İzmir’de “geçen paralar” arasında da bir değişim yapılması gerekirdi. Burada en güvenli “change-exchange” için Forbes’lere başvurmak yeterliydi. İzmir’e gelirken parasını bozdurmak, çıkarken de kendi ülkesinin parasına kavuşmak isteyenlere bu güzel şehirden bir anı eşyası vermek gerekirdi. Ve bizim gibi “üzerinde İzmir yazan her şeyi almaya meraklı” birilerinin uzun yıllar peşinde koştukları bir maldı bu. Duyulmuştu ama görülmemişti “Forbes’lerin İzmir Hatırası...” Bit Pazarı’nın önemli kurallarından biri de heyecanlandığını belli etmemek olduğundan mala şöyle bir bakıldı ve yerine bırakıldı. Bu türden durumlarda grubu hemen başka bir yere yönlendirin, hatta eşinizi de “Aristoteles Caddesi girişindeki İtalyan ayakkabıları ve çantaları satılan dükkan dün akşam erkenden kapatmıştı, etiketler de Türkiye ile karşılaştırıldığında çok ucuzdu” diyerek oraya gönderin ki size zaman kalsın. Bir İzmirli hanımefendinin kendisine bir ayakkabı bir de çanta beğenmesi Selanik Bit Pazarı’nı gezmek için yeterli bir süre yaratır... Ben tam olarak öyle yapmadım dersem yalan olur. Bit Pazarı’ndaki satıcı ile yarı Türkçe, yarı Rumca, yarı İngilizce yaptığımız pazarlık sonucu 300 Euro istediği malı yarısına yakın bir fiyata alıp cebimize koyduğumuzda ne kadar da mutluyduk… Bu mutluluğu anlatmak zor, anlatabilmek için önce koleksiyoncu olmak gerek. Başkalarının anlaması pek zor, hatta size “ne diyor bu deli” diye de bakabilirler. Aldığımız “hatıranın” fotoğraflarını görüyorsunuz. Çok hoş, çok güzel… Resimaltlarında da anlatmaya çalıştık durumu. 1912 yılında İzmir’in ne kadar da güzel bir kent olduğunu, hatta 1950’lere kadar bile ne kadar da yaşanabilir bir şehir olduğunu bir kez daha kanıtlıyor bize bu fotoğraflar. Panoramik resim o zamanki fotoğraf sanatının geldiği noktayı tanımlıyor. Resmin solundaki bir noktada İzmir’in en aziz kimliği olarak bilinen St. Policarp’ın mezarının da içinde bulunduğuna inanılan Ayamama Kilisesi seçiliyor. Denizde gemi sayısı az gibi geliyor ama dikkatle bakıldığında limana bağlı yüzlerce geminin direği seçilebiliyor. Başoturak, Kestanepazarı, Hisar ve Şadırvan camilerini tek tek ayrıntıları ile görmek mümkün. Yüzlerce ferhane seçilebiliyor. Değirmendağı’nda o zaman bile değirmen falan kalmamış. Kentin en görkemli binası Sarı Kışla… Kışlanın karşısında bulunan mendireğin inşaatı bitmiş. Gümrük binaları sapasağlam duruyor. İzmir’in en güzel ahşap camisi Damlacık da mahallenin güzeli olarak yerini koruyor. Aya Fotini Kilisesi de yerli yerinde o dönemin en görkemli binası olarak yerini koruyor… Basmane Garı’nın çevresi ne kadar da yeşil… Çorakkapı Camisi seçilebiliyor belki ama Aya Voukla seçilemiyor ağaçlardan… Hele Karşıyaka… Hele o zamanki Kokaryalı… Karşıyaka’daki tek otomobil… Halen Valikonağı olarak kullanılan Rum tekstil tüccarının evi… Bugünkü Cumhuriyet Meydanı’nın bulunduğu yer ise binalarla kaplı. Fotoğraflardan kalan nadir yerlerden biri Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi… En son karede Konak Meydanı var. Hemen her fotoğrafçının düştüğü hataya düşmüş bay J.Molko… İngiliz, Ayşe Hatun Camisi’nin minaresi ile Saat Kulesi’nin yüksekliği aynı ama öndeki karaçoları da resme dahil ederken bu eşitliği atlamış… Size bu yazıda bir koleksiyon öyküsü anlatmaya çalıştım. Koleksiyonculuğun en zevkli yanlarından biri de aldığınız bir “malı” dikkatlice incelemektir… Bu incelemenin sonuçlarını geniş bir okur kitlesi ile paylaşmak da iyi fikirdir... Paylaşmasını bilene...