KASIMARALIK2025
Gülhan Berkman Yakar
Kahramanın sonsuz yolculuğu
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Bu ay Kafe Kariyer’de konuğum, ilham veren bir kadın girişimci: Gizem Armağan. Onunla sohbet ederken, Joseph Campbell’in “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabında anlattığı evreleri düşündüm. Campbell, sıradan bir insanın kahramana dönüşme sürecini aşamalarla anlatır; kahraman, bildiği dünyadan ayrılır, bilinmeyen bir maceraya atılır, zorluklarla karşılaşır, mücadele eder, dönüşür ve sonunda kazandığı deneyimlerle yeniden kendi dünyasına döner.
Gizem Hanım’ın hikâyesi de tam olarak böyle bir yolculuk…
Genç yaşta dilini öğrenmek için cesaretle başka bir ülkeye yola çıkıyor. Kısıtlı imkânlarla gittiği İngiltere’de azim, emek ve cesaretle zorlu koşulları aşarak bugün hâlâ varlığını sürdüren Fransız restoranlarını kuruyor. Ardından, tıpkı Campbell’in tanımladığı gibi, edindiği deneyim ve bilgileriyle kendi ülkesine dönüyor.
Şimdi bu döngü yeniden başlıyor. Gizem Armağan, İngiltere’den getirdiği birikim ve tecrübelerle yeni bir yolculuğa çıkıyor; bu kez İzmir Urla’da, kendi hikâyesinin yeni bir sayfasını açıyor.
Yolculuğunun bu yeni aşamasında, hem girişimcilik serüvenini hem de hayatın içinden öğrendiklerini dinlemek üzere kendisiyle keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Sevgili Gizem hanım, öncelikle İngiltere maceranızın nasıl başladığını merak ediyorum biraz anlatır mısınız?
Aslında bu süreç kendimi geliştirme isteğimle başladı diyebilirim. Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümü’nden 1997’de mezun olduktan sonra, 23 yaşımda kısıtlı maddi imkânlarla dil öğrenmek için Londra’ya gittim. Hem kendimi geliştirmek, hem de geçimimi sağlayabilmek adına, bir yıl Park Lane Hilton’da, bir yıl da İngiliz Hava Yolları’nın bir seyahat acentesinde çalıştım. Turizmin iki kolu olan otelcilik ve seyahat acenteciliğini deneyimledikten sonra restoran dünyası ilgimi çekti. Restorancılığı o kadar sevdim ki; sektörde 26 yılı geride bıraktım.
Turizm alanındaki iş deneyiminiz ardından, İngiltere’de restoran işletmeciliğine yöneldiğinizi anlıyorum doğru mu?
Evet… O genç yaşımda, kısıtlı imkânlarla İngiltere’ye gelmek, büyük bir cesaretti ama içimdeki gelişme isteği ve kendime olan güvenim, cesaretimi daha da arttırıyordu. Yoksa o sırada karşıma çıkan fırsata, gözü kara biçimde atlamam pek mümkün olmazdı. 1999’da akrabalarımın ve bankadan aldığım desteğin de yardımıyla, İslington Upper Street’te “Le Sacré Coeur” adlı bir Fransız bistrosunu çok uygun koşullarda devraldım. O sıralar Fransız mutfağı hakkında aslında hiçbir fikrim yoktu. Bu mutfağı yanımda çalışan şef ve garsonlardan öğrenerek işe başladım. Macera 2001’de aynı sokakta “La Petite Auberge” bistrosunu açmamla devam etti. 2005’te, yine aynı sokakta “Fig & Olive” adında bir Akdeniz restoranı açtım. 2008’de “La Petite Auberge”in Brasserie’sini Londra’nın farklı bir bölgesi olan Cockfosters’ta kurdum. 2018’de Türkiye’ye dönüş kararı alınca Le Sacré Coeur ve Fig & Olive’i devrettim. “La Petite Auberge” ise Londra’da hâlâ başarıyla devam ediyor. 2019 Eylül’ünde, 22 yıllık Londra yolculuğumu sonlandırarak İzmir Urla’ya yerleştim.
Anladığım kadarıyla devraldığınız restorandaki çalışma arkadaşlarınız size çok yardımcı olmuşlar. Bu bistroyu tanıtmak, tutundurmak nasıl mümkün oldu?
Birlikte çalıştığım kişiler konusunda şanslıydım. Aslında devir aldığım işletme konusunda da şansım yaver gitti diyebilirim. “Le Sacré Coeur” aslında hali hazırda müşterisi olan, bilinen bir restorandı. Devir aldıktan sonra hızla işi öğrenmek, var olan personel ile birlikte aynı kaliteyi sürdürmek ve geliştirmek kalmıştı.
İngiltere’de güçlü bir geleneği olan Fransız mutfağını yaşatmak aslında hiç de kolay değil. Bu nasıl bir deneyim oldu?
Beni inanılmaz geliştiren bir süreçti. Başlarda çok eleştiri ve olumsuz yorum da yapanlar oldu: “Bir Türk mü işletiyor? Ne anlar Fransız mutfağından?” gibi. Evet, Fransız mutfağı, doğup büyüdüğüm Türk mutfağından oldukça farklıydı. Ama beni aşağı çekecek eleştirilere hiç kulak asmadan, işimi en iyi şekilde yapmaya yoğunlaştım. Önceleri çoğu lezzeti sevmekte zorlandım. Kurbağa bacağı ve salyangoz deneme fikri bile korkunç geliyordu; hatta ilk kez salyangoz yemeğini gözlerimi kapatarak tatmıştım. Zamanla damak tadım değişti. Camembert Frit ve Bouillabaisse, en sevdiğim Fransız yemekleri oldu. (Camembert Frit; yumuşak peynirin kızartılıp reçel benzeri bir sosla sunulduğu bir tat, Bouillabaisse ise Marsilya’ya ait özel bir balık güveci.)
Yıllar sonra Fransa’dan gelen turistlerden “Annemin yaptığı boeuf bourguignon kadar güzel” yorumlarını duyunca da tüm emeklerime değdiğini hissettim doğrusu.
Meslek olarak turizm alanına, özellikle de restoran işine yönelmenizi sağlayan ne olabilir?
Çocukluğumda en net hatırladığım şey, annemin yemeklerini yerken hissettiğim büyük keyifti. Geriye dönüp baktığımda, meslek hayatımın bu kadar doğal bir şekilde şekillenmesinin tesadüf olmadığını fark ediyorum.
Anne-babam, misafir ağırlamayı çok severdi; her zaman en iyi yemeği, en iyi hizmeti sunmak isterlerdi. Otel ve restoranlarda çalışırken, onların bu misafirperverliğini birebir kopyaladığımı ve bundan büyük keyif aldığımı fark ettim. Türkiye’de doğmuş olmaya, bu sıcak kültürün içinde büyümüş olmaya her zaman şükrederim.
Tüm bu süreçte size kalan en önemli değerler neler oldu?
Sosyal becerilerim inanılmaz gelişti. Bugün her kesimden insanla sağlam iletişim kurabiliyorsam, bunu yıllar boyunca birebir insan ilişkileri içinde olmama borçluyum. Ayrıca iş disiplini, dakiklik ve aynı anda birden fazla işi yönetebilme becerisi de bu süreçte kazandığım en değerli kazanımlar oldu diyebilirim.
Biriktirdiğiniz deneyim ve kazanımlarla şimdi de Bloom Urla ile yeni bir maceraya başlıyorsunuz… Bu fikir nasıl doğdu?
Bloom, kruvasan ve simit sevgimden doğdu aslında. Londra’da yaşadığım 24-25 yıl boyunca simit ve lahmacun özlemiyle yaşadım. Restoranımda kahvaltıda en çok sattığım ürün de kruvasandı.
2019 Eylül’ünde Urla’ya taşındığımdan beri tanıştığım herkes bana “Burada bir yer açmayacak mısın?” diye sordu. Başta Urla’yı ve Türk müşterisini tanımadığım için kararsızdım. Süreç içerisinde Türkiye’de bir Fransız restoranı açmanın doğru olmayacağına kanaat getirdim. Kendimi yeni bir girişim için hazır hissettiğimde ise odağımı kruvasan sunan bakery’lere çevirdim. Londra, Atina, Viyana ve İzmir’de birçok bakery gezip deneyimledim. Londra ve İzmir’de kruvasan eğitimi aldım; amacım un ve tereyağı farkını anlamak. Fransız tereyağlarının Türkiye’deki muadillerini bulmaktı.
Aslında ilk olarak yine Londra’da bir bakery açmayı planlıyordum; ancak Urla’da “Lief” isimli mekânın satışta olduğunu görünce, Bloom Urla, Bloom London’dan önce doğmuş oldu. Yurt dışındaki taze ve sağlıklı tatlardan çok etkilendiğim için de benzer lezzetleri ilk olarak burada sunmak istedim.
Yeni bir kültürde yeniden başlamak size neler öğretti?
Dayanıklılığı… Yeni bir ülkeye, yeni bir şehre adapte olabilmek çok çaba gerektiriyor. Uyumlanmak ve öğrenmek için gösterdiğim bu emek beni daha esnek ve sağlam biri haline getirdi; özgüvenimi güçlendirdi.
İsim önemlidir. Belki bilirsiniz yeni doğan bebeğe; “ismiyle yaşasın” derler. “Bloom” ismi nasıl ortaya çıktı?
“Bloom” kelimesi İngilizce’de çiçek açmak, tazelenmek, gelişmek ve parıldamak anlamlarına geliyor. Bu öneriyi kızımın arkadaşından duyunca “işte bu” dedim. Ayrıca bu kelime hamurun kabarmasını ve tazeliği de simgelediği için işimize de çok yakıştı diye düşünüyorum.
Merak ediyorum Urla’da temiz ve iyi tarım yapan pek çok yerel üretici var. Onlarla iş birliği yapıyor musunuz?
Kesinlikle! Buna çok inanıyorum. Londra’daki restoranımda da her zaman yerel üreticileri tercih ederdim. Şimdi de Urla’daki üreticilerden sebze, meyve, zeytinyağı, yumurta, bal ve peynir alıyorum. Özellikle kadın üreticileri desteklediğimi de belirtmek isterim.
Bloom Kafe’ye gelenleri nasıl bir deneyim bekliyor?
Kayısı ağacının gölgesinde, begonvillerin arasında oturup ister kendiyle baş başa kalmak isteyenler, ister sevdikleriyle keyifli vakit geçirmek isteyenler… Herkes burada sanatın, doğanın ve lezzetin bir araya geldiği o özel atmosferi deneyimleyebiliyor.
Amacımız insanların kendini iyi hissettiği, dinginleştiği bir alan yaratmak.
Ayrıca Bloom Kafe’nin menüsünde çeşitlilik çok önemli bir yer tutuyor. 22 yıl Londra’da yaşamış ve pek çok ülke gezmiş biri olarak, hem özlemini duyduğum Türk tatlarını hem de Fransız ve dünya mutfaklarından ilham aldığım lezzetleri burada bir araya getirdik. Kruvasan, simit, börek, entremet pastalar, tartlar… Hepsi bu kültürel birikimi yansıtıyor.
Üstelik özel günler için, hayalinizdeki pastayı birebir tasarlayıp hazırladığımızı da ekleyelim.
Peki günün sonunda kendi kendinize “İyi ki yapmışım” dedirten şey ne?
Gençlere ilham olabilmek! Örneğin çocuklarımın ve arkadaşlarının beni örnek aldığını duymak, beni mutlu ediyor
yaptığım işe olan inancımı daha da güçlendiriyor diyebilirim.
Anladığım kadarıyla “Bloom Kafe” yalnızca Urla’da kalmayacak gibi görünüyor doğru mu?
Evet kesinlikle… Bloom London için de hazırlıklar sürüyor. 2026 Mart ayında açmayı planlıyorum ve dahası da var...
Bu durumda “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” yeniden başladı diyebiliriz herhalde… Sizce bir girişimciyi başarılı kılan şey nedir?
Başarı kalbinin tam ortasında hissedilen iş aşkı ve disiplinden geliyor. Ben işime aşığım, başka bir meslek düşünemem.
Son olarak, gençlere ve iş kurmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
23 yaşında Londra’ya giderken cebimde sadece 30 pound vardı. Hiç kimseyi tanımadığım, dilini bilmediğim bir ülkeye tek başıma gidiyordum. Yıllar sonra bir arkadaşım bana “Ya işler yolunda gitmeseydi, dönüş biletini nasıl alacaktın?” diye sorduğunda fark ettim ki, o ihtimali hiç düşünmemişim. Hedefinizi netleştirdikten sonra kendinize “başaramam” seçeneğini tanımayın derim. Bir de her gününüz, her adımınız hedefinizle uyum içinde olmalı…
Belirsizlik zor ama potansiyelimiz tam da orada gizli. Bugün başarılı gördüğümüz hiç kimse korkusuz başlamadı. Hepimiz korkuyoruz; ama kendine güven, disiplin ve istikrar her şeyi değiştiriyor.
Sevgili Gizem hanım’a bu ilham veren söyleşi için teşekkür ediyorum.
Sevgiyle Kalın