TEMMUZ2019 Günter Soydanbay
Bisikletli trafiği ölçümü
Bu ayki yazımız Elektrik Santral’i üzerine olacaktı ama son anda tatlı bir sürpriz gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde Montreal’de düzenlenen Wellbeing Cities Forum’a (Kentlerin İyiliği Konferansı) davet edildim. Bu sayede bir seri konuşma, panel ve atölyeye katılma şansım oldu. Bunlardan biri esnasında da İzmir’in adı anıldı. Hem de güzel bir şekilde! Hal böyle olunca, ben de bu ayki yazımda duyduklarımı size aktarmaya karar verdim. Konferans esnasında Dünya Bisiklete Binme Endeksi’nin 2019 verileri açıklandı. 39 ülke ve 612 şehirde üç binin üzerinde noktada yapılan periyodik ölçümlere göre son bir senede dünyada bisiklet kullanımı %6 artmış. Bu artışta başı Polonya, Çin, Çekya, Lüksemburg ve İsveç çekiyor. Sizce Türkiye bu resmin neresinde yer alıyor? Cevap: hiç bir yerinde! Peki ya İzmir? Kentimiz işte tam da bu noktada bir istisna olarak anıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi iki yıl önce, endeksin ölçümlerini yapan Eco-counter firmasını yaya ve bisikletli trafiğini ölçmek için görevlendirilmiş. Mavi Link -yani bisiklete tahsis edilmiş yol ağı- üzerinde farklı yerlere konan bilgi ekranlarını görmüşsünüzdür. Bu aletler sadece hava durumunu göstermek veya güncel bildiri mesajları vermeye yaramıyor. Aynı zamanda gün içinde geçen bisikletlilerin sayısını ölçüp, trafiğin yıllık evrimini takip ediyor. Bu neden mi önemli? Anlatalım. 2000’li yıllarında başında Yeni Zelanda’nın Auckland şehrinde pedal çevirmek neredeyse bir işkenceymiş. Bisikletlilere özel yol yokmuş. Şöförler tabiri yerindeyse şehir eşkiyası gibi davranıyormuş. Bisikletçilerin %60’ı can güvenliklerinden kaygılıymış. Bu resmi değiştirmek için belediye bisiklete tahsis edilmiş yollar açmaya karar vermiş. Ama bu karar kent genelinde dirençle karşılaşmış. “Kaynaklarımızı daha önemli şeylere harcayalım” diyenler olmuş. Bu direnci aşmak için Auckland’a İzmir’e yerleştirilen paneller konmuş. Kentin farklı noktalarında ölçümler yapılmaya başlanmış. Sonuçta kentte bisiklete tahsis edilmiş yol yapmak için yeterli çoğunluk olduğu rakamlarla ispatlanmış. Bu sayede itirazları aşan belediye bisiklet yollarını yaygınlaştırmaya başlamış. Panelleri, yeni rotaların saptanması için bir keşif aracı olarak da kullanmışlar. Bir sonraki aşamada Auckland belediyesi minik deneyler yapmaya başlamış. Bazı rotalarda farklı tasarımlar, malzemeler ve renk kombinasyonları denenmiş. Bunların hangilerinin bisiklet trafiğine en çok etki yaptığı yine panellerle ölçümlenmiş. Kanıta dayalı şekilde hareket eden Auckland, bugün kentin bir çok semtini birleştiren bir bisiklet yolu ağına sahip. Bunu da bir noktaya kadar bilgi ekranlarına borçlular. İşte İzmir’in önündeki şans da bu: Mavi Link’i yaymak ve kent içine sokmak için kanıt toplamak. Marka ve Şehir’de sıkça ele aldığımız konulardan biri bisiklet. Bu meseleye özel önem vermemin bir sebebi, dünyanın sayılı bisiklet merkezlerinden biri olan Montreal’de yaşıyor olmam. Bir diğeri çocukluğumdan beri bisiklet sevdalısı olmam. Ama bunlardan da önemli, İzmir’in geleceğini ilgilendiren bir sebep daha olduğunu düşünüyorum. Batılı şehir planlamacıları bisiklete, kent içi ulaşımını rahatlatabilecek çözümlerden biri olarak bakıyorlar. Öte yandan bisikletin Türk toplumu özelinde fonksiyonellikten önce gelen sembolik bir anlamı var. Daha önce de konuştuğumuz üzere, bisiklete binmek bir yaşam tarzı. Pedallı araç, gençlikle özdeşleşen özgürlük, koşulsuz çoşku, azim ve özgüven gibi öz değerleri sembolize ediyor. Bunlar, Batılıların içselleştirdiği, sorgulamadığı kavramlar. Ne yazık ki ülkemizin kültürel kodları bu öz değerlerle çakışıyor; onları bastırıyor. Dolayısıyla da -kitlesel seviyede- bisiklet kullanımını çocukluklara veya ekstrem sporlara indirgiyor. Türkiye’nin içinden geçtiği şu karanlık evrede İzmir, yukarıda saydığımız öz değerlerin bayraktarı olmalı. İşte tam da bu yüzden bisiklet konusuna eğiliyorum. İzmir’in gelecekte de Türkiye’nin öncü kenti olarak kalabilmesi için bisiklete binerek büyüyen jenerasyonlar yetiştirmesi gerekiyor.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.