KASIMARALIK2025 Hakkı Kesirli
Yerli malı, yurdun malı
"Yerli Malı Yurdun Malı, Herkes Onu Kullanmalı" diyenler: Terörist olabilir mi? Bir ülkede bu kadar çok suç örgütü üyesi, bebek bezinden tutun ilaç dolandırıcılığına sahte diplomadan tutun sınav sorusu tacirliğine kadar en olmadık işlerin bile çetesi varsa, ithalatın ekonomi yönetiminin baş tacı olduğu biliniyorken ortaya çıkıp "Yerli malı kullanalım" diyene de terörist yaftası yapıştırılırsa şaşırmamak lazım. 1950'lerin son yıllarında ilkokulda, sene sonuna doğru kutladığımız "Yerli Malları Haftası" bizim için büyük bir eğlenceydi. Sınıfa hepimiz bir şeyler getirir, sıralardan oluşturduğumuz soframıza yiyecekleri serer, sonrasında afiyetle mideye indirirdik. Aralık ayında en önemli yerli malı portakal ve mandalindi... Onları da aileleri varlıklı olan çocuklar getirirdi. Annelerin yaptığı çeşit çeşit börek ve kurabiyeler de önemli yerli malları arasındaydı. Aramızda kendi yerli malını yapmak isteyenler Sarıyer'in tepelerine çıkıp dağ çileği toplar ve sınıfa getirirdi. O zamanlar balık boldu, babasının yaptığı lakerda ya da yazdan kalma çiroz getirenleri bile hatırlıyorum. O yıllarda da Sarıyer'de bol olan Karadenizliler ise genelde fındık getirirlerdi. Günün sonunda bize öğretilen "Türkiye'nin kendi kendine yeten, yani doyurabilen dünyanın 7 ülkesinden biri olduğu" idi. Bunu korumak için çok çalışmak ve tutumlu olmak zorunda olduğumuz da eklenirdi. "Tutumlu olmak", bu ülkeyi yokluklar içinde emperyalizmin elinden kurtaran bir kuşağın bize öğretisiydi ve biz, her su damlasının kıymetli olduğunu öğrendik. Şişeler biriktirip, bakkaldan iade paralarını alıp harçlık yaptık. Defterlerimiz çok kıymetliydi, her sayfasını verimli kullanmak için harflerimizi bile küçülttük. Ve tabii ki yalandan uzak durup, arkadaşlarımızı sevip, çok çalışıp, üretken olmak hedef gösterildi bize... Arada geçen yılları yapay zeka çağının hızına uyarak ışık hızı ile geçip günümüze konduğumuzda ise gördüğümüz fotoğraf karesi inanılmaz... Çok uzaklardan baktığım için bugün ilkokulda eğitimin ne hedef gösterdiğini bilmiyorum. Orada bir değişiklik olmadığına inanmak istiyorum ama ortaya çıkan sonuç; pek çok istisna olduğunu düşünsem de bana pek umut aşılamıyor. Umutsuzluğumun sorumluları, ellerini kollarını sallayıp ayaklarını sürükleyerek ortada dolaşıyor. Ülkem de son 65 yıldır sürüklene sürüklene emperyalizme karşı kazandığı savaştan beri öylesine tepetaklak olmuş ki, kendini doyurmak bir yana insanların açlık sınırında yaşadığı bir hale düşmüş. Üzülüyor insan! İzmir Ticaret Lisesi orta kısmında daha 12 yaşındayken, muhasebe dersinde "Giren borç, çıkan alacak" meselesini öğrenmiş ve ardından ekonomi tahsili yapmış olmama rağmen "Ben iktisatçıyım" diyemem. İktisatçı olmak için bir hayli kitap devirmek lazım. "Ben ekonomistim" de diyemem, okul sonrası yaşamım başka yönlere götürdü beni. Memleketin bu kötü gidişatının nasıl önlenebileceğine ilişkin bazı fikirlerim var ama yüksek merciler benimle aynı fikirde değiller. Ben başbakan olsaydım! Tabii ki bunun için öncelikle ülke yönetiminin parlamenter demokratik sisteme geri dönmesi lazım. Hadi, o da oldu diyelim. İlk üç önceliğim tarım, adalet ve eğitim reformları olurdu. Tarımda üretimi artırmak için çiftçiyi yani üreteni desteklerdim. Kısa zamanda çocukluğumun Türkiye’si gibi kendine yeten bir ülke olamazdık ama yeni bir atılımla her köye bir ziraat mühendisini danışman olarak atar, planlı tarım hamlesini başlatırdım. Eğitim de herkesin kabul ettiği gibi büyük bir reform istiyor. Öncelikle "Eğitmenlerin Eğitimi" projesini başlatır, öğretenlerin gelişimini sağlar ve devlet okullarını özel sektör okulları ile rekabet edecek düzeye ulaştırmak için bir seferberlik başlatırdım. Eğitim sistemini de dünyanın en başarılı ülkesi neresiyse onu örnek alır ve ülkemiz için sürdürülebilir bir model geliştirirdim. Gelelim adalet mekanizmasına. Orada da adalet dağıtanların yeterliliğini sorgulayacak, gerekirse sistemi yeniden gözden geçirecek bir mekanizmayı hayata geçirir ve ilk okul çocuklarının bile diline düşen "Hak, hukuk, adalet" söyleminin unutulması için bütün ülkeyi ayağa kaldırırdım. Bir de siz düşünün... Hükümetin başı olsaydınız neler yapardınız?
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.