Bulunduğu sayı belirtilmemiş.
Arzu Berk
İletişim Sohbetleri - Kurum Kültürü
İlk makalem yeni başlangıçlar için oturup düşünerek yeni yıla yeni başlangıçlarla girilecek bir içerikten oluşuyordu. Bundan sonrasında ise “İletişim ve İletişim Süreçlerine” yönelik olmasını hedefliyorum. İç iletişim başta olmak üzere, pazarlama ve yönetici iletişiminden konu ve gündem yönetimine, kriz ve itibar iletişiminden, sosyal paydaş ve sosyal sorumluluk iletişimi başta olmak üzere bir çok disiplini işveren bakışıyla yansıtmaya çalışacağım. Stratejiler, hedefler, mesajlar, hedef kitleler, etkinlikler, kampanyalar derken değişen hız ve metodları yakalayarak ve zamanın ruhunu uymak.
İlk önce çalışanlarımız ile başlamak istiyorum sürece. Hiç kuşkusuz şirketler olarak ilk ve en önemli varlığımız çalışanlarımız. Çalışanlarımız ile üretir, yönetir, alır ve satarız. “Bir şirketin müşteriye verdiği mesajın, önce çalışanların “kabulünden geçmiş olması” gerekir. Kendi çalışanlarının sevdiği, hayranlık, saygı ve bağlılık duyduğu, parçası olmakla gururlandığı bir marka olmak, hem “içeride” hem de “dışarıda” güçlü olmakla mümkündür. – Temel Aksoy”* Tabiki işletmemizdeki kültürün temelleri kurucularımızla atılır, ama o kültüre sahip çıkan, bayrağı devralan, devamını sağlayan, değerlerinden vazgeçmeyen çalışanlarımızla nesiller boyu devam ediyor olmasıdır. Kültürü oluşturmak öyle bir gecede bir sihirli değnek ile olmuyor maalesef. Tutarlılık, adalet, aidiyet, samimiyet en önemli değerler arasında yer alıyor. Her kurumun değerleri kendine has ve özel. Öyle de olması gerektiğine inanıyorum. Kültürün ve motivasyonun sürdürülebilirliğinde en etkin rol ise her zaman lidere veya liderlere bağlı.
Özellikle ulusal ve uluslararası işletmelere baktığımızda şirketlerin vizyonları ve gelecek hedefleri ile değerleri veya bir diğer adıyla prensipleri arasında sıkı bir bağ olduğunu görüyoruz. Yapılan her iş, atılan her adım, alınan her karar bu değerler ve prensipler çerçevesinde yapılıyor. Etik değerlerden dürüstlükten, ekonomiye ve içinde bulunduğu topluma karşı olan sorumluluklarından emin aynı inançla ilerliyorlar. Örnek vemek gerekirse; IBM, Procter&Gamble, Shell, Hewlett&Packard, Johnson&Johnson, MC Donalds, Walt Disney, Honda, Toyota vb. onlarca ülkede binlerce çalışan ile üretim ve hizmet sunuyorlar. Üstelik farklı coğrafyalarda farklı kültürlerde. Hepsinde ortak amaç şirketin ana kültürüne sahip çıkarak yerel farkındalıkları ve değerleri kendi değerleri ile harmanlayarak hareket ediyorlar. Hatta çıtayı biraz daha yukarı çekerek tedarikçilerinden, müşterilerinden, iş yaptıkları tüm üçüncü partilerden de aynı hassasiyeti göstermesini bekliyorlar.
Kuşak değişimi, müşteri beklentileri, pazar dinamikleri, iş yapış şekileri, yatırımlarla büyümeler gibi bir çok sebeple kültürün yaşayan bir organizma olarak gündemde olması sürdürülebilirlik açısından çok önem arz ediyor. İster işe yeni girin ister yıllarca çalışın ama bir gün gelir ve “eskiden bizde işler böyle yürümezdi”, “Eskiden bizde şu veya bu uygulamalar vardı”, “Eskiden biz aile gibiydik, yakındık, destek olurduk birbirimize” gibi bir çok yorum duyarız. Peki sizce bu değişimin nedeni ne? Kültürden ve değerlerden vazgeçmek mi? Odağın daha çok günü kurtarmaya kayması mı? Şirket hedeflerinin artık eskisi gibi paylaşılmıyor veya çalışanlarca eskisi gibi sahiplenmiyor olması mı? Konu ile ilgili farkındalığın ve ilgili uygulamaların artık organizasyonunuzda olmasının zamanın gelip de geçiyor olması mı? Bu sorular her işletmeye göre farklılık gösterebilir.
Kültür ile oluşturulmak istenen aslında tüm bu sorulara cevap niteliğinde. Çalışanlarımızı aynı değerler ve çalışma anlayışı çevresinde yakınlaştırmak, bütünlük kazandırmak, işletmemiz için hedeflerimiz ile paralel neyin önemli olduğu aktarmak, birbirimizle nasıl bir iletişim içinde olmamız konusunda yol göstermek, aidiyeti artırmak ve sahip çıkmak bunlardan sadece bir kaçı.
Benim iç iletişim konusunda kişisel olarak yıllık hedeflerim arasında özellikle “çalışılmak istenen şirket olmak” ile “çalışanların çalışmaktan gurur duyduğu bir şirket olmak” yer alıyor. Bunu tabiki bir iletişimci olarak tek başıma gerçekleştirmem bir hayli zaman alıyor. Kısacası bu da bir takım işi ve burada tüm yöneticilere ve liderlere büyük görev düşüyor. Aktif dinleme ile başlıyor her şey. Açık iletişim, yapıcı geri bildirim, hedeflerin ve beklentilerin net paylaşılması işin başında geliyor. Şirket değerlerine sıkı sıkıya bağlı, her ortamda örnek olan, uygulayan ve kutlayan takımlar bu kültürü başarıyla devam ettiriyor. Ve bu döngü bir yaşam biçimi haline dönüşüyor. Böylece “saatine para ödenilen çalışanlar yerine, çalıştıkları saatleri bir değere dönüştüren bireyler veya ekipler” haline geliniyor ("You don't get paid for the hour. You get paid for the value you bring to the hour." J.Rohn). İşini seven, tutkuyla yapan çalışanlara kültürün devamı, sürdürülebilirliğinin temelleri de güçlendiriliyor ve bir nevi iş ortamına kimlik de kazandırılmış olunuyor. Bu kimlik, çalışanların o iş ortamına bağlılıklarını ve bir aidiyet duygusu ile kuruma sahip çıkmalarını da sağlıyor. Çalışanlar artık o ortamda çalışmanın toplum içinde kendilerine sağladığı prestij ve statüyü göz önünde bulunduruyor. Çalışılan şirket ile gurur duyma, çalışılmak isteniler şirket olma gibi farkındalık ve seçiciliği de beraberinde getiriyor.
Sevgili Filiz Burhan’ın kültürle ilgili etkilendiği bir örnek ile kapamak özetlemek istiyorum. “Fransızca'da kültür kelimesi “cultiver” kelimesinden “yetiştirmek” fiilinden gelir; yani aslında bir eylemdir. Yani oluşturmak, büyütmek ve yaşatmayı içerir. Fakat başka kültürlerde genellikle 'empoze' edilen, sonradan kazanılan, öğretilen bir kavram olarak algılanabiliyor. Şirketlerde de sonradan edinilen, çalışanlara öğretilen değil en başından 'yetiştirilen' olması önemli.