OCAK2017 Ayse Perin (Tatari)
İzmir'de yaşamak...
Yılın ilk sayısında nasıl bir yazı yazmak istiyorum diye kendime sorduğumda; hiç aklımdan çıkmayan “İzmir, İzmir’de kentleşme, İzmir yaşamı” hakkında pek çok başlığın zihnimde hazırda beklediğini fark ettim. Elim mimarlık dergilerine gitti, 2004 yılına ait Ege Mimarlık Dergisi’nde yayınlanmış olan Mimar ressam Nafi Çil’in “İzmir’de Yaşamak” adlı, İzmir’i ve İzmirliyi çok güzel anlatan makalesinden birkaç paragrafı okuyucu ile buluştururken kentimizde yaşamakta olan değerli insanların sıklıkla hatırlanması, söylemlerinin gündeme getirilmesinden yana olduğumu da ifade etmek isterim. Nafi Çil’in makalesi bütünü ile köşeme sığmaz, sohbetimize ortak olsun diyor, sözü Nafi Çil’e bırakıyorum: “Ben ‘Gâvur İzmir’ deyimini, güncel bir sözcük olarak düşünürdüm. Günümüze ait bir ifade biçimi sanırdım. Oysa İzmir’e 1344 tarihinden beri gâvur İzmir dendiğini öğrendim. Şehirde iki kale varmış. Birisi Kadifekale, diğeri Hisar Camii civarında San Pietro Kalesi’ymiş. İzmir Türklerin eline geçtiği halde, iç liman kıyısında, ”Gâvur İzmir” kalesinde yabancılar yaşıyorlarmış. Şehir Müslüman ve gâvur olarak ikiye ayrılmış. Bu ticaret hayatını da etkilemiş. Rodos şövalyeleri duruma hâkim olmuş, 18. yüzyılın başında İzmir, doğunun en büyük kenti haline gelmiş. Ta o yıllarda, ihracatı ve ithalatıyla büyük servet kazanmaktaymış. 1740 yılında kapitülasyonların tekrar düzenlenmesi, yabancıların yaşadığı İzmir’e, birçok ülkeden ve dünyanın her yerinden açıkgöz hırslı, büyük işadamlarının ve elçiliklerin ticaret amacıyla gelmesine ve yerleşmesine neden olmuş. Osmanlı imparatorluğu döneminde ilk defa dokuma fabrikası ve birçok fabrikalar, demiryolları, özel gazeteler İzmir’de kurulmuş. İzmir Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan bir yabancı istilasına uğramış ve yaşantısıyla tam bir “Gavur İzmir” olmuş. Bütün bunları niye anlatıyorum; bu insanların varlığı ve yaptıkları işler, İzmir’in kültürünü ve dünya görüşünü oluşturmuş. İzmirlinin diğer Türk insanlarına benzemeyen ve hiçbir Türk’te olmayan bir dünya görüşü vardır. Çünkü tarihin her döneminde yabancılarla birlikte yaşamışlardır. Ve bu yabancılar, etkili ve güçlü ticaret hayatının kişileri ve yaratıcıları olarak, çevreleriyle ilişkilerinde, dünya görüşlerine özenilen zengin kişilikleriyle, yeni bir insan tipinin oluşmasına, gelişmesine ve yerleşmesine neden olmuştur. Örnek oluşturdukları insan tipi, İzmir’de, İzmirli için, çıkarları için yaşayan ve araç değerler alanı içinde yer alan, ticari fonksiyonu olan bir kültür yaratmıştır. Ve bu kültürün yarattığı insan tipi, gerçekten özgündür. Bu çıkar ilişkileri İzmirlileri sevimli ve çekici insanlar yapmıştır. ..…İzmir şehrine baktığımızda yapıların çok değişik bir mimarı tarz içinde olduğunu hemen görürüz ve İzmir’de tek bir eski Türk evi bulmamız olası değildir. İzmir’in Türk mahalleri olarak sözünü ettiğimiz semtlere ve oradaki evlere mimari açıdan baktığımızda çok farklı ev tipleri ile karşılaşırız ve bu tip evlere ne Anadolu’da ne de diğer büyük şehirlerimizde rastlamak olasılığı yoktur. Bunlar evrim geçirmiş ve başkalaşmış farklı ev tipleridir… Ulusal mimariyle ilgisi olmayan, yabancı ev tipleri özelliğini taşırlar. Eski mimarların zarif yapılarında var olan, mimarinin değerlerini taşıyan soyluluk, o İzmir’e özgü güneşin, ışık ve gölgenin etkisi, yapılarda yaşadığımız o duyarlılık ve zekâ artık yoktur. Tam tersi, her türlü duyarlıktan yoksun olan ruhsuz yapılar İzmir’i istila etmektedir. Bu İzmir için, mimari için kaygı ve endişe veren çok önemli bir durumdur.” Nafi Çil’in yazısı, daha pek çok konu başlığı ile bir İzmir yolculuğuna çıkarıyor okuyucuyu… Kentin meydanlarına, heykel vasfı taşımayan ama heykel adı altında kentin önemli noktalarında boy gösteren objelerden söz ediyor örneklerle… İzmir’deki kötü yapılaşmanın analizini yapıyor, kentin liman şehri olmaktan çıkıp deniz ile buluşmasından mutlulukla söz ediyor… İzmir’in kimliği, dünü bugünü yarını sıklıkla sorgulanması gereken, sürekli kent gündeminde olan konulardan olmalı diyorum.