SUBAT2017 Günter Soydanbay
Yeni Kent Merkezini yeniden düşünmek
Geçtiğimiz ay İzmir Adliyesi önünde gerçekleşen terör saldırısını kınıyor, saldırıda şehit olanların mekanın cennet olmasını diliyor, bu alçakça eylemi gerçekleştirenleri ve onlara açıkça veya örtülü şekilde destek olanları da kendi vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum. Öte yandan İzmirliler ne kadar farklı olduklarını, bu korkakça saldırıya verdikleri güzel tepkiyle gösterdiler. Bu açıdan bir İzmirli olarak mutlu ve gururluyum. Bu köşenin varlık sebebi İzmir’in gelişmesi, şehirleşmesi ve markalaşması. İlginçtir, saldırının gerçekleştiği semt olan Yeni Kent Merkezi, şehrin fiziksel gelişiminin en net gözlemlendiği yer. Sayıları gitgide artan gökdelenler bu bölgeyi İzmir’in modern vizyonu haline getirmekte. Öte yandan hızla yükselen semtlerde bazı evrensel sorunlar doğmakta. Bu ay, benzer süreçten geçen Toronto’ya gideceğiz. Marmara Denizi’nden iki kat büyük bir göl hayal edin. Kilometrelerce uzanan gölün kenarına kurulmuş modern bir şehir. Kent merkezinin hemen önünde bir ada var. Adanın üstündeyse küçük uçakların inip kalktığı bir havalimanı. Şehre yaklaşmakta olan pırpırlı bir uçağın camından dışarı bakıyorsunuz. Karanlığı yararak yükselen bir gökdelen ormanı. Nefes kesici bir görüntü. Yüzlerce metreye ulaşan ışıl ışıl binalar. Ve başını göğe erdirmeye çalışan sayısız vinç. Kuzey Amerika’nın en hızlı büyüyen kenti Toronto’ya hoş geldiniz! Uçaktan iniyor ve kent merkezinde gezmeye başlıyorsunuz. Ama ilginç bir şey fark ediyorsunuz. Kuş bakışı görüntüsüyle sizi büyüleyen Toronto’yu, sokak sokak gezmek pek de keyifli değil. Aksine, her biri birbirine benzeyen, içi görünen -ama içinde görmeye pek matah bir şey olmayan- kutu kutu binalar. “Herhalde yanlış semtteyim.” diyorsunuz. Sonuçta uzaktan o kadar etkileyici olan bir görüntü, yakından baktığınızda bu kadar sıkıcı olamaz değil mi? Ne yazık ki, olabilir… Toronto öylesine hızlı yükseliyor ki, şu an, New York’a kıyasla iki kat fazla yeni gökdelen inşa ediliyor. Sadece kent merkezinde 180 adet vinç varmış. Özellikle finans bölgesinde artık 40 katın altında bir bina inşa etmek karlı değilmiş. Gökdelenler bir kentin büyümesini ve olgunlaşmasını simgeler. Torontolar’a göreyse şehirlerinin artık küresel bir güç olduğununu. Oysa psikologlara göre Torontolular’ın gökdelen inşaatlarını gelişme olarak algılamasının ardında, toplumsal özgüven eksikliği var. Toplumsal bilinç dışında küresel ölçekte kimsenin umrunda olmama korkusu yattığını belirtiyorlar. Ve ruhsal sorunlarını haşmetli yapılar inşa edip fiziksel olarak çözüyorlar. Peki uzaktan bakınca etkileyici olan bu görüntü, neden yakınına gidince bize aynı tadı vermiyor? Ünlü psikolog James Hillman, gökdelenleri bir toplumsal semptom olarak ele almış. Sırık gibi uzun ama cılız, kemikleri sayılan, cinsiyeti bile belli olmayan, pasif agresif, içleri bomboş olan bu binaların, modern toplumun anoreksik ve katatonik ruh halini yansıttığını işaret etmiş. Bu gözle bakınca gelişim pek çekici gelmiyor, değil mi? Elbette İzmir Toronto’dan ders alabilir. Her sorun, içinde kendi çözüm potansiyelini de barındırır. Torontolu firma Streetcar’ın ürettiği çözümlere bakabiliriz. Şirketin kurucuları, bina inşa edildikten sonra sokağı ağaçlandırmanın veya güzel kaldırım taşları döşemenin sorunu çözmediğini uzun süre önce fark etmişler. Buradan yola çıkarak hiçbir projelerinde asla taviz vermeyecekleri çok basit üç kural koymuşlar. Bunların başında projenin yapılacağı semt geliyor. Mimarlar kendilerinin bizzat yaşamayacağı bir muhitte kesinlikle proje yapmıyorlar. İkincisi, evet, kendilerini inşaatçı olarak görüyorlar. Ama nihai amaçları bina değil, sıcak ilişkilerin olduğu bir mahalle ortamı inşa etmek! Üçüncüsü, tasarım sürecine binanın inşa edileceği semtin sakinlerini katıyorlar. Böylece hem mahallenin eksiklikleri gideriliyor, hem de çevresine uyumlu ve saygılı bir yapı ortaya çıkıyor. Acaba Yeni Kent Merkezi’nde yapılan projeler de bu üç basit kurala uysa, psikolojik anlamda çok daha sağlıklı bir semt inşa etmez miyiz?