Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Hasibe Özdemir
Sesten Resimler
Ağzımızı açtığımızda sadece konuşmuyoruz, aynı zamanda kapladığımız hacmi de görünür kılıyoruz. Bebeğin gülüşünden, hastanın inlemesine; çıkardığımız ses; 'Şimdi ve burada' olduğumuzun işareti bir bakıma. Duyulduğumuz zaman görülmüş de oluyoruz. Sesimiz kurşunkalem gibi çevremizi çizip, kalabalık içinde silik bir resimden, kıyısı köşesi olan, fark edilen bir şey haline getiriyor bizi. Sesimizin duyulması büyük hediye. Her bakımdan. Bazen de fark edilmek isterken volümü çok arttırıp, yani kalemle kâğıdı delip, rahatsız edici bir görüntüye dönüşebiliyor insan. Ergenlik mesela; elin, dilin ayarının arandığı, ses düğmesiyle çok oynanıldığı dönemlerden biri. Sınıfta uğultuya dönüşen, okul çıkışında el şakalarıyla karışık ortalığı gürültüye boğan bir ergen grubunu izlemek; duruma göre nostaljik çağrışımları olan bir resme hoş görüyle bakmak ya da çığırtkan bir martı sürüsünü yüzünü buruşturarak dinlemek arasında gelgitli hisler yaratabiliyor. Metro istasyonunda zorlama gülme krizi ile ses bombası etkisi yaratan gruba bu karışık hislerle bakıyorum. Yaşları on üç-on dört olan, iki oğlan iki kızdan böylesi güçlü sesin çıkması için bütün gün söylenmemiş her sözün gaz haline dönüşüp birikmesi gerekiyor sanırım. Yaptıkları gürültüyü bir çeşit 'Ben varım, bakın bana buradayım,' deme şekli olarak kabul edip hoşgörü gösterecekken, iki cümle arasında bağlaç olarak sürekli küfür kullanmaları yüzünden buharlaşıveriyor anlayışım. İşin içine böylesi korkunç sözler girince olay kendini ses olarak yaratmayı aşıp, sesi silaha dönüştürmek halini alıyor sanki. Çocuklukla yetişkinlik arasında sıkışmış sevimli yüzlerinin bile kurtaramayacağı kadar çirkin şeyler çıkıyor ağızlarından. Cümlelerini ' Ergen ezmesi,'dediğim bir yayvanlıkla bastırarak, yaya yaya söylüyorlar. Suratlarının masumluğu yüzünden ne kadar 'yok değildir' deseniz de, bir erkeğin eylem olarak yapmakla tehdit ettiği şeyleri, gayet rahat bir şekilde 'Çalıştım, aradım, gittim,'gibi yüklemlerle biten cümlelerinin sonuna yapıştırıveriyorlar. Bunu o kadar hızlı ve doğal bir şekilde yapıyorlar ki; ağızlarından çıkanı tane tane duyacakları şekilde yavaşlatıp dinletseniz, söyledikleri şeyin anlamını kavrayıp utanacaklarından eminim. Dörtlünün güzel gözlü, şişman kızı en fazla küfrü en kısa sürede ederek başı çekiyor. Sanki sabah harçlığıyla beraber cebine konulmuş bir miktar var, eve gitmeden hepsini bitirme telaşı içinde. Öyle ki bir ara 'Annemler yarın akşam Ankara’ya gidecekler,' cümlesini belinden kırıp, hem ortasına hem sonuna küfür yerleştirerek kendini bile aşıyor. Yakınlarda da bir çeşme olsa götürüp ağzını yıkayası geliyor insanın. Güzel bir yüzü var oysa. Çocuksu çizgileri henüz geniş yüzünü terk etmeye gönüllü değil sanki. Özenle çekilmiş göz kalemi, taşlı telefon kılıfı, diğer kızla bir örnek düz fönlü saçı, siyah kotu aynı. Sadece kilo olarak ondan epey fazla. Öfke olarak da. 'Biz,' diyor ergen sesiyle sürekli. 'Biz şöyleyiz, oğlum biz onları şöyle yaparız, bize bulaşmasınlar bak!' Yüzüne yapıştırdığı kavgacı yetişkin ifadesi arkadaşlarının onay gülüşleriyle bileyleniyor iyice. Gruptaki diğer kız ince, uzun. Hani annelerin hala yemek masasında ağızlarına yiyecek tepmeye çalıştığı familyadan. Sessiz kaldığı anda bile oğlanların ilgisi sürekli üzerinde. Böyle anlarda güzel gözlü kızın hepsine bakışı kırık ve çocuksu. O bakış, insanda onu alıp bağrına basma isteği uyandırıyor ama savurduğu küfürlerle donup kalıyorsunuz yine. Tam birkaç kişinin azalan tahammülü aynı anda sese dönüşecekken, iri yarı genç bir erkek 'Akıllı olun gençler,' diyerek sözcü rolünü üstleniyor. Tek eleştiri taşıyla cep telefonlarının derinliğine dalıp görünmez oluyorlar. O; suyun yüzünde tek başına kalmış gibi etrafını tarıyor kaçamak gözlerle. Gene de bir anda sinmek zoruna gidiyor olmalı ki dikleniyor. 'Sana ne!' cümlesi o kadar çocuksu bir vurguda ki, adam gülüp geçiyor. Telefonu açıp ağladı ağlayacak halde annesiyle konuşuncaya kadar sesi; kırılmış kalem ucunun yırtılmış kâğıda sürtmesi gibi çıkıyor. Konuştukça sivriliyor kalemi yeniden.' Güldük diye ayar vermeye çalıştı adam bize,' diyor kafasındaki resmi çizip karşı tarafa iletirken. Gözleri çakmak çakmak, ağzında bir küfür çıktı çıkacak.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.