SUBAT2022 Avram Ventura
İnsana değer veren
Bir seçkiyi karıştırırken Ceyhun Atuf Kansu’nun, Tapınağım İnsan Olsun şiirine takıldım. Tadına varmak için, ağır ağır birkaç kez okudum: “Bir kardeşim varsa insandır bu / Bir dostum varsa / Bir sıcak el varsa tutacağım / Uğruna öleceğim tek kale: İnsandır bu! / Güz çimeni yolu ve mürdüm ağaçlarıyla gölgeli / Bir tapınağım varsa / Oturup yan yana yıldızların kandil ışığında / Her şeyi söyleyeceğim ona / İnsandır bu!” Bu birkaç dize, her okuyuşta bende farklı çağrışımlar uyandırdı. İnsan sevgisini, bu sevginin sıcaklığını, bir dosttan beklenen güven duygusunu, özveriyi, birçok değeri birlikte paylaşma ihtiyacını... Tarihinin her döneminde, insana olan bu yaklaşım kimilerince yüceltilmesine karşın, hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşememiş, sürekli içimizde bir özlem olarak kalmıştır. Tüm inançlar, ahlaksal öğretiler insanları bir kardeşlik ülküsü altında birleştirmeye çalışmışsa da, uygulamada görülen sonuçların bütünüyle farklı olması, ne yazık ki her zaman düş kırıklığı yaratmıştır. Erdemler, inanç sistemlerinin olduğu kadar, insana değer veren, insancıllığı savunan bütün öğretilerin temelini oluşturur. Tümünün ortak amacı, bireyleri iyiliğe yönlendirmek, insanlar arasındaki ilişkileri iyileştirmek, toplum içindeki yaşamı daha olumlu duruma getirmektir. Konfiçyüs, en büyük erdemi insanın vicdanını dinlemesi ve iyilik yapmak için çaba harcaması olarak görür. Bu konuyu düşünsel olarak ele almak için eski çağlardan günümüze, bütün felsefe tarihini harmanlamamız gerekmektedir. Oysaki ben, erdemlerin yalnızca günlük yaşantımızdaki yansımalarına odaklanmak, bir başka deyişle, bağlı olduğumuz inançların sözlerini, kendimize yakın gördüğümüz öğretilerin uygulamalarını sorgulamak istiyorum. Şöyle ki: Yakın çevremizle olduğu kadar, tüm insanlarla olan ilişkilerimizdeki saygı ve sevgi ölçümüz nedir? Kimlere, hangi koşullarda ve nasıl iyilikte bulunuyoruz? Birilerine yardım ederken, bir beklentimiz ya da gözettiğimiz çıkarlar oluyor mu? Doğruluktan ödün vermeden, herkesin hakkını koruyarak karar alabiliyor muyuz? Başkalarına karşı ne kadar içten davranıyoruz? Hoşgörü sınırlarımız nedir? Bunlara ve benzeri sorulara vereceğimiz yanıtlarla, erdemlerimizi sınamada kendimizi değerlendirebiliriz. Yuval Noah Harari’nin, 21. Yüzyıl için 21 Ders kitabını okurken, anlattığı bir deney ilgimi çektiği kadar, erdem konusunda bir kez daha düşünmemi sağladı. Bu deney Princeton İlahiyat Fakültesi’nde vaiz olmak için okuyan bir grup öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiş. Öğrencilerden istenen İyi Samiriyeli meseli üzerine vaaz vermeleriymiş. Mesel kısaca şunu anlatıyor: Kudüs’ten Eriha’ya giden bir Yahudi, yolda eşkıyalar tarafından soyulup dövüldükten sonra ölüme terk edilir. Önce bir rahip ve sonra Levi kabilesinden bir Yahudi, yerde can çekişen yaralı adamı görmezden aynı yoldan geçip giderler. Bir süre sonra Yahudilerin hiç sevmedikleri Samiriyelilerden biri, durup adamın hayatını kurtarır. İlahiyat öğrencileri bu İyi Samiriyeli meselinden alınacak dersi, en iyi nasıl anlatacaklarını düşünerek amfiye koşturmuşlar. Deneyi yürütenler, amfiye giden yolun üstüne gözleri kapalı, üstü başı perişan birini yerleştirmişler. Öğrenciler sürekli inleyen bu adamın yanından, hiç bakmadan hızla geçip gitmişler. İçlerinden hiçbiri, yardım eli uzatmak bir yana, neyi olduğunu bile sormamış. Harari, bu deneyin sonuçlarını yorumladıktan sonra şunu söylüyor: “Pek çok başka durumda da insan duyguları felsefi teorilerin önüne geçer. Bu durum dünyanın ahlaki ve felsefi tarihini, şahane ideallerle ideal olmaktan çok uzak davranışların iç karartıcı bir anlatısına döndürmüştür.” Kısacası, felsefe yapmak, teoriler üretmek bir yana, önemli olan bunları hayata geçirebilmek! İyi insan olmanın erdemi üstüne yapacağımız hiçbir konuşma, yardıma gereksinimi olan bir insana göstereceğimiz yaklaşımın yerini tutmayacaktır. Sözlerimiz, ancak davranışlarımızla desteklendiğinde, asıl amacımıza ulaşmış oluyoruz. Aslında her an ve her koşulda, sonuçlarını çoğunlukla yalnız bizim görebileceğimiz, bir erdem sınavı verdiğimizi düşünüyorum.