HAZİRAN 2021 bu ayın kapak konusu Selin Tekin'den geliyor. Tengricilik’te toprak, hava, ateş ve su kutsal olarak kabul ediliyor. Çünkü yaşam doğaya bağlı, her şey doğa ile mümkün. Doğa diyor ki: "Suyu, toprağı, havayı kirletirsen yaşayamazsın." İçtiğin su pis ise hastalık kaparsın, toprak bakımsızsa yiyecek bitkin olmaz, hava kirliyse nefes alamazsın. Ateşin, güneşin doğadaki temsilcisi olduğunu düşünüyorlar ve onu kutsal sayılıyor. Üzerinden atlandığında kişinin kötü ruhlardan arındığına inanılıyor. Belki Hıdırellez’den tanıdık gelmiştir.
HER ŞEY DOĞA, HER ŞEY DOĞADA... TENGRİCİLİKHER ŞEY DOĞA, HER ŞEY DOĞADA... TENGRİCİLİKTengricilik ve Şamanizme dair araştırmacılar tarafından ortaya konmuş birçok farklı görüş mevcut. Türklerin en eski inancı denilince akla ilk ne geliyor? Şamanizm mi, Tengricilik mi, Gök Tanrı inancı mı? İnanç hakkında yazılı bir kaynağın olmaması birçok farklı isimlendirmeyi ve yorumu da beraberinde getiriyor. Tengricilik ve Şamanizme dair araştırmacılar tarafından ortaya konmuş birçok farklı görüş mevcut. Kimi, Şamanizm'i bir din olarak tanımlarken Tengricilik'in bir din olmadığını ve çok tanrılı bir inanç olduğunu söylüyor. Kimi, Tengricilik'in bir din olduğunu, Şamanizm diye bir tanımlamanın olmadığını belirtiyor. Kimilerine göre tek tanrılı bir inanç sistemi çarpıtılıyor, çok tanrılı bir din veya bir kült olarak gösteriliyor. Kimi araştırmacılar asıl olanın Tengiricilik olduğunu, Şamanizm'in bunun içindeki bazı uygulamalar olduğunu savunuyor, şaman kavramının Şamanizm ile karıştırıldığını söylüyor. Kimileri ise Tengricilik'teki din insanlarının şaman olarak isimlendirilmesi nedeniyle dinin zamanla Şamanizm adını aldığını aktarıyor. Peki, Tengricilik ne zaman ortaya çıktı? Bu da bilinmiyor. Birçok farklı görüş mevcut. Bazı araştırmacılar, Paleotik dönemde ortaya çıktığını, bazıları 40 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu bazıları Hunlarla birlikte görülmeye başlayan bir inanç sistemi olduğunu söylerken, bazı araştırmacılara göre ortaya çıkış tarihine ilişkin bir kesinlik söz konusu değil. Araştırmacıların şaman tanımları da birbirinden farklılık gösteriyor. Din insanları olduğunu söyleyen de var, din insanı olmalarının söz konusu olmadığını belirten de. Altay ve Tuva Türkleri Şaman'ı “Kam”; Kazaklar ve Kırgızlar ise “Baksı” olarak isimlendiriyor. Tengricilik, panteist bir inanç.Panteizm de evrende var olan her şeyin bir bütün olarak Tanrı’yı oluşturduğunu savunuyor. Tengricilik'te canlı veya cansız her şeyin Tanrı'nın bir parçası olduğuna inanılıyor. Bu inanışa göre, herkes eşit. Kural yok, kitap yok, yaradan yok, peygamber yok. Tengri, evrenin ta kendisi. Öncelik, doğaya saygılı olmak, doğa ile uyum içinde yaşamak. Bayramları da hep doğanın döngülerine göre belirlemişler. 21 Mart, Ekinokslar... Şamanlar, toplumun maneviyatını bozan bir olumsuzluk varsa, bir hastalık meydana gelmişse, bunları ortaya çıkaran kötü ruhlarla mücadele etmesi için çağrılan kişiler. Uygulamaları doğa temelli. Özel kişiler olduğuna inanılıyor. Tengricilik’te toprak, hava, ateş ve su kutsal olarak kabul ediliyor. Çünkü yaşam doğaya bağlı, her şey doğa ile mümkün. Doğa diyor ki: "Suyu, toprağı, havayı kirletirsen yaşayamazsın." İçtiğin su pis ise hastalık kaparsın, toprak bakımsızsa yiyecek bitkin olmaz, hava kirliyse nefes alamazsın. Ateşin, güneşin doğadaki temsilcisi olduğunu düşünüyorlar ve onu kutsal sayılıyor. Üzerinden atlandığında kişinin kötü ruhlardan arındığına inanılıyor. Belki Hıdırellez’den tanıdık gelmiştir. O günlerden günümüze kadar ulaşan birçok gelenek ve uygulama bulunuyor. Nazar olgusu, avuç açarak dua etmek, ağaca çaput bağlamak, gidenin arkasından su dökmek, yeni doğum yapan kadının başına kırmızı kurdela bağlama ve dahası… Tengricilik inancı hakkında merak ettiklerimizi konuya ilişkin araştırmalarda bulunmuş iki isme sorduk. Mehmet Kenan Yelken ve Arif Cengiz Erman.
ÇOCUK ÜNİVERSİTESİÇOCUK ÜNİVERSİTESİTürkiye'nin ilk çocuk üniversitesi İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Baran'ın öncülüğü ile 2020 yılında kurulan teknoloji enstitüsüne bağlı İYTE Çocuk Üniversitesi, Çocuk Üniversiteleri Ağı'na dahil oldu. Bundan iki yıl önce 70 öğrenci, 5 farklı tema ve 18 sarmal ders ile eğitime ilk adımı atan İYTE Çocuk Üniversitesi, Üniversite Müdürü Prof. Dr. Gamze Tanoğlu, direktörler Utku Kara ve Keziban Güler'in girişimleri ile amacına ulaştı ve Avrupa Çocuk Üniversiteleri Ağı Uluslararası İrtibat Koordinatörü Cyril Dworsky'in açıklamasıyla Avrupa Çocuk Üniversiteleri ağına katıldı. Üyelik süreci boyunca okul direktörleri İYTE Çocuk Üniversitesi'nin çalışmalarını, hedeflerini ve gerçekleştirecekleri eğitim modelini detaylı bir şekilde anlattılar. Çocuk Üniversitesi Müdürü Prof. Dr. Gamze Tanoğlu da Avrupa Çocuk Üniversiteleri Ağı tarafından düzenlenen çevrimiçi toplantıya katıldı. "BİZE YENİ BİR HİKAYE LAZIM" DEDİLER Edinilen bilgilere göre İYTE Çocuk Üniversitesi, Endüstri 4.0 ilkeleri doğrultusunda, kuramdan uygulamaya, üretim odaklı eğitim felsefesi doğrultusunda eğitimler sunmayı amaçlıyor. Okulda eğitim almak üzere şimdiye kadar yaşları 8-14 arasında değişen 267 öğrenci başvurdu. 70 öğrenci okulda sürdürülen çalışmalara katıldı. Eğitimlerin başarılı öğretim elemanları ve uzmanlar tarafından verildiği üniversitede Geometrik Tasarım, Oyun Tasarımı, TINKERCAD 3D Tasarım, Moda Tasarımı, Yazılım Bilimine Giriş, ORFF Müzik Eğitimi, Gastronomi, Mandala, Düşümdeki Masalı Çiziyorum, Fotonik, Moleküler Biyoloji ve Malzeme Bilimi, Wellness, Beyin ve Hafıza ve Mindfulness, Düşünce Eğitimi, Problem Çözümüne Giriş ve Hayatımızdaki Ekonomi konularında eğitim veriliyor.
EFSANE BAŞKAN PİRİŞTİNA'YI ANIYORUZEFSANE BAŞKAN PİRİŞTİNAOn bin İzmirlinin eli Piriştina için birleşti 15 Haziran 2004 günü İzmirliler ölüm haberini aldıklarında, kimse kulaklarına inanamamıştı. 1999 yılında göreve geldiği Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini başarıyla sürdüren efsane başkan Ahmet Piriştina geçirdiği kalp krizi sonucunda yaşamını yitirmişti. Kimse inanamadı. Telefon trafiği yaşandı edata. Nasıl ölebilirdi ki, daha 52 yaşındaydı, yaşayacağı yıllar, yapacağı işler, ulaşması gereken hedefleri vardı. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dev şirketlerinden Tansaş’ın genel müdürlüğüne getirildiğinde ardı ardına açtığı mağazalar, getirdiği yenilikler ile efsane olmayı en başından hak etmişti Ahmet Piriştina. Benim de 1977-1980 arasında, genel başkanlığını Behice Boran’ın yaptığı, Türkiye İşçi Partisi’nde dava arkadaşımdı. 12 Eylül darbesinden sonra da dostluğumuz hiç bitmedi. Birkaç yıl birlikte aynı çatı altında çalıştık Büyükşehir Belediyesi’nde Piriştina ile. 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde, dev adaylarla birlikte seçime giren Ahmet Piriştina yarışı önde bitirmiş, kolları sıvamış, ekibini kurmuş yola koyulmuş, ikinci dönem başkanlığı başlamıştı, aynı yılın Haziran ayına kadar… Gece evinde geçirdiği kalp kriziyle yaşama veda eden efsane başkanın ölüm haberi kentin göbeğine adeta bir bomba gibi düştü. Herkes bu beklenmedik ölüm karşısında şaşkın, üzgün, çaresiz, inanmak istemiyordu. Ancak Piriştina veda etmişti 52 yaşında İzmir’e, İzmirliye… Unutmak mümkün müydü efsane başkanı… Aynı yıl yapılan seçimlerde Konak’ta belediye başkanlığı görevine Ali Muzaffer Tunçağ seçilmişti. Başkan Tunçağ, Efsane Başkan Ahmet Piriştina’nın İzmirlinin yüreğinde özel bir yere yerleştiğini ve bu sımsıcak sevginin küllenmeden kalıcı bir esere dönüşmesini istiyordu. Tunçağ, efsane başkanın adını ölümsüzleştirmek için bir anıt heykel yapmak, o anıt heykelde binlerce İzmirlinin elinin birleşmesini düşlüyordu. Birleşecek olan ellerin sayısı on bini bulmalıydı. Kısa süre içinde kampanya başlatıldı. Türkiye’nin ilk kadın ortadondisti Ayşe Mayda, sevgili eşi Mine, çocukları Levent ve Zeynep’ten ilk kalıplar alındı. Haberi duyan Kordon’da kurulan çadırlara akın etti. Herkes Piriştina için elini birleştirmek ve sonsuza kadar orada kalmasını istiyordu. Arkadaşları, dostları, iş dünyası, gazeteciler, işçiler, emekçiler, öğrenciler, öğretmenler, askerler, hemen her kesimden her meslekten eller Ahmet Piriştina için birleşiyordu. Heykeltıraş Ekin Erman mutluydu, ellerin bu kadar kısa süre içinde kalıplarının alınacağını beklemiyordu. Ama İzmirliler efsane başkana olan sevgilerini ellerinde birleştirdi. Kısa süre içinde on bin el Ahmet Piriştina için birleşti. İşi sonuçlandırmak artık Ekin Arman kalmıştı. Heykeltıraş Ekin Arman, kendini atölyesine kapattı. Aylarca en ince ayrıntılarını dikkat etti. El kalıplarını veren İzmirlerinin isimleri tek tek yazıldı anıt heykele. Ve açılış günü geldiğinde muhteşem bir anıt heykel çıktı ortaya. İlahiyat Fakültesi'nin bulunduğu Adnan Süvari Mahallesi'ndeki bir alanda oluşturulan "Ahmet Piriştina Doğal SİT Parkı" herkesin hayranlığını kazandı. Bu güzel parkı gerçekleştiren Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, parkın en yüksek noktasındaki alanda, Piriştina için üç heykelden oluşan bir anıtın açılışını gerçekleştireceği çok mutlu ve gururluydu. Böylece, milyonların kalbindeki Piriştina'nın anıtı, bu ellerle yükselecekti. Törende ilk konuşmayı, mahalle sakinlerinden emekli tümgeneral Kemal Çakar ile mahalle muhtarı Harun Doğanay yaptı. Başkan Muzaffer Tunçağ konuşmasında, Piriştina'nın yeşil özlemini dile getirerek şunları söyledi: "Piriştina ilk olarak Kordon'u yeşil bir alana çevirmekle kalmadı, tüm kıyı şeridini yaşanır bir hale getirdi. "Başkan Tunçağ, konuşmasına devamla, Çeşme Ormanı'ndan sonra, Büyükşehir Belediyesi'nin adını yaşatmak için Kent Müzesi'ne Piriştina adını verdiğini ve Narlıdere'de heykelinin dikildiğini söyledi. Tunçağ, anıtın açılışının yapıldığı o özel günde, “Biz de, yeşil kent bilincini İzmir'e getiren Piriştina'nın adını vereceğimiz en uygun yerin çam ağaçlarının yer aldığı doğal bir SİT alanı olduğunu düşündük” dedi. Aile adına bir konuşma yapan Levent Piriştina, gösterilen vefaya tüm katılanlara teşekkür ederek, "babasının adı verilen bu parkın ailesi için büyük bir önem taşıdığını" belirtti.
KILIÇDAROĞLU EBSO'DAKILIÇDAROĞLU EBSO“SANAYİCİ, EKONOMİNİN KAMU GÖREVLİSİDİR” EBSO Mayıs ayı Meclis Toplantısı’na katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Ege Bölgesi Sanayi Odası dünyaya bakışıyla, vizyonuyla, tarihsel değerlerine bağlılığıyla, Mustafa Kemal Atatürk’e sahip çıkmasıyla çok önemli bir Oda. Sanayici benim için ekonominin kamu görevlisidir. Sanayici kendisi için değil, ülkesi için çalışır. Yaptığı üretimle ve sağladığı istihdamla gurur duyar. Dolayısıyla sanayiciyi çok farklı görmemiz gerekiyor, çünkü üretmek kadar önemli bir şey yoktur. Döktüğünüz alın teri için hepinize teşekkür ediyorum” dedi. Ege Bölgesi Sanayi Odası(EBSO) Mayıs Ayı Olağan Meclis Toplantısı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıda meclis üyelerine çevrimiçi hitap eden Kılıçdaroğlu sözlerine Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın Mustafa Kemal Atatürk konusundaki duyarlılığına teşekkür ederek başladı. İzmir’in son dönemde sporda elde ettiği başarıları tebrik eden Kılıçdaroğlu, EBSO üyesi sanayicilerin sorularını yanıtladı. “En pahalı enerjiyi kullanıyoruz” Türkiye’nin dünyada en pahalı elektriği kullanan ülkelerden biri olduğunun altını çizen Kılıçdaroğlu, “En pahalı elektriği sanayicimiz, esnafımız ve evlerimizde bizler kullanıyoruz. Akkuyu Nükleer Santrali devreye girdiğinde buranın ürettiği enerjiyi 12,5 Cent’ten kullanacağız. Bu rakamın 13,85 Cent’e kadar çıkması söz konusu. Çünkü devlet olarak bunun garantisini vermişiz. Yani en pahalı enerjiyi kullanmaya devam edeceğiz. Bunun teknolojisini de bize veriyor olsalar bu fiyatı belki kabul edebiliriz, ancak böyle bir durum da yok. Almanya yenilenebilir enerji ile maliyetlerini 3 Cent’e kadar düşürecek. Böyle olunca bizim sanayicimizin rekabet gücü de fazlasıyla düşecek” diye konuştu. OSB’lere teknoloji liseleri Partisinin eğitim sistemi ile ilgili görüşlerini EBSO Meclis Üyeleri ile paylaşan Kılıçdaroğlu, “Türkiye’deki tüm organize sanayi bölgelerinde ‘teknoloji liseleri’ kuracağız. Sanayimizin nitelikli ara elemana ihtiyacı var, bu okullar bu ihtiyacı karşılayacak ve önemli ölçüde istihdama katkı sağlayacak. Bu liselerin yönetimi, Milli Eğitim Bakanlığı ve ilgili organize sanayi bölgesi yönetimleri ile eşgüdüm içinde olacak. Yatılı olacak olan teknoloji liselerinin gelişen şartlara göre donanımları OSB’ler tarafından sağlanacak. En az altı yıl olacak bu okullarda üçüncü sınıfı bitiren öğrencinin staj yapması zorunlu olacak. Alanıyla ilgili üniversiteye devam etmek isteyen öğrencilere ise üniversiteye girişte ilave puan sağlanacak” ifadesini kullandı. Türkiye için güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi Türkiye’ye gerçek anlamda demokrasiyi’ getirmek istediklerini belirten CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Güçlendirilmiş parlamenter sistem, siyasetin, liderlerin baskısından kurtulması ve cumhurbaşkanının tarafsız olması gibi unsurları içeriyor. Bunun yanında Meclis’te bir kesin hesap komisyonunun kurulmasını istiyoruz ve bu komisyonun başkanının ana muhalefet partisine mensup olmasını istiyoruz. O zaman harcamalar yapılırken kamu bütçesini kullanan makamlar çok daha dikkatli davranacaklardır. Var olan siyasi partiler yasası demokratik değil. Bunun değişmesi gerekiyor. Milletin vekilini millet seçmeli diyoruz. Önseçim bu aşamada çok önemli, önseçimin siyasi partiler yasasında mutlaka zorunlu olması gerekiyor. Delegelerle veya üyelerin katılımıyla önseçim yapılmalı. Elbette genel başkanlara kontenjan verilmeli, ancak bu sınırlı olmalı. Ayrıca Sayıştay’ın güçlendirilmesi gerekiyor. Sayın Meral Akşener güçlendirilmiş parlamenter sistem ile ilgili açıklamalar yaptı, Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan konuyla ilgili görüşlerini iletti. Konunun üzerinde çalışıyoruz ve tamamlandığında diğer partiler ile paylaşacağız. Bununla gerçek anlamda demokrasiyi Türkiye’ye getirmek istiyoruz” dedi. Kılıçdaroğlu, iktidara geldiklerinde ilk bir hafta içinde esnafın ve çiftçinin kredi faizlerinin silineceğini, İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden imza atılacağını ve siyasi ahlak kanununun Meclis’e getirileceğini de ifade etti.
AK SÜTÜN KARA GÜNÜAK SÜTÜN KARA GÜNÜAk sütün, kara günü... Sütün besin zenginliği ve içerdiği mineraller açısından dünyanın en değerli besin kaynağı olduğunu kaydeden Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, sütün önemine dikkat çekmek için dünyada her yıl 1 Haziran Süt Günü olarak kutlandığını ancak ne yazık ki bırakın kutlama yapmayı bugünün süt üreticisi için yas günü olduğunu söyledi. Mahmut Eskiyörük süt üreticisinin sorunları anlatan bir yazılı açıklama yaparak şunları kaydetti. "Bugün yemin sütten pahalı olduğu ülkemizde üretimin ve üreticinin geleceği tehlikedeyken kutlanacak bir şey yok. Bu yaşananlar Türkiye’ye yakışmıyor. Ülke olarak 2 tane Türkiye’yi besleyecek zenginliğimiz varken tarımda gittikçe artan kayıplar bir kader değildir. Üretimi planlayıp, kaynakları verimli kullanarak doğru bir destekleme politikasıyla çok kısa zamanda bu sorunları ortadan kaldırmak mümkündür. Çözüm olarak; • Devlet; pariteyi sağlamak için süt destekleme primini piyasa normale dönüşünceye kadar aradaki açığı kapatacak şekilde düzenlemelidir. Bu düzenlemeyi örgütlü üretici ile örgütsüz üretici arasındaki makası açarak ileriye dönük piyasa düzenini sağlayacak olan örgütlü yapıyı geliştirmelidir. • İhracata uygun süt miktarımızı arttırmak için sütün kalitesini iyileştirmeye yönelik uygulama yaparak uygun kriterlerde süt toplayan örgütlere bu maliyetlerini karşılamak üzere teknik destek primi verilmelidir. • Tüm bu yapısal sorunları ortadan kaldırmanın çözümü kooperatifleşmedir. Aksi takdirde üreticinin maliyetlerini düşüremeyiz, gıda güvenliğini sağlayamayız, kayıt dışılığı önleyemeyiz, veri oluşturamadığımızdan dolayı üretimi planlayıp fiyat istikrarı sağlayamayız ve göçü önleyemeyiz. Bunun için kooperatifleşme öncelikli olarak bir devlet politikası haline getirilmeli. Bunca zenginliğimize rağmen tarımda gittikçe artan bir çöküş yaşanıyorsa bu yanlış politikalar ve plansızlık sonucudur. Vücut hastadır. Enfeksiyon vardır. Günü kurtarmaya yönelik uygulamalarla yani aspirinle tedavi edemezsiniz. Enfeksiyona yakalanmış Türk tarımındaki hastalığın tedavisi ve sağlıklı hale gelmesinin çözümü kooperatifleşmedir.
İZMİRLİ HUMANN AİLESİİZMİRLİ HUMANN AİLESİİzmirli Humann Ailesi ve Enver Paşa İnşaat mühendisi ve arkeolog Carl Humann, 4 Ocak 1839 tarihinde Almanya’nın Essen şehrinde doğmuştu. 1862’de Sisam adasında Hera Tapınağı kazısında çalışmaya başlamış, 1863-1864 yılları arasında Osmanlı başkentinde bulunmuştu. Osmanlı Hükümetinin verdiği görevle Boğaz’da, Yafa’da ve Kudüs’te demiryolu inşaatlarında, 1869 ve sonraki dönemde Bergama’da çalışmıştı. Buradaki sunağı yerinden söküp Berlin’de Pergamon Müzesinin oluşturulmasını sağmıştı(1) Humann Ailesinin İzmir’deki evi Carl Humann, 1874'te Louise Werner (1843–1928) ile evlenmiş İzmir’de Frenk Sokağına yerleşmişlerdi. Burada çocukları Maria (1875-1971) ve Hans (1878-1933) dünyaya gelmişti. Carl Humann, 1878’den itibaren Almanya’da bir ulusal kahraman olarak kabul görmeye başlamış, İzmir’de ağırladığı konuk sayısı artmıştı. Frenk Sokağındaki ev kendilerine küçük gelmeye başlamış, yabancı konsoloslukların da bulunduğu Bella Vista’da daha büyük bir eve taşınmışlardı.
BAHAR LİONS'TAN SEBİLLERBAHAR LİONSBAHAR LİONS’TAN TÜM CANLILARA HAYAT VEREN SEBİLLER Hayat veren ama aynı zamanda kıt kaynak olan suyun kullanımında tasarruf zorunluluğu her geçen gün daha da önem kazanmakta ve sadece yerel yönetimleri değil sivil toplum kuruluşlarını ve bireyleri evlerinde ve yaşadıkları kentlerde önlemler almaya yönlendirmekte. İzmir Bahar Lions Kulübü bu düşünceden hareketle; üyesi Nadide Şele’nin düşünüp hazırladığı; suyun tek kaynaktan hem insanlara hem hayvanlara hem de bitkilere ulaşmasını ve tek bir damlasının bile boşa harcanmamasını amaçlayan ve Yerel Yönetimlerle İşbirliği gerektiren “Su Hayat Verir” farkındalık projesini Avrupa Lions Çevre Fonu’na yolladı ve sadece Türkiye’de değil Dünya’da da bir ilk olan bu proje memnuniyetle kabul gördü. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de sebiller için yer göstererek su, elektrik ve damlama sulama bağlantılarını yapmayı kabul etmesiyle projeye başlandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Konak, Alsancak, Vapur İskeleleri önüne, Gündoğdu meydanı ve Sahilevleri’ne yerleştirilen sebillerin dizaynı yapımı ve içindeki tesisat ve mekanizmalarının yapımı için gereken finansmanın bir bölümü Avrupa Lions Çevre Fonu’ndan geldi, önemli bir bölümü ise hayırsever Neval ve Kamuran Hallaç’ın sponsorluğunda gerçekleşti. Bahar Lions Kulübü’nün İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne armağan ettiği 4 sebil ile hayata bulan “Su Hayat Verir Projesi”nin Arslan figürlü şık dizayna sahip sebillerinin üst haznesindeki fıskiyeden insanlar, aslanların ağzından alt haznesine dökülenden de kedi, köpek ve kuşlar su içecek, buradan aşağı yönelen sular ise gider borusuyla belediyenin damlama sulama hortumlarıyla çiçekleri sulayacak.
DÖNGÜ KOOPERATİFİNİN KADINLARIDÖNGÜ KOOPERATİFİNİN KADINLARIKetenin peşinden koşan cesur kadınlar Bundan tam 1 yıl önce, 2020 Haziran ayında İzmir basınında yer alan küçük bir haber, konunun önemini bilen dikkatli gözlerden kaçmadı. Eğitimli, kariyer sahibi 9 kadın, Tire’nin Kahrat köyünde keten üretimi başlatmıştı. Yerel gazeteler haberi “Tire Ovası’nda ilk kez keten yetiştirdiler” şeklinde verse de, aslında bu özel ürün, yörenin has evladıydı. Uzun yıllar önce de ekiliyordu bu topraklarda. Urgan ve halat üretimi, Tire ekonomisi içinde çok önemliydi. Bu ürünlerin üretiminde hammadde olarak kullanılan keten, bölgede geniş ekim alanlarına sahipti. Osmanlı donanmasının urgan, yelken ve çuval ihtiyacı hep Tire’den karşılandı. Hatta 1453 yılında İstanbul’un fethi sırasında, gemileri karadan geçirip Haliç’e indirmek için kullanılan halatların Tire’den gittiği bile söylendi durdu. Yani, keten üretimi için Tire’yi tercih eden bu 9 kadın tesadüfen gelmemişti. Attıkları her adım planlı, programlı ve bilinçliydi. 1960’lı yıllara kadar Türkiye’de ciddi bir potansiyele sahipken sonra üretimi bıçak gibi kesilen, rekolte miktarı 7 bin ton düzeyinden 1 (sadece bir) tona kadar gerileyen bu “altın bitki”yi yeniden hatırlatmak, yeniden üretilir hale getirmek ve ülke ekonomisine katkı sağlamak isteyen bir avuç idealistti onlar aslında: Öncelikli hedefleri (sentetik lif ve pamuğun daha ucuz olması, iş gücü maliyetinin diğerlerine göre yüksek kalması, makineleşme ve modernizasyon konusunda ilerleme sağlanamaması gibi nedenlerle) popülaritesini yitiren ketenin bu topraklarda yeniden üretilir hale gelmesiydi. Yağ, yem, kağıt, tekstil, boya, otomotiv, gıda, ilaç ve kozmetik gibi sektörlerin “havada kaptığı” bu özel ürün, Türkiye tarımı ve ekonomisi için katalizör olabilirdi. Olmalıydı da… Hikaye, keten liflerinden kompozit üretmek isteyen genç bir akademisyenin araştırmalarında kullanacak hammaddeyi bulamamasıyla başladı. Kısa adıyla “Döngü”, tam adıyla “Döngü Tarımda Kadim Bilgiler Yeni Fikirler Bilimsel Araştırma Geliştirme Kooperatifi”, işte bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. “Tarımda kadim bilgiler, yeni fikirler” sloganıyla yola koyulan bu 9 kadının kurduğu oluşum, aslında bir AR-GE kooperatifiydi. Yani Türkiye’nin hiç de alışık olmadığı türden… Gerisini, daha doğrusu aklımızdaki soruları Döngü Kooperatifi’nin kurucu ortaklarından Zeynep Derece ve Ayçe Bükülmeyen ile konuştuk...
MUZAFFER ÇIKIKÇIMUZAFFER ÇIKIKÇIİzmir sinemalarının afişlerinde Muzaffer Çıkıkçı imzası var Bir dönem bu kentin caddelerinde ve ara sokaklarında onlarca sinema çıkardı. Gözlerinizi sinemaların o büyük panolarındaki afişlerden alamaz ve film hakkında belleğinize bir şeyler kazınırdı. Yıllarca Fuar gazinolarında sahne alacak sanatçıların isimleri dev afişlerde karşımıza çıktı. O yıllarda büyük bir emekle İzmir sinemalarına 30 yıl boyunca afiş tasarlayan Muzaffer Çıkıkçı ile konuştum.
BİR RESTORASYON UZMANI: UMART MİMARLIKBİR RESTORASYON UZMANI: UMART MİMARLIKRestorasyon uzmanı Umart Mimarlık kurucusu Mahir Kaplan: "Tarihi sevmeyen restoratör olamaz." Kent içinde gezerken rastladığınız korunarak yenilenmiş bir tarihi yapıya sevgi dolu bakış atanlar, İzmir'in tarihi kent merkezinin kent için ne kadar önemli olduğunun farkındalar. Kordon'nun eski resimlerine özlemle bakmayı bir kenara bırakıp kentin değerlerine sahip çıkma, mahalle aralarında kalmış güzellikleri ile bizleri büyüleyen evlerin korunmasına ilişkin yapılması gerekenleri İzmir'de birçok restorasyon projesine imza atmış olan Umart Mimarlık ortaklarından İnşaat Mühendisi Mahir Kaplan ile konuştuk.
DR. MURAT BALANLIDR. MURAT BALANLIDr. Murat Balanlı: “Her şey enerji ile titreşir ve tüm enerjiler bir bilgi içerir” n Kendimi bildim bileli sıradışı insanları çok sevdim. Mesleklerinde, hayatlarında fark yaratan ve çevresindeki insanlara rehber olanlar, herkesin gittiği yolu seçmeyenler, doğrunun, iyinin, yaratıcılığın peşinde koşanlar. Kısacası Ezber Bozanlar. İletişim uzmanı olarak 30 yıllık iş hayatımda ve sonrasındaki gastronomi yolculuğumda, kalabalığın içinden sıyrılan ve bende iz bırakan çok özel insanlar tanıdım. Çoğu ile dost, arkadaş oldum. Bu özel insanlardan biri de Dr. Murat Balanlı. Bildiğiniz doktorlara pek benzemiyor. Bir kere inanılmaz sakin, samimi, dingin ve huzurlu. Sohbet ederken pozitif enerjisi size de geçiyor. Dr. Murat Balanlı’yı farklı kılan en önemli özelliği iç hastalıkları uzmanı olmasına rağmen hastalarını “ilaçsız” tedavi etmesi. Hastalıkları iyileştirmek için hekimin kendisinin “ilaç” gibi olması gerektiğine inanıyor. Türkiye’deki ilk “Titreşim Tıbbı” kitabını, ardından “Açlık Diyeti” kitabını yazan Dr. Murat Balanlı kadim ve bütüncül şifa sistemi ile hastalarını iyileştiriyor. Benim hastalık ve beslenme kavramlarıma bakış açımı kökten değiştiren bu çok değerli tıp sanatı insanını siz de tanıyın istiyorum.
THOMAS HOBBESTHOMAS HOBBESThomas Hobbes Newton için göksel küreler bir makinedir; Descartes için hayvanlar makinedir; Thomas Hobbes için toplum bir makinedir. Bu dünya görüşü şu anda evreni, toplumu ve insanı anlamlandırma yolumuza nüfuz ediyor: İnsanlıktan çıkarma… “Ustam Bellediklerim” serisinde İzmirlife’ta bu ay başka bir ustamı yazacaktım. 12 aylık bu seri yazı daha sonra kitaba dönüşsün isterim. Umarım. Ama Mayıs ayında bir mafya babası seri youtube yayınları ile öyle şeyler söyledi ki, yazacağım “ustamı” değiştirmeye karar verdim. Bu ahlaksızlar sürüsünün halini ustam Hobbes öyle seçmişti ki… 17. yüzyılda Thomas Hobbes, ikili ilişkide zayıf olan aktör kendisiyle aynı tehlike altında olan aktörlerle birleşerek, kendisini yok etmek isteyen aktörü yenebilir, demişti. Hobbes’ten İzmirlife’ta yayımlanan Homeros dizgesinde de söz etmiştim. Bugün İngilizce’deki tüm Homeros kayıtlarını ona borçluyuz… Henüz devletin olmadığı bir durumda yani 'doğa durumu'nda insanlar eşit olsa da, iki kişi aynı şeyi istediği an çekişme ve düşmanlık oluşmaktadır. Thomas Hobbes bu durumu “insan insanın kurdudur” olarak dile getirir.
EVRİM ATEŞLEREVRİM ATEŞLERHüznü neşe ile harmanlayan müziğin İzmirli temsilcisi: EVRİM ATEŞLER Pandemi dönemi, pek çok iş kolunda olduğu gibi müzisyenleri de nefes alamaz duruma getirdi. İptal olan konserler, müzikli mekanların kapatılması, müzisyenleri sanatını yapamaz, dahası ekmek parası kazanamaz duruma düşürdü. Ancak sayıları çok olmasa da bu durumu geçmişte yapamadıklarını yapmak için fırsata çevirenler de oldu. Rembetiko’nun Türkiye’deki önemli temsilcilerinden Evrim Ateşler, bu dönemde aynı anda iki albüm için yola çıktı. Geçmişte hayır demek zorunda kaldığı hayranlarına ders vermeye başladı. Öyle tek ders değil. Ayrı ayrı enstrüman, dans, şarkı söyleme dersi verdi. Rembetiko tarihini yazdığı kitabına ağırlık verdi. Yeni güfteler yazdı, besteler yaptı. Dünyanın her yanından mübadillerin, onların çocuklarının, torunlarının oluşturduğu platformun online toplantılarına katıldı. Onlara mübadele tarihini anlattı, şarkılar öğretti. Kökleri Balkanlar'da İzmir’in bir saniye yerinde durmayı bilmez çocuğunun kökleri pek çok İzmirli gibi Balkanlardan. Babaannesi, büyükbabası Kavala’dan geldi. Sonraki durakları Selanik, ardından İzmir. Ancak gönül bağı kurduğu mübadiller gibi mübadele zamanında değil, Balkan Harbi’nden sonra geldiler İzmir’e. Ailede kimse müzikle profesyonel olarak ilgilenmedi onun dışında, ama annesi, babası, annesinin babaannesi, dedesi, babasının halası müzikle iç içe yaşadı. Kimi bir enstrümanı çok iyi çaldı, kimi çok iyi şarkı söyledi. O da genlerinden gelen yeteneğini çok iyi kullandı. Babası çok iyi şarkı söylemenin yanında müzik bilgisi ile de etkiledi Evrim Ateşler’i. Kullandığı kelimeye varıncaya kadar her şeyin kökünün ne olduğu, nereden geldiğini araştıran baba, henüz 17 yaşındayken vefat ederek yalnız bırakacağı oğlunu her sorusunun cevabını bulması için ansiklopedilere yönlendirerek, bugünkü Yunan Rembetikosunu, mübadeleden 100 yıl önce ve 100 yıl sonrasının müziğini araştıran, bu konuda, seminerler düzenleyen, kitap yazan, kültür sanat projeleri hazırlayan Evrim Ateşler’i yarattı. Evrim Ateşler, böylesi yeteneğe, müzik bilgisine rağmen konservatuvara kabul ettiremedi kendisini. Hem de üç kez denediği halde açtıramadı o çok girmek istedi kapıyı. Daha fazla zorlamaya gerek olmadığını anladı, vazgeçti konservatuvarlı sanatçı olma sevdasından. Turizm okudu. Bitirdiği okulun da hakkını verdi. Turizm, seyahat ve organizasyon başlıklarıyla temelleri atılmış bir şirketin de sahibi oldu öğretmeni ile birlikte.
ARDA BULUTARDA BULUTFarkındalığı artırmamız gerek... Çocuklukta beyin tümörleri Tüm çocukluk çağı tümörlerinin yaklaşık %20’sini oluşturan beyin tümörleri genellikle beyin sapı ve beyincikte görülmektedir. Vakaların ortalama olarak yarısında kötü huylu olan bu tümörler beyinle birlikte omurilik gibi vücudun farklı bölgelerini de etkileyebilmektedir. Arda Bulut'un dünyaya çağrısı... Yağmur ve Mehmet Uyar bütün dünyada çok ama çok ender görülen bir beyin tümörünü yenmek için 1 yılı aşkın mücadele veren Arda Bulut'un ailesi... Yağmur Uyar, Arda Bulut henüz 5 aylıkken beynindeki tümör teşhisi ile birlikte "#güzelolanbizibulsun" hashtagiyle bir farkındalık kampanyası başlatmış. Arda Bulut'a geçirdiği açık beyin ameliyatı sonrasında konulan tanı: "Pineablastoma ANLAGE". Beyin sapı tümörü olarak bilinen bu tür ne yazık ki çok nadir görülen, hatta tüm dünyada görülen 8'inci vaka...
ŞAZİMENT DURANŞAZİMENT DURANDijital devrin soyut romanı “Mahzenden Dijital Gezegene Yolculuk” Mahzenden Dijital Gezegene Yolculuk… Adından da anlaşılacağı üzere yaşadığımız dijital çağa ait benzersiz bir soyut roman… Yazarı Şaziment Duran’ın deyimiyle dijital devrim romanı… Daha ilk satırlarından sizi olayın içine çeken ve bir anda “neler oluyor” dedirten eseri hakkında Şaziment Duran ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
BURHAN UYGURBURHAN UYGURSevdayı acı çekmeden nasıl anlatabilir insan? BURHAN UYGUR İnsanoğlu binlerce yıl önce yazmayı keşfetmeden önce çizmeyi ve boyamayı keşfetti. Mağaralarda kaya parçalarının üzerine düşüncelerini ifade etmeye çalıştı. İlkel insan için bu çizimler sadece taklit değildi. Bu çizimlerin temsil ettikleri varlıkların kudretine sahip olduğuna inanıyorlar, bu çizimleri bir büyü çalışması olarak görüyorlardı. Paleolitik dönemde yaşayan atalarımız için doğadaki formları ve varlıkları resmetmek bir sanat eseri yapma amacını taşımıyordu. Amaç, bereketli bir avdı. Avının tuzağa yakalanması veya çizdiği av hayvanının gücünü elde etmekti. Tehlikeli, anlaşılmaz, ürkütücü doğa karşısında kendilerini korumak zorundaydılar. İlkel insan güçsüzlüğünü anlamıştı. Doğaya karşı korunmada, beslenmede, hayatını sürdürmek için büyüden destek almak zorundaydı. Böylece ilkel sanat dediğimiz bu çizimler bir büyü aracı olarak, insanın doğaya üstünlük sağlamasına yarıyordu. Bu sebeple ilkel insanlar büyücüydüler demek yanlış olmaz. Denetim altına almak istedikleri varlıkları ya da yaratıkları mağara duvarlarına çizerek büyüye daha fazla güç kazandırmak istemişlerdi. Hemen hemen beş yüzyıldır resimde nesne tuval üzerindeki yapıtı belirlemişti. Empresyonizm bu gelişmenin doruk noktası oldu. Öbür yandan, çağın değişen düşünceleri, bilim anlayışı ve felsefesi ile birlikte yeni bir ‘gerçeklik’, yeni bir ‘varlık’ yorumu ortaya çıkıyordu. Bu değişme, tüm kültür dünyasında meydana gelen bu kökten değişme, elbette sanat alanında da kendini gösterecekti. Artık sanatçı, nesneleri değil, nesnelerin anlamlarını resmetmek istemeye başlamıştı. Alışılagelen biçim anlayışı kalkıyordu. Örneğin Empresyonistler doğayı onlara göründüğü gibi resmetmişlerdi. Oysa artık yeni fikirler insanların doğaya ve sanata bakışını da değiştirmişti. Bir nesneyi kopya etme anlayışı bir yana itiliyor, ilgi nesnelerin kendisinden anlamlarına kayıyordu. Soyut sanatın aradığı obje, empresyonistlerin düşündüğü gibi, görülebilir olanlar değil, düşünsel olanlardı. Bu durumda resim sanatı aniden bir düşünme sanatı olmuştu. Soyut sanata geçiş aşamasında ilk basamağı oluşturan akım "kübizm" oldu ve ilk örnekleri Cezanne’in resimleriydi. Nesne artık doğayı taklit ederek oluşturulan değil, bilincin bir uzantısı olarak düşünsel olanı içermekteydi. Doğa ve canlıların görünüşlerinden faydalanmaktan vazgeçiliyor, renk, çizgi gibi biçimsel öğelerin kullanımı ile geometrik ya da amorf imgeler oluşuyordu. Bu durumda ortaya çıkan imge asıl nesneyi çağrıştırabileceği için soyut yerine “soyutlama” terimini kullanmak gerekir. Yani resmin başlangıcı doğadır, sonunda ise doğadan uzaklaşılmıştır. Soyutlamada başlangıç noktası ‘gerçek’ dünyadır; sanatçı, bir form seçer ve bu formu, ilk baştaki haliyle pek az bağlantısı kalıncaya kadar yalınlaştırır ya da değişime uğratır. Sanatçı, soyutlamasında gerçek dünyadan seçtiği bir nesneden yola çıkmış olsa bile, seçilen nesne yapıtın oluşması sırasında artık nesne olmaktan çıkmış, kendi özüne doğru yol almaya başlamıştır. Bir güvercin, ne bir güvercindir, ne bir kırlangıçtır, yalnızca kuştur, kuş imgesinin ta kendisidir. Picasso soyutlamayı şöyle anlatır: “Resimde gördüğümüz kuş hem kuştur hem değildir, somut olarak vardır oradadır ama yine de bir soyutlamadır. O bir simgedir ya da simgeler karmaşığıdır.” Soyutlama dış gözlemden iç gözleme geçiştir. Optik görüntüyü değil, içsel görüntüyü resmetmektir. Düşlenmiş doğanın karşılığıdır. Doğrudan tasvir değil, sanatçı tarafından ayrılmış, özetlenmiş, eksiltilmiş, yalınlaştırılmış biçimlerle meydana gelir. Çağımızda insan bir birey olarak hiçbir yüzyılda olmadığı kadar sorgulayıcı bir tavır içindedir. Kendine sahici olmak, yaşadıklarından her şeyi sanat malzemesi yapmak, süzmek, dinlendirmeye bırakmak ve çağın plastik diliyle kendi sanat dilini yeniden kurmak, ona kendinden bir şeyler eklemek! İşte sanatın özgünlüğü de, yeniliği de buradadır diyen sanatçılar önerilerde bulunurken, tartışırken hep sorgulayıcı tavır içinde olmuşlardır. Hayatı sorgulayan, sanatı sorgulayan, sanatçı olarak kendilerini sorgulayan bu kişiler farklı disiplinlerin ilişkisini kurup kendilerine göre yorumlamışlar, eserlerini üretmişlerdir. Kuşkusuz böylesi bir yaklaşım ucu bucağı olmayan tartışmalara götürecektir bizi. Olsun! Mademki sanattan söz ediyoruz, sanatı masaya yatırıyoruz, sanatı da tartışmaya açmalıyız. İşin özü sanatı kavramakta, onu anlamaya çalışmakta, sanatçıyı tanımakta yatsa da, sanatçı yarattığı eserle konuşan kişidir. Sanatçı da yapıt da mutlaka konuşmalıdır.